Allah’a Hakkıyla Hamd Etmek Mümkün müdür?
Hamd ne demektir, nasıl yapılır, Allah’a hakkıyla hamd etmek mümkün müdür? Söz, fiil ve hal ile hamd nasıl olur?
“Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla. Hamd âlemlerin Rabbına mahsûstur.”
HAMDIN EN MÜKEMMELİ
Bu âyetteki “el-Hamd” kelimesinin başındaki harf-i tarîf, yâni “el” takısı hamdin kemâlini gösterir yâni hamdin en mükemmeli demektir. O da: “Allah’ın hamdi Allah içindir. Peygamberlerin, velâyet makamına ermiş kâmillerin hamdi de Allah içindir” demektir. Ya da hamd ve senâ; ister bizâtihî (ayn olarak) isterse melek, beşer ve diğer varlıklardan sâdır olan ârızî şekliyle olsun, aslında mahmûd, adlinde memdûh ve gerçek ma’bûd olan Allah içindir. Nitekim Allah Teâlâ: “Hiçbir şey yoktur ki, Allah’ı hamdi ile tes- bih etmiş olmasın.” (el-İsrâ, 17/44) buyurur. Sûfîlere göre hamd; övgüye lâyık bulunan Allah Teâlâ’nın kemâlini ortaya koymaktır. O’nun kemâli sıfat, fiil ve eserlerinde zâhir olur.
SÖZ, FİİL VE HAL İLE HAMD
Dâvud Kayserî der ki: “Hamd; söz, fiil ve hâl ile olur.” Söz ile olan hamd, dil ile yapılan övgüdür. Hak Teâlâ’yı, peygamberlerinin lisânıyla veya kendini övdüğü şekilde senâ etmektir. Fiilî hamd, Allah’ın rızâsını umarak ve O’nun yüce katına yönelerek ibâdet ve hayır türünden bedenî amelleri yerine getirmektir. Çünkü insanın diliyle hamd etmesi, organlarıyla da gerektiği gibi şükretmesi ve her halükârda müteşekkir bulunması gerekmektedir.
Nitekim Allah Rasûlü (s.a): “Hamd, her halükârda Allah’a mahsustur” (Ebû Dâvud, Edeb, 91; Tirmizi, Edeb, 2.) buyurur. Bu da ancak her organın yaradılış sırrına uygun bir biçimde şerîatın gösterdiği şekilde kullanılmasıyla mümkün olur. Hakk’a kullukla olur. Nefse pay ayırmadan emr-i ilâhîye boyun eğmekle olur.
Hal ile şükür ise rûh ve kalb ile gerçekleşir, ilmî ve amelî kemâlât ile bezenmek, ahlâk-ı ilâhî ile ahlâklanmak sûretiyle kazanılır. Nitekim insanlar, ilâhî ahlâk ile muttasıf olmakla emrolunmuşlardır ki, bu sûretle ahlâkî olgunluk nefislerinde ve kişiliklerinde meleke hâline gelebilsin.
Hakikatte hamd, mazâhir denilen tecellî, zuhûr ve tafsîl makamında Hakk’ın kendi kendisini senâsıdır. Çünkü bu tecellî ve mazharlar Hakk’ın gayrı değildir. “Cem’-i ilâhî” makamında Hakk’ın zâtını söz ile hamdetmesi, Allah’ın ilâhî kitaplarda kendisini anlattığı kemâl sıfatlarıyla olur. Hakk’ın fiilen kendisini hamdi ise cemâl ve celâle âid kemâlâtını gayb âleminden şehâdet âlemine, bâtından zâhire, ilimden ayn’a ızhâr ile sıfatlarının tecelligâhında ve isimlerinin mahallinde göstermesidir. Hakk’ın hal yolu ile hamdi de O’nun feyz-i akdesde ilk tecellîleridir. Ve ezelî nûrun zuhûrudur. Cem’ hâlinde Hâmid de, Mahmûd da; Hamd eden de Hamd edilen de O’dur. Tafsîl makamında ise durum şu şiirde belirtildiği gibidir:
Perde açılmadan önce tüm zaman boyu ben
Zannediyorum ki Seni zikrediyor, Sana şükrediyorum.
Gece ışıdığında ben şâhid oldum ki;
Sen hem Mezkûr hem Zikir, hem de Zâkirsin.
Sözle hamdeden herkes, hamd ettiğine kemâl sıfatlar isnâd ederek tanır ve böyle bir tanımanın tanıtmayı gerektiğini de bilir.
HAKİKİ HAMD MÜMKÜN MÜDÜR?
Hamd; senâ, şükür ve medih anlamlarını da kapsar. Bu yüzden Allah’ın kendisine olan hamdi “lillâh” ta’bîriyle, şükrü “Rabbi’l-âlemîn”, medhi de “er-Rahmânirrahîm ve Mâliki yevmi’d-dîn” ile sâdır olmuştur. Bu üç vecihle kulun Allah’a gerçekten hamd etmesi mümkün değildir. Kul, ancak taklîd yoluyla ve mecâzî olarak hamdedebilir. Çünkü O’nun zâtına ve sıfatlarına lâyık bir senâ ve medih O’nu, zât ve sıfatlarının künhüne vâkıf olarak bilmenin bir bölümüdür. Nitekim Allah Teâlâ: “Onların ilmi, O’nu ihâta edemez” (Tâhâ, 20/110) “Onlar Allah’ı gereği gibi tanıyamadılar.” (el-En’âm, 6/91) buyurmaktadır.
Kulların mecâzî ve taklîdî hamdine gelince; Mi’râc gecesinde Hz. Peygamber (s.a)’e Yüce Allah’ın: “Beni senâ et!” hitâbı karşısında: “Ben Seni gerçek anlamda senâ edemem” demişti. Ancak ilâhi emre imtisâl ile ubûdiyetini arzedebilmek için: “Sen kendini nasıl senâ ettiysen; ben de Seni öylece senâ ediyorum” (Müslim, Salât, 222; Ebû Dâvud, Vitr, 5; Tirmizi, Deavât, 112; Nesâî, Tatbîk. 47, 71; İbn Mâce, İkame, 117; Muvatta’, Kur’ân, 31. ) demişti. İşte bu taklîdî bir senâdır. Bize de bu anlamda taklîdî senâ emredilerek: “el Hamdü lillâh de” (el-İsrâ, 17/111) buyrulmuştur. Ayrıca “Gücünüz yettiği kadar Allah’a karşı takvâ üzre olunuz” (et-Teğâbün, 64/16) buyurulmaktadır. et-
Te’vîlâtü’n-Necmiyye adlı eserde böyle anlatılmaktadır. Şeyh Sa’dî (k.s.) de şöyle der:
Vücûdumdaki her kıl O’nun bir ihsânıdır
Ben her kıl için nasıl şükre muktedir olabilirim?
Kaynak: İsmail Hakkı Bursevi, Ruhül Beyan Tefsiri, Erkam Yayınları