Allah ve Resulüne İtaat Nedir?
Müminler için asıl izzet İslam'dadır. Allah ve Resulü'ne itaat müslümanın aslolan birinci vazifesidir ve bu vazife ile müslüman izzet ve şeref kazanır. Allah'ın hudutları müminin vazgeçilmez kırmızı çizgileridir. İslam ile şeref bulduğunu ve önceki hayatlarında zillet içerisinde bir ömür geçirdiğini söyleyen Hz. Ömer (R.A) böylelikle ümmete de şu mesajı veriyor: İzzet ve şeref İslam'ın yanındadır...
“Mâdemki her şeyin cânının cânı Allah’tır; o hâlde cânının cânından ayrı düşmekten kork! O’nun emirlerine ittibâ et!” (Hazret-i Mevlânâ)
Allah ve Rasûlü’nün muhabbetini hayatının merkezine alan bir genç için yegâne yol, Allah ve Rasûlü’nün emirleri istikâmetinde bir hayat yaşamaktır.
Şu hakîkati hiç unutmamak îcâb eder ki, insanı Allah Teâlâ yaratmıştır. Bu sebeple kulunun huzur ve saâdet üzere bereketli bir hayat yaşamasını sağlayacak en güzel yolu da ancak O bilir. Nasıl ki bir cihazın ârıza yapmadan verimli bir şekilde çalışabilmesi, onu yapan kişinin hazırladığı kılavuza uymaya bağlıysa, insan için de durum aynıdır. Kişi rahat ve huzurlu bir hayat yaşamak istiyorsa, Allâh’ın koymuş olduğu kâidelere riâyet etmelidir.
Allah ve Rasûlü’ne itaat üzere yaşayan bir insan, hem dünyanın hem de âhiretin en mesʼud insanı olur. Dünyevî ve uhrevî çok büyük kazançlar elde eder.
Ashâb-ı kirâmdan Sevbân -radıyallâhu anh- bir gün Allah Rasûlü’ne gelerek:
“–Ey Allâh’ın Rasûlü, Siz bana kendimden, âilemden ve çocuklarımdan daha sevgilisiniz. Ben evdeyken Siz’i hatırlayınca sabredemiyorum, hemen gelip mübârek yüzünüze bakıyorum. Benim ve Siz’in bir gün öleceğimizi hatırladığımda ise târifi imkânsız bir hüzne gark oluyorum. Biliyorum ki Siz cennete girdiğinizde diğer peygamberlerle birlikte yüksek bir mertebeye çıkarılacaksınız. Ben ise cennete girsem bile Siz’i orada göremeyeceğimden korkuyorum.” dedi.
Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ona herhangi bir cevap vermedi. Bir müddet sonra Cebrâîl -aleyhisselâm- gelip:
“Kim Allâh’a ve Rasûl’e itaat ederse işte onlar, Allâh’ın kendilerine lûtuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîklar, şehîdler ve sâlih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel dostlardır!” (en-Nisâ, 69) âyet-i kerîmesini vahyetti. (Vâhidî, s. 170)
Bundan daha büyük bir mükâfât düşünülebilir mi?!
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle haber verir:
“Rabbiniz -azze ve celle- buyuruyor ki: «Eğer kullarım Bana îcâb ettiği şekilde itaat etseler, Ben onlara yağmuru (dahî) gece yağdırırım, gündüz de üzerlerine Güneşʼi doğdururum. Onlara ayrıca gök gürleme sesini de duyurmam!»…” (Ahmed, II, 359; Hâkim, IV, 285/7657)
Yani insan, ciddî bir din şuuru ile Rabbine döner, ihlâs ve samimiyetle kulluk ederse, her hususta ilâhî yardıma mazhar olur. Cenâb-ı Hak, bütün varlıkları onun emrine âmâde kılar.
Allah ve Rasûlü’ne itaatin en güzel numûnelerini ashâb-ı kirâm sergilemiştir. Abdullah bin Revâha’nın hanımı şöyle anlatır:
“Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hutbeye çıkmıştı. Bu esnâda Mescid’e doğru gelmekte olan Abdullah -radıyallâhu anh-, Allah Rasûlü’nün; «Oturun!» buyurduğunu uzaktan işitti. Daha mescide varmamış olmasına rağmen, hemen olduğu yere oturuverdi. Bu durum daha sonra Peygamber Efendimiz’e bildirildiğinde, Abdullâh’a:
«–Allah Teâlâ senin, Allâh’a ve Rasûlü’ne itaat iştiyâkını artırsın!» buyurdu.” (Ali el-Müttakî, Kenzü’l-Ummâl, XIII, 450/37171; Heysemî, IX, 316)
Hazret-i Âişe vâlidemizin bildirdiğine göre hanımlara tesettürü emreden âyet-i kerîmeler[1] nâzil olunca hanım sahâbîler, evlerine gitmeyi bile beklemeden hemen oracıkta elbiselerinin fazla kısımlarını keserek başlarını ve yakalarını emre uygun şekilde örtmüşlerdir. (Buhârî, Tefsîr, 24/12; Ebû Dâvûd, Libâs, 31-33/4102)
Safiyye bint-i Şeybe’den rivâyet edildiğine göre tesettürle alâkalı âyet-i kerîmeler nâzil olduğunda, erkekler evlerine dönüp hanımlarına, kızlarına, kız kardeşlerine ve bütün akrabalarına bu âyetleri okudular. Bunun üzerine bütün kadınlar, en kıymetli elbiselerini dahî fedâ ederek bunlardan başörtüsü yaptılar ve baştan aşağıya güzelce örtündüler. Böylece Allah Teâlâ’nın indirmiş olduğu hükümleri derhâl tasdik ettiklerini ve onlara gönülden inandıklarını gösterdiler. Sabah namazında, Allah Rasûlü’nün arkasında baştan aşağıya örtünmüş olarak safa durdular. (İbn-i Kesîr, Tefsîr, [Nûr, 31])
Peygamber Efendimiz’e itaat hususunda gevşek davranmak, insanı büyük kayıplara uğratır. Bir defasında Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir kısım ashâbını sabah erkenden sefere göndermişti. İçlerinden biri geri kaldı ve âilesine:
“–Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile birlikte öğle namazını kılayım, sonra kendisine selâm verip vedâ edeyim, diye geri kalıyorum. Hem bana duâ buyursun da o duâ benim için kıyâmet gününde şefaatçi olsun!” dedi.
O zât Nebiyy-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’le birlikte namaz kıldıktan sonra Efendimiz’e yöneldi ve selâm verdi. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ona:
“–Arkadaşlarının seni ne kadar geçtiğini biliyor musun?” dedi. Sahâbî:
“–Evet, sabah erkenden aldıkları mesâfe kadar beni geçtiler.” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–Nefsimi elinde tutan Zâtʼa yemin ederim ki, onlar fazîlette seni, doğu ve batı arasındaki en uzak mesâfe kadar geçtiler.” buyurdu. (Ahmed, III, 438)
Diğer rivâyete göre Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- o şahsa şunları da söylemiştir:
“–Yeryüzündekilerin hepsini infâk etsen, onların o erken çıkışlarındaki fazîleti elde edemezsin.” buyurdu. (Tirmizî, Cuma, 28/527; Ahmed, I, 256; Beyhakî, III, 187)
Nakledildiğine göre İmâm Mâlik -rahmetullâhi aleyh- bir gün ikindi namazından sonra mescide girmişti. Mâlikî mezhebinin kurucusu olan bu müctehid imâmın görüşüne göre ikindiden sonra namaz kılınmaz. Bu sebeple o, namaz kılmadan oturdu. Onu gören bir çocuk kendisine:
“−Ey yaşlı adam, kalk ve namaz kıl!” dedi.
İmam Mâlik hemen kalkıp namaz kıldı. Tercih ettiği görüşü ileri sürüp onunla tartışmaya girmedi. Bu davranışının sebebi sorulunca da şöyle dedi:
“−«Onlara: “Rükû edin!” denildiği zaman rükû etmezler.»[2] diye tehdid edilen kişilerden olurum diye korktum.” (Kurtubî, Tefsîr, [Mürselât, 48])
Efendimiz’e hizmet eden genç sahâbî Ebû Râfî -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:
Hendek harbi esnâsında Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- için bir koyun kızartılmış ve kendisine ikram edilmişti. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- koyunun kürek kısmını severdi. Bu sebeple bana:
“–Ebû Râfî, kürek kısmını ver?” buyurdu. Ben de verdim.
“–Ebû Râfî, kürek kısmını ver?” diye tekrar istedi. Bu sefer koyunun diğer küreğini verdim. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bu etleri ashâbına ikram ediyordu. Üçüncü defa:
“–Ebû Râfî, kürek kısmını ver?” buyurunca ben:
“–Yâ Rasûlâllah! Bir koyunun iki küreği olmaz mı?” dedim. Bunun üzerine Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–Sesini çıkarmasaydın, ben kürek kemiği istedikçe tencereden çıkarıp vermeye devam ederdin!” buyurdu. (Bkz. Ahmed, VI, 8; Dârimî, Mukaddime, 7/45; Heysemî, VIII, 311)
Buradan anlaşıldığına göre Allah ve Rasûlü’nün emirlerini tam bir teslîmiyet içerisinde her zaman harfiyen yerine getirmek gerekmektedir. Bu husustaki temel prensibi Necip Fazıl, kısaca şöyle ifâde eder:
Gözüm, aklım, fikrim var deme hepsini öldür!
Sana çöl gibi gelen, o göl diyorsa göldür!
En kıymetli sermayesi olan vakitlerini Hakkʼa itaat ve ibadetten uzak geçiren insanların âhirette büyük bir pişmanlığa düşeceği âşikârdır. Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- Peygamber Efendimiz’in vefâtından sonra gözyaşları içinde söylediği mersiyesinde bunu şöyle ifâde eder:
“…Anam-babam Sana fedâ olsun yâ Rasûlâllah! Cenâb-ı Hak katında o kadar ulvî bir makâma sahipsin ki, cehennem halkı ateşler içinde azap görürken, dünya hayatındayken Sana itaat etmiş olmayı o kadar çok arzu edecekler ki, dehşetli bir feryâd ile:
«“Eyvah bize! Keşke Allâh’a itaat etseydik, Peygamber’e de itaat etseydik!” diyecekler.» (el-Ahzâb, 66)” (Gazâlî, İhyâ, I, 410-411)
İbn-i Mînâ anlatıyor:
Üzerime ince bir elbise giyip kabristana gitmiştim. Şiddetli bir soğuk çıktı, hemen bir kabrin kuytusuna sığındım. Orada hafifçe iki rekât namaz kılıp kabrin üzerine yanüstü yattım. Vallâhi uyanık vaziyetteyken kabirden şöyle bir ses işittim:
“–Kabrimin üzerinden kalk! Siz amel işleyebiliyorsunuz, fakat kabirlerin ahvâlini bilmiyorsunuz. Biz dünya hayatını bitirip kabir hayatına başladık, her şeyin hakîkatini görüp anladık. Dünyada sâlih ameller işlemenin ne kadar kıymetli bir şey olduğunu çok iyi idrâk ettik. Ancak artık amel işleme imkânımız kalmadı. Vallâhi şu senin hafifçe kıldığın iki rekât namazı kılabilsem, bu benim için dünya ve içindekilerden daha sevimli ve kıymetli olurdu.” (Beyhakî, Delâil, VII, 40-41)
[1] en-Nûr, 30-31.
[2] el-Mürselât, 48.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hakk'a Adanmış Gençlik , Erkam Yayınları