Allah ve Resûlünün Çağrısı

İbadet Hayatımız

İnsanı görünen ve görünmeyen bütün yönleriyle, tertemiz ve diri bir hayata çağıran ilâhî mesajlar karşısında insanoğlu, tarih boyunca birbirinden farklı duruşlar sergilemiştir. Bu tavır ve davranış sahiplerini, inkâr ve reddedenler, ikiyüzlü davrananlar ve inananlar olarak üç ana grupta değerlendirmek mümkün ise de bunların da kendi içlerinde elbette farklı seviyeleri söz konusu olmuştur. Biz bu yazıda özellikle “ilahî mesaja kulak verme” noktasında “mü’min duruşu”nun nasıl olması gerektiği üzerinde duracağız.

Rabbimizin şu uyarısına öncelikle bir kulak verelim:

“Ey îman edenler! Allah’a ve Resûlüne itaat edin; ve siz (ilâhî âyetleri ve Resûlullahın çağrısını) işitip durduğunuz halde ondan yüz çevirmeyin! Kendileri işitmedikleri halde “İşittik” diyenler gibi de olmayın! Allah katında yeryüzünde yürüyen canlıların en kötüsü, o (hakkı) anlamayan sağırlar ve (onu itiraf etmeyen) dilsizlerdir.” (Enfâl Sûresi, 20-22)

Dikkat edilirse burada hitap doğrudan müminlere yöneliktir ve büyük bir tehlikeye dikkat çekmektedir. İnsanı insanlık seviyesinden en aşağı varlık kategorisine indiren bir büyük tehlikeye! İşte bu tehlike, “İşittik” denildiği halde “işitmemiş” olma konumunda bir vurdumduymazlık ve umursamazlık konumudur. Diğer bir ifadeyle işittiği halde, işittiğinin gereğini kuşanmamaktır.

MÜMİN YÜREĞİ

Anlaşılan odur ki, iman büyük bir şeref ve ilâhî bir lütuf olarak, insana insaniyet kıvamı yükleme noktasında gerek şart ise de yeter şart değildir. Zira sadece iman etmiş olmak, kişiyi bu acı sonuca düşmekten ilânihâye emin kılmamaktadır. Mümin yüreği böyle bir endişeyle sürekli titreyen bir yürek olmak durumundadır.

Evet, ilahî âyetlere ve nebevî beyanlara kimileri kulak tıkamıştır. Hatta duymamak için örtülerin altına gizlenmişlerdir. Nûh –aleyhisselam-’ın şu serzenişine bir bakın:

“(Ey Rabbim!) Doğrusu, Sen onları bağışlayasın diye kendilerini her davet edişimde, parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, inanmamakta direndiler ve büyük bir kibir gösterdiler.” (Nûh Sûresi, 7)

İMAN EDİP İŞİTTİKLERİ HALDE AKSİNİ YAPANLAR

Öyleleri de olmuştur ki, iman edip işittikleri halde, işittiklerinin aksini yapmışlardır. Böylelerinin durumlarını da Yüce Rabbimiz israiloğullarının şahsında şöyle haber verir:

“Hani, Tûr dağını tepenize dikerek sizden söz almış ve «Size verdiğimiz Kitab’a sımsıkı sarılın; ona kulak verin» demiştik. Onlar da, «İşittik ve isyan ettik» diyerek karşılık vermişlerdi.” (Bakara Sûresi, 93)

Evet, dilleriyle işittik diyorlardı; fakat fiilleriyle işittiklerinin aksini icra ediyorlardı. Onların bu halleri Yüce Huzur’da “İşittik ve isyan ettik” şeklinde değerlendiriliyordu.

İman edenler içinde yine öyleleri oluyordu ki, işittikleri hakikatleri hayata geçirmek yerine, onları kendi hevâları uğruna saptırıyor, eğiyor, büküyor ve neticede Allah ve Resûlünün isteğini değil, kendi arzularını hayata taşıyorlardı. Kur’ân-ı Kerim’de Hazret-i Musâ’ya inanan müminlerin böylesi durumlarına şöyle dikkat çekilir:

“Şimdi (ey müminler!), bunların (Yahudilerin) size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysa içlerinden kısmı, Allah’ın kelamını işitiyor ve iyice anladıktan sonra, onu bile bile tahrif ediyor (değiştiriyor)lardı.” (Bakara Sûresi, 75).

ALLAH'IN VE RASULÜ'NÜN ÇAĞRISI

Hâlbuki gerçek müminler böyle olmamalı, işittikleri hakikatler karşısında kör ve sağır gibi davranmayıp, bütün öz benlikleriyle ilahî kelâma ve Resûlün davetine kulak kesilmeli ve gereğini ifa için de tam bir itaat ve teslimiyetle ittibaya yönelebilmeliydiler. Rabbimiz müminlerin böyle bir ahlâka ve kıvama sahip olmaları gereğini de şöyle beyan eder:

“… (Peygamber ve müminler) şöyle derler: «İşittik ve itaat ettik Ey Rabbimiz! Senden bağışlanma dileriz. Sonunda dönüş ancak Sana olacaktır.” (Bakara Sûresi, 285).

“Sözü dinleyip de onun en güzeline uyanlar var ya, işte onlar Allah’ın hidayete erdirdiği kimselerdir. İşte onlardır gerçek akıl sahipleri”. (Zümer Sûresi, 18)

Bu âyet-i kerime, ilâhî hidayete erişmede dinlemenin ne kadar önemli olduğunu ve fakat gerçek dinlemenin sadece bir şeyi duymakla değil, onu gereği gibi anlama çabasına girmek ve gereğini îfâ etmekle (itaat ve ittiba ile) tamamlanacağına dikkat çekmektedir. Dinlediğini anlama gayretine soyunmamak da hakikatte dinlemek değildir:

“Onlardan sana kulak verenler (dinleyenler) de vardır. Şayet akıllarını kullanmayacaklarsa, sağırlara, sen mi işittireceksin?” (Yunus Sûresi, 42)

Evet, ilâhî mesajı anlama gayretine girmeyen ve üstünkörü dinlemiş gibi görünenler, hakikatte dinlememişlerdir. Şayet bütün gönülleriyle dinlemiş olsalardı, ilâhî hakikatler onları dönüştürmüş olacaktı. Yani itaat ve ittibanın zemini, sözü doğru kavramaktır. Nitekim şu âyet-i kerimenin işaret ettiği hakikat budur:

“Ancak (samimiyetle) dinleyenler (senin da’vetine) icabet ederler.” (En’âm Sûresi, 36)

DİNLEMENİN İLK ADIMI ALLAH'I İŞİTMEK

Dinler gibi yapanlar değil, can kulağı ile dinleyenler Hak’tan gelen hakikatle buluşabilirler. Müminlerden beklenen, öncelikle böyle bir dinleme kalitesine erişmeleridir. Yine onlardan beklenen, dinlediklerinin gereğini yerine getirmek için yol aramalarıdır; yoksa dinlediklerinden kurtulma adına bahane aramak ya da hileye sapmak değil. Yol bulmak için niyetlenenlere, azmedenlere ve bu uğurda mücâhede edenlere, Rahmân ve Rahim olan Yüce Mevlâ, nice yollar açacak ve ellerinden tutup hedeflerine vasıl edecektir.

Bütün bu ilâhî beyanlardan çıkan sonuç şudur: Dinlemenin ilk adımı, bütün benliğiyle mesaja kulak verip “işittim” demek; ikinci adımı, anlamak için akıl ve tefekkür melekelerini çalıştırıp “anladım” demek, üçüncü adımı, anladığı muhtevanın gereğine “gözüm başım üstüne elbette itaat ettim” demek ve nihâyet dördüncü adımı da bu itaati Resûlün peşinden, onun izini sürerek “ittiba ettim” demek suretiyle ilahi mesajı hayata geçirmektir. İşte mümin kulun Allah ve Resülünün daveti karşısında takınacağı tavır ve duruş budur.

Şimdi böyle bir dinleme niyet ve azmi ile Kur’ân-ı Kerim’i âyet âyet yeniden dinlemeli. Habibullah olan Efendimizin hadis-i şeriflerini büyük bir şevk ve iştiyakla yeniden dinlemeli ve nihâyet O’nun ümmetine son mesajı olan Vedâ konuşmasını can kulağıyla yeniden dinlemelidir. Böyle dinlemeli ki Müslüman fert hayat bulsun ve İslâm toplumu yeniden dirilsin ve izzet bulsun!

Bütün öz benliğimizle şimdi kulak kesilelim ve Efendimizin son mesajlarından bir kısmını yeniden dinleyelim:

“Ey insanlar!

Bugünleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübârek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız, nâmuslarınız da öyle mukaddestir; bunlara her türlü tecâvüz haramdır.

Yarın Rabbinize kavuşacaksınız ve bugünkü her hâl ve hareketinizden muhakkak hesâba çekileceksiniz! Sakın benden sonra eski dalâletlere (sapıklıklara) dönüp de birbiri­nizin boynunu vurmayınız!

Aziz dostlarım!

Fâizin her çeşidi kaldırılmış­tır; ayağımın altındadır.

Ne zulmediniz ne de zulme uğrayınız!

Ey insanlar!

Kadınların haklarına riâyet ediniz!

Ey mü’minler!

Haksızlık yapmayınız! Haksızlığa da boyun eğmeyiniz! Ahâlînin haklarını gasbetme­yiniz!

Ey insanlar!

Rabbiniz birdir. Babanız da birdir; hepiniz Âdem’in çocuklarısınız. Âdem ise top­raktandır. Allâh katında en kıymetli olanınız, O’na karşı en çok takvâ sâhibi olanınızdır. Arab’ın Arap olmayana -takvâ ölçüsünden başka- bir üstünlüğü yoktur.

Ey Rabbimiz! Bizleri şerefli Resûlün Muhammed Mustafâ –sallallahu aleyhi ve sellem- vasıtasıyla davet ettiğin tüm hakikatler karşısında “İşittik ve itaat ettik” diyerek razı olacağın bir icabete muvaffak eyle! “İşittik ve isyan ettik” diyenlerden eyleme!

Kaynak: Adem Ergül, Altınoluk Dergisi, 378. Sayı