Allah’a İman Hakkında Bunları Biliyor Musunuz?
Allah ne demek? İsm-i Azam nedir? Allah’a iman ne demektir? Allah’ın en güzel isimleri nelerdir? Allah’a nasıl iman etmeliyiz? Allah’a iman ile ilgili ayet ve hadisler nelerdir? Allah’a iman hakkında bilinmesi gerekenler.
Kâinatı ve kâinatta bulunan tüm varlıkları yaratan, koruyan, yöneten ve devam ettiren Allah Teâlâ’dır. O, başlangıcı olmayan, sonu bulunmayan, açıkta olan, gizli bulunan, her şeye gücü yeten, her şeyi bilen, işiten, gören, dileyen ve dilediğini yapandır. Allah araz olmadığı gibi, cisim, cevher, sûret ve şekil de değildir. Bir şeyin parçası ve bileşiği de değildir. Sınırı yoktur, cins ve keyfiyet ile nitelenemez. Mekândan münezzehtir, üzerinden zaman geçmez. Her yerde her an bulunur ve her şey O’nun gözü önündedir. O, gözleri görür, fakat gözler O’nu idrak edemez. Hiçbir şey O’na benzemez. Eşi, dengi ve benzeri yoktur. Bütün mülkün gerçek sahibi, emir ve hüküm koymada tek yetkili, övülmeye, itaat ve ibadet edilmeye lâyık en yüce varlık Allah Teâlâ’dır.
Yüce Allah Kur’an-ı Kerîm’de kendisini şöyle tanımlar: “De ki: O, Allah birdir. Hiçbir şeye muhtaç değildir, her şey O’na muhtaçtır. O, doğurmamış ve doğmamıştır. O’nun hiçbir dengi yoktur.” [1] “Allah, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayan, sürekli diri ve yaratıklarını koruyup yönetendir. O’nu ne bir uyuklama ve ne de bir uyku tutmaz. Göklerde ve yerde olanların hepsi O’nundur. O’nun izni olmadan, katında kim aracılık edebilir? O, onların geçmişlerini ve geleceklerini bilir. Onlar ise, O’nun ilminden, O’nun dilediğinin dışında hiçbir şeyi kavrayamazlar. O’nun Kürsüsü, gökleri ve yeri kaplamıştır. Gökleri ve yeri koruyup gözetmek O’na ağır da gelmez. O, çok yüce, çok büyüktür.” [2]
ALLAH NE DEMEKTİR?
“Lafza-i celâl” denilen Allah kelimesi, Cenâb-ı Hakk’ın zat, sıfat ve fiillerini hep birlikte ifade eder. Bütün kemal sıfatları bu kelimede toplanmıştır. Dilcilerin kuvvetli görüşüne göre, bu kelime Arapça olup, herhangi bir kelimeden türemiş değildir. Yalnız Cenâb-ı Hakk’a ait özel isimdir. İkil veya çoğulu yoktur. Bir dilde, cinsleri olan varlıkların isimleri çoğul yapılabilir. Ancak çeşitli dillerde Allah Teâlâ’nın değişik isimleri olabilir. Türkçe’de Tanrı; Farsça’da Hudâ ve Yezdân; İngilizce’de God; Fransızca’da Dieu gibi isimler her ne kadar Allah isminin yerine geçmezse de ilâh, rab, ma’bud, mevlâ gibi âyet ve hadislerde geçen Allah’ın diğer isimlerinin yerine kullanılabilir. Arapça’da ilâhın çoğuluna “âlihe”; rabbın çoğuluna “erbâb”; Farsça’da Hudâ’nın çoğuluna “Hudâyân” denildiği gibi, Türkçe’de de “ilâhlar, rabler, ma’budlar ve tanrılar” şeklinde çoğul yapılır. Bu yüzden de tanrı kelimesi, tam olarak Allah kelimesinin yerini tutmaz.
Buna göre, İslâm’ın temel ilkesi olan, “Lâ ilâhe illâllah (Allah’tan başka ilâh yoktur)”, tevhid kelimesi, tercüme edildiği zaman“(İlâhtan başka ilâh yoktur)” şeklini alır ki, Allah kelimesi “ilâh” kelimesiyle tercüme edilmiş bulunur. Bu da yanlış bir tercüme olur. Çünkü ilâh cins isim, Allah ise özel isimdir. “Tanrıdan başka Tanrı yoktur” tercümesinde de aynı yapıyı görmek mümkündür. Ancak bu durum, yüce yaratıcı kastedilerek başka isimlerin kullanılamayacağı anlamına gelmez. Cenâb-ı Hakk’ın doksan dokuz isminin bulunması ve Kur’an-ı Kerim’de en güzel isimlerin O’na ait olduğunun bildirilmesi,[3] bu isimlerden arzu edilenle veya istenilecek konuya uygun olarak seçilecek bir isimle dua etmenin caiz olduğunu gösterir. Bu isimlerin başka dile tercümesi mümkündür. Bunlardan her biri Cenâb-ı Hakk’ın sıfatlarıyla yakından ilgili ve genel olarak onlardan alınan isimlerdir.
İSMİ AZAM NEDİR?
Allah’ın en büyük ismi anlamına gelen, “İsm-i Azam”, terim olarak, Cenab-ı Hakk’ın Kitap ve sünnette yer alan bazı isimleri için kullanılmıştır.
Bir grup İslâm bilgini, Allah’ın isimlerinin eşit derecede olduğunu söylemişse de, başka bir grup, hadisleri delil olarak alıp, bazı isimlerin diğerlerinden daha büyük ve faziletli olduğu görüşünü benimsemiştir. Bazı hadislerde, bu isimle dua edildiği zaman, duanın kabul edileceği bildirilmiştir.[4]
Ashâb-ı kiramdan Esmâ Binti Yezid, Ebû Umâme ve Übey İbn Ka’b (r. anhüm)’den gelen bir rivâyete göre, Hz. Peygamber, ism-i a’zamın Bakara, Âl-i İmran ve Tâhâ sûrelerinde bulunabileceğini bildirmiştir. Bu üç sûrenin bütün âyetleri karşılaştırıldığında, ortak olan âyetin, “Allahü lâ ilâhe illâ hüve’l-hayyü’l-kayyûm” olduğu görülür.[5] Burada “hayy (diri) ve kayyûm (her şeyi ayakta tutan, yöneten)” isimleri dikkati çeker.
Allah’ın elçisi, bir gün Hz. Âişe’ye, “kendisiyle dua edildiğinde, Allah’ın duayı kabul ettiği ismini, bana bildirdiğini biliyor musun?” buyurmuş, Hz. Aişe’nin bu duayı kendisine öğretmesini istemesi üzerine de; “Ey Âişe! Onu sana bildirmem uygun olmaz. Çünkü onunla dünyaya ait bir şey istemen uygun düşmez.” cevabını vermiştir.[6]
Buna göre Hz. Peygamber, Allah’ın en büyük isminin hangisi olduğunu kesin olarak bildirmek istememiş, fakat bazı ip uçları ve işâretler vermiştir. Konu ile ilgili hadislerin bir kısmında Allah ismi, bir kısmında ise rahmân, rahîm (esirgeyen, bağışlayan), hayyü’l-kayyûm (diri olan ve her şeyi ayakta tutan), zü’l-celâl ve’l-ikrâm (ululuk ve ikrâm sahibi) gibi isimler Allah’ın en büyük ismi olarak belirtilmektedir.
ALLAH’IN EN GÜZEL İSİMLERİ
En güzel isimler tamlaması, Allah’ın bütün isimleri için kullanılan bir terimdir. Bunlara “esmâ-i ilâhiye” de denir. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulur: “En güzel isimler Allah’ındır. O halde O’na bu isimlerle duâ edin.” [7] “En güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde olanlar O’nun şanını yüceltmektedirler. O mutlak üstündür, tam hüküm ve hikmet sahibidir.” [8] Allah’ın isimlerinin çok olması, bu isimlerin sahibinin birden çok olmasını gerektirmez. “De ki: İster Allah deyin, ister rahmân deyin, hangisini deseniz olur.” [9]
Hz. Peygamber bir hadislerinde, Allah Teâlâ’nın 99 isminin bulunduğunu, bu isimlere inanan ve inancı doğrultusunda yaşayan kişinin cennete gireceğini bildirmiştir.[10] Cenâb-ı Hakk’a, bu isimlerle hitab ederek dua edilmesi, duanın kabulüne sebep olur. Ancak ilâhî isimler 99’dan ibaret de değildir. Bunlar Cenâb-ı Hakk’ın en meşhur isimleridir.
Tirmizî ve İbn Mâce’nin rivâyet ettikleri bir hadiste bu 99 isim tek tek sayılmıştır.[11] Bu isimler şunlardır:
1.Allah,
2.Rabb,
3.Rahmân (esirgeyen),
4.Rahim (bağışlayan),
5.Melik (buyrukları tutulan),
6.Kuddûs (eksikliklerden arınmış)
7.Selâm (esenliğe çıkaran)
8.Mü’min (güven veren),
9.Müheymin (hükmü altına alan),
10.Azîz (mutlak üstün),
11.Cebbâr (zorla boyun eğdiren),
12.Mütekebbir (yegâne büyük),
13.Hâlik (yaratıcı),
14.Bârî (eksiksiz yaratan),
15.Musavvir (her şeye şekil veren),
16.Gaffâr (çok bağışlayan),
17.Kahhâr (isyankârları kahreden),
18.Vehhâb (karşılıksız veren),
19.Rezzâk (çok rızık veren),
20.Fettâh (hayır kapılarını açan),
21.Alîm (her şeyi bilen),
22.Kâbız (ruhları alan),
23.Bâsıt (rızkı genişleten),
24.Hâfid (küfür ehlini alçaltan),
25.Râfi’ (mü’minleri yükselten),
26.Muiz (yücelten, azîz kılan),
27.Müzill (değersiz kılan),
28.Semî’ (her şeyi işiten),
29.Basîr (her şeyi gören),
30.Hakem (hükmeden, iyiyi kötüden ayırt eden),
31.Adl (adaletli),
32.Latîf (kullarına lütfeden),
33.Habîr (her şeyden haberli olan),
34.Halîm (yumuşaklık sahibi),
35.Azîm (azametli olan),
36.Gafûr (çok bağışlayıcı),
37.Şekûr (az amele bile çok ecir veren),
38.Âlî (yüce, yüceltici),
39.Kebîr (büyük),
40.Hâfız (koruyucu),
41.Muhît (kuşatan),
42.Hasîb (hesaba çeken),
43.Celîl (yücelik sıfatları bulunan),
44.Kerîm(çok cömert, bağışlayan, günahın yerini sevapla dolduracak kadar bağışı bol)
45.Rakîb (gözeten),
46.Mucîb (duaları kabul eden),
47.Vâsî (ilmi ve rahmeti geniş),
48.Hakîm (hikmet sahibi),
49.Vedûd (mü’minleri seven),
50.Mecîd (şerefi yüksek),
51.Bâis(öldükten sonra dirilten ve peygamber gönderen),
52.Şehîd (her şeye tanık olan),
53.Hakk (gerçeğin ta kendisi),
54.Vekîl (kulların işlerini yerine getiren)
55.Kavî (güçlü),
56.Metîn (güçlü, kuvvetli, sağlam),
57.Velî (mü’minlerin dost ve yardımcısı),
58.Hamîd (övgüye lâyık),
59.Muhsî (her şeyi sayan, bilen),
60.Mübdî (yoktan var eden),
61.Muîd (öldürüp, yeniden dirilten),
62.Muhyî (hayat veren, dirilten),
63.Mümît (öldüren),
64.Hayy (diri),
65.Kayyûm (her şeyi ayakta tutan),
66.Vâcid (istediğini istediği anda bulan),
67.Vâhid (şanı yüce ve keremi bol),
68.Samed (hiçbir şeye muhtaç olmayan),
69.Kadîr (kudret sahibi),
70.Muktedir (her şeye gücü yeten),
71.Mukaddim (istediğini öne alan),
72.Muahhir (istediğini geri bırakan),
73.Evvel (başlangıcı olmayan),
74.Âhir (sonu olamayan),
75.Zâhir (varlığı açık olan),
76.Bâtın (zat ve niteliği gizli olan),
77.Vâlî (sahip),
78.Müteâlî (eksikliklerden yüce),
79.Berr (iyiliği çok olan),
80.Tevvâb (tevbeleri çok kabul eden),
81.Müntekim (isyancılardan intikam alan),
82.Afüv (affedici),
83.Raûf (şefkati çok olan),
84.Mâlikü’l-mülk (mülkün gerçek sahibi),
85.Zü’l-celâli ve’l-ikrâm (ululuk ve ikram sahibi),
86.Muksit (adaletli),
87.Câmi’ (birbirine zıt şeyleri bir araya getirebilen),
88.Ganî (zengin, kimseye muhtaç olmayan),
89.Muğnî,(dilediğini muhtaç olmaktan çıkaran)
90.Mâcid (şanı yüce),
91.Mâni’ (istediği şeylere engel olan),
92.Dârr (dilediğini zarara sokan),
93.Hâdî (hidâyete erdiren),
94.Bedî’ (çok güzel yaratan),
95.Bâkî (varlığı sürekli olan),
96.Vâris (mülkün gerçek sahibi),
97.Reşîd (yol gösteren),
98.Sabûr (çok sabırlı),
99.Nâfi’ (dilediğine fayda veren). [12]
İnsanda Allah fikri ve kutsal bir varlığa bağlanma meyli fıtrî ve doğuştandır. Nitekim Âdem (a.s)’in birtakım isim ve bilgilerle mücehhez kılınması ve yeryüzünde Allah’ın bir halifesi, yani yeryüzünde O’nun adına hareket edecek bir temsilci olarak gönderilmesi bunu gösterir.[13]
Peşin hükümlerden arınmış ve objektif düşünme yeteneği kazanmış olan akıl, Allah’ın varlığını kavramakta güçlük çekmez. Özellikle yalnızlık ve felâket anlarında ruhun derinliklerindeki bu duygu kendini gösterir.
Kur’an-ı Kerim’de büyük bir sıkıntı, felâket ve darlıkla karşılaşan kimsenin Allah’a yönelişi şöyle tasvir edilir: “İnsana bir zarar dokunduğu zaman yan üstü yatarak veya oturarak yahut ayakta bize yalvarır. Fakat biz onun sıkıntısını giderdiğimiz zaman, sanki kendine dokunan bir zarardan dolayı bize hiç yalvarmamış gibi, eski yoluna döner gider.” [14]
Deniz yolculuğunda karşılaşılan sıkıntılar da yolculara daima Allah’ın varlığını hatırlatır. Ayetlerde bu durum şöyle ifade buyurulur: “Sizi karada ve denizde yürüten O’dur. Gemide olduğunuz zamanı düşünün: Gemiler, yolcuları hoş bir rüzgârla alıp götürdüğü ve yolcular bununla sevindikleri bir sırada, birden gemiye, şiddetli bir kasırga gelip de, her yerden gelen dalgalar onları sardığı ve artık kendilerinin tamamen kuşatıldıklarını, (bir daha kurtulamayacaklarını) sandıkları zaman, dini yalnız Allah’a hâlis kılarak O’na yalvarmaya başlarlar: “Andolsun, eğer bizi bundan kurtarırsan, şüphesiz şükredenlerden olacağız.” (derler). Fakat Allah onları selâmete erdirince de, bakarsın ki, yeryüzünde yine haksız yere taşkınlıklarda bulunuyorlar.” [15]
Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünmek, bunların bir rastlantı sonucu var olamayacağını anlamak için yeterlidir. Gök cisimlerinin dengeli hareketi, galaksilerin akla durgunluk veren büyüklüğü ve ince hesaplarla uzaydaki seyirleri, sonsuz kudret sahibi Allah’ın varlığını gösteren delillerdir. Dünyamızdan 1,3 milyon kat daha büyük olan güneşin uzayda her metre kareye 167.400 beygir gücü kadar enerji yayması, bu enerjilerin ancak, iki milyonda birinin dünyamıza ulaşması, bu dev enerji kaynağının büyük yıldızlar safına bile girmemesi, bize evrenin büyüklüğü ve onu yaratanın yüceliği hakkında bir fikir vermektedir. Saniyede üçyüz bin kilometre hızla giden ışık üzerinde düşündüğümüzde, dünyamıza 150 milyon km. kadar uzaklıkta bulunan güneşin ışığı 7,5-8 dakikada dünyamıza ulaşırken, en yakın sayılan kutup yıldızı ışığının 40 yılda ulaşması ve dünya yaratılalıdan beri halen ışığı dünyamıza ulaşamamış uzaklıktaki yıldızların belirlenmiş olması, pozitif bilimin Allah’a imanı güçlendiren verilerindendir.
İnsan, yer ve göklerin yaratılışı üzerinde düşünmeye teşvik edilir. Âyetlerde şöyle buyurulur: “Onlara, gökleri ve yeri kimin yarattığını sorsan, şüphesiz; ‘Allah’ derler. Sen de; ‘el-hamdü lillâh (hamd, Allah’a mahsustur)’ de”.[16] “De ki göklerin ve yerin Rabbi kimdir? De ki: “Allah’tır” [17]
“Üstlerindeki göğe bakmıyorlar mı? Onu, nasıl yapmış ve nasıl süslemişiz? Onda hiçbir çatlak yoktur. Ve yeri nasıl uzatmışız, tespit edici kazıklar atmışız ve orada gönül açan her türlü çifti bitirmişiz. Bütün bunlar, Allah’a yönelen her kul için bir ibret ve öğüttür.” [18]
Diğer yandan bütün delillerin ve yaratma zincirinin Cenâb-ı Hakk’a bağlanıp, daha ilerisinin düşünülmemesi gerekir. “Allah bütün varlıkları yarattı, fakat Allah’ı kim yarattı?” gibi bir soru yersizdir. Çünkü Allah Teâlâ ezelîdir, başlangıcı yoktur, doğmamış ve yaratılmamıştır. Akıl, sonradan var olmuş şeylerin, bir var edene muhtaç olduğunu ve bu zincirin Allah’ta sona ermesi gerektiğini kabul ve ispat etmiştir. Şeytanın kendisine bu şekilde bir vesvese verdiğini söyleyen bir sahabiye Rasûlullah (s.a.s); “Ben Allah’a iman ettim” demekle yetinmesini tavsiye etmiştir. [19]
ALLAH’IN SIFATLARI
Alemlerin yaratıcısı ve Rabbi olan Allah’ın güzel isimleri yanında, eşsiz ve benzersiz sıfatları vardır. Allah’a imanın bu sıfatlara imanı da kapsaması gerekir. Çünkü Cenâb-ı Hakk’ı bilmek sıfatlarıyla olur.
Allah’ın sıfatları ile yaratıklarının sahip olduğu sıfatlar birbirinden farklıdır. Her şeyden önce yaratıklara bazı nitelikleri veren yine Allah’tır. Ancak bu nitelik ve yetenekler varlıklarda sınırlı, vasıtalı ve sonuç olarak Allah’ın yaratması ve yardımıyla iş görebilir.
Allah’ın sıfatları zâtî, subûtî ve fiilî olmak üzere üçe ayrılır:
a) Zâtî sıfatlar
Allah’ın zatıyla birlikte olan, ondan ayrı kabul edilmeyen sıfatlardır. Bunlara “selbî sıfatlar” da denir. Bunlar, Allah’ın yüceliği ve kemaliyle çelişen sıfatları O’ndan kaldırdığı ve bütün noksan sıfatlardan tenzih ettiği için bu adı almıştır.
Zâtî sıfatlar altı tane olup; vucûd, kıdem, bekâ, vahdâniyet, muhâlefetün li’l-havâdis ve kıyam binefsihidir.
1. Vücûd: “Var olmak” demektir. Buna “sıfat-ı nefsiye” de denir. Allah olmasaydı hiçbir şey var olamazdı. Kâinâtın varlığı O’nun varlığına en büyük tanıktır. Hiçbir şey ne kendi kendine var olabilir ne de yok olabilir. Allah Teâlâ’ya; varlığının mutlak gerekli olması, var olmayışının mümkün bulunmaması sebebiyle “Vâcibu’l-Vücûd (varlığı mutlak gerekli olan)” denir.
Varlığın zıddı olan yokluk, Allah Teâlâ için düşünülemez. Allah’ın varlığı başka bir varlık vasıtasıyla olmayıp, ilâhi vücûdu zâtının gereğidir. Yukarıda, Allah Teâlâ’nın varlığı ile ilgili olarak zikrettiğimiz deliller “vücûd” sıfatının da delilleridir.
2. Kıdem: “Başlangıcı olmamak, ezelî olmak” demektir. Allah Teâlâ’nın öncesi ve başlangıcı yoktur. O kadîm ve ezelîdir. Geçmişe doğru ne kadar gidilirse gidilsin Allah’ın var olmadığı bir zaman düşünülemez. Eğer Allah ezelî olmasaydı, sonradan meydana gelmiş olması gerekirdi. Her sonradan olanın bir yaratıcıya ihtiyacı vardır. Allah’ın varlığı, zatının gereğidir, yani varlığı kendindendir.
Allah’ın ezelî sıfatları: Hayat, ilim, semî’, basar, kudret, kelâm, irade ve meşiyyet, yaratma ve rızık vermedir.[20]
Kur’an-ı Kerim’de Cenâb-ı Hakk’ın ezelî oluşu şöyle beyan edilir: “O, her şeyden öncedir, kendisinden sonra hiçbir şeyin kalmayacağı sondur, varlığı açıktır, gerçek niteliği (yaratılanlar için) gizlidir. O her şeyi bilendir.” [21]
Sonuç olarak dünyada ve evrende bütün varlıkların öncesi, yani bulunmadıkları bir zaman vardır. Allah Teâlâ ise zaman ve mekândan münezzeh olarak vardır. Zaman kavramı, dünya ile bazı gezegen, yıldız, yıldız kümesi veya galaksiler arasında ortaya çıkan bir süreçtir. Allah hakkında ilerleyen bir zaman sürecinin bulunmaması; başlangıç ve sonunun olmamasını, başka bir deyimle ezel ve ebedi, kıdem ve bekayı ifade eder.
3. Bekâ: “Varlığının sonu olmamak, ebedî olmak” demektir. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulur: “Yeryüzündeki her şey yok olucudur, fânîdir. Celâl ve ikram sahibi olan Rabbinin varlığı ise ebedidir.” [22] “O, her şeyden öncedir, kendisinden sonra hiçbir şeyin kalmayacağı sondur..” [23] Bu âyetler, Allah’ın ebedî olduğuna delâlet eder. Varlığını devam ettirememe âcizliktir. Âcizlik ise eksikliktir. Allah bütün eksikliklerden uzaktır. O, sonsuz kudret sahibidir. O’nu yok edecek bir güç de mevcut değildir.
4. Vahdâniyyet: “Allah’ın bir olması” demektir. Allah, zatında, sıfatlarında ve fiillerinde tektir. Allah’ın zatı cüz ve parçalardan oluşmamıştır, cisim değildir, eşi ve benzeri yoktur. Yarattıklarına benzemez. Allah’ın sıfatları da, yaratıklarının sıfatlarına benzemez. Fiillerinde tek oluşu, yaratmada tek olması demektir. Yoktan var etme anlamında yaratma Allah’a aittir. Allah’ın bir tek oluşu İhlâs sûresinde şöyle ifade edilir: “De ki: O Allah bir tektir. Allah hiç bir şeye muhtaç değil, her şey O’na muhtaçtır. O doğurmamıştır ve doğmamıştır. Hiçbir şey O’na denk değildir.” [24]
Kâinatı yaratan ve yöneten birden fazla ilâh olsaydı, farklı yönde istek ve iradeleri olunca, birisinin dediği gerçekleşir, diğeri âciz kalırdı. Âciz kalan ise ilâh olamazdı. İlâhlar arasındaki bu tezatlar kâinatın düzenini bozardı. Bu durum Kur’an-ı Kerim’de şöyle belirtilir: “Yerde ve gökte, Allah’tan başka ilâhlar bulunsaydı, yer ve gök harap olurdu” [25] “Allah’tan başka bir yaratıcı var mıdır?” [26] “O gün, güç kimindir? En büyük egemen olan Allah’ındır.” [27]
Alemde bir düzenin oluşu ve bozulmadan devam edişi, bir tek Allah’ın eseridir. İlâhta birlik, evrende birliği, uyum ve düzeni getirmiştir. Allah’ın ortağı bulunsa bu düzen bozulurdu. Âyette şöyle buyurulur: “Onun yanında hiçbir ilâh yoktur. Eğer olsaydı, şüphesiz her tanrı kendi yarattığını kabullenir ve korur, kimisi de diğerine üstün olmaya çalışırdı..” [28]
İnsanlar tarih boyunca zaman zaman yollarını şaşırarak Allah’ın yanında başka tanrılara da yer vermişlerdir. Buna “şirk (ortak koşma)” denir. Bunu yapana da “müşrik” adı verilir. Şirk koşmak iki türlü olur:
a) Allah’ın yanında başka bir varlığı da tanrı kabul etmek. İnsan, put, ağaç, hayvan vb. şeyler gibi.
b) İbadetlerde ve amellerde Allah’a eş, ortak koşmak. Amellere riya, gösteriş karıştırmak gibi.
Allah, müşriklerin nitelendirmesinden uzaktır. O, çocuk edinmemiştir. O’nun yanında başka bir ilâh yoktur. Olsaydı, yukarıda sözünü ettiğimiz şekilde belirtiler ortaya çıkar, evrende düzensizlikler görülürdü.
Kur’an-ı Kerim’de Hıristiyanların şirkinden şöyle söz edilir: “Allah üç ilâhtan üçüncüsüdür, diyenler şüphesiz kâfir olmuşlardır.” [29] Buna göre Allah, Mesih İsa ve Rûhu’l-Kudüs olarak üç ilâhı birlikte kabul eden (teslise inanan) Hıristiyanlar vahdaniyet inancından uzaklaşmışlardır. “Şüphesiz, Allah Meryem oğlu Mesih İsa’dır, diyenler küfre girmişlerdir.” [30] âyeti de, onların Allah’a “oğul” isnat ederek, düştükleri başka bir şirk halini belirtir.[31]
Hıristiyanların benimsediği gibi üç tane ilâh bulunsaydı, aralarında evreni ve merkez gücü ele geçirmek için bir çatışma kaçınılmaz olurdu. Şu âyette böyle bir varsayımın sonucuna işaret edilir: “De ki; eğer dedikleri gibi Allah’la beraber tanrılar bulunsaydı, o takdirde hepsi arşın sahibi olmaya yol ararlardı. O, onların bu söylediklerinden uzaktır. Yücedir. Uludur.” [32]
5. Muhâlefetün li’l-havâdis: “Sonradan olan şeylere benzememek” demektir. Allah hiçbir şeye benzemez, hiçbir şey de Allah’a benzemez. Allah’ın zâtî sıfatlarıyla, yarattıklarına benzemesi mümkün değildir. Çünkü Allah kadîm ve ezelîdir, başlangıcı yoktur. Varlıklar ise sonradan meydana gelmişlerdir. Allah ebedîdir, bâkîdir. Varlıklar ise sonlu ve ölümlüdürler. Diğer yandan varlıklar bir takım cüz ve parçalardan oluşmuşlardır. Cenâb-ı Hakk’ın zatı için böyle bir şey söz konusu değildir.
Biz, yüce Allah’ı nasıl düşünürsek düşünelim, O, bizim düşündüğümüz, tasavvur ettiğimiz şekillerin hiç birisine benzemez. Çünkü insan, gördüğü, duyduğu ve bildiği varlıkları tasavvur edebilir. Bunlar sonradan yaratılan varlık ve şekiller olur. Allah ise sonradan yaratılanlara benzemez. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulur: “Göklerin ve yerin yaratıcısı, sizin için kendinizden eşler, hayvanlardan da çiftler var etmiştir. Sizi bu şekilde çoğaltır. O’nun benzeri bir şey yoktur. O her şeyi işitendir, görendir.” [33]
Allah’ın yaratılanlara benzememesi sıfatı; diğer varlıklarda bulunan cisimlik, cevherlik, arazlık, cüz ve parçalardan oluşma, yemek, içmek, oturmak, uyumak, üzüntülü, kederli veya sevinçli olmak gibi sıfatlardan da uzak olduğunu ifade eder. Bazı âyetlerde Allah’a isnat edilen “el, yüz ve arşı istivâ-istilâ etmesi” gibi ifadeler Allah’ın başka varlıklara benzediğini göstermez. Bunlar mecaz anlamında kullanılmıştır. Allah’ın eli, “kudret”; yüzü, “zât”; Arşın üzerine oturma ise, “Arşa hâkim olma, hükmünü geçirme” olarak yorumlanmıştır.[34]
6. Kıyâm binefsihî: “Varlığı kendisinden olmak, var olmak için başka bir varlığa ihtiyaç duymamak” demektir. Allah Teâlâ’nın varlığı kendisinden olup başkasından değildir. Diğer bütün varlıklar, kendisi dışında bir varlığın yaratmasına muhtaç olduğu halde, Allah, kendisini yaratacak bir yaratıcıya, oturacağı bir yere, mekâna veya başka bir varlık, cisim veya güce muhtaç değildir.
Varlıklar mümkün ve vâcib olmak üzere ikiye ayrılır. Allah’ın dışında bütün görülen veya görülmeyen varlıklar mümkün varlıklardır. Bunların varlıkları ile yoklukları eşittir. Allah dilediği için var olmuşlardır. Yok olmalarını dilerse, o anda yok olurlar. Kur’an-ı Kerim’de varlıkların bu özelliği şöyle ifade buyurulur: “Gökleri ve yeri yaratan Allah, onların benzerini yaratmaya güç yetiremez mi? Elbette güç yetirir. Çünkü her şeyi yaratan ve her şeyin gerçeğini bilen O’dur. O, bir şeyin olmasını dilediği zaman, O’nun buyruğu o şeye yalnızca “Ol” demektir. O da hemen oluverir.” [35]
İşte bu varlıkların yaratıcısını akıl zorunlu olarak kabul eder. Bu yüzden de Allah’ın varlığı “vâcib”tir. Akıl başka türlüsünü kabul etmez. Allah’ın varlığı kendi zâtının gereğidir. O, kendisini Kur’an-ı Kerim’de ne şekilde tanıtmışsa, O’nu o şekilde bilmek ve tanımak zorunluluğu vardır.[36]
Kısaca açıkladığımız bu zâtî sıfatların zıtları Allah Teâlâ için düşünülemez. Çünkü O, yaratılan değil, yaratandır.[37]
b) Subûtî Sıfatlar
Bunlar, varlığı zorunlu olan ve kemal ifade eden sıfatlardır. Sübûtî sıfatların zıtları olan özellikler Allah hakkında düşünülemez. Bu sıfatlar ezelî ve ebedî olup, diğer yaratıkların sıfatları gibi sonradan meydana gelmiş değildirler. İster hay (diri), âlim (bilen), kadîr (güç sahibi) gibi dil kuralları açısından sıfat kelimeler olsun, isterse hayat, ilim, kudret gibi mastar kalıbındaki kelimeler olsun bütün sübûtî sıfatlar Allah’a verilebilir. Kullanımda insanların sıfatlarına benzerlik olsa da, gerçekte Allah’ın sıfatları sonsuz, mutlak, ezelî ve ebedî iken, insanlara ait sıfatlar sonlu, sınırlı ve sonradan yaratılmış, eksik ve yetersiz sıfatlardır.[38] Sübûtî sıfatlar sekiz tane olup şunlardır:
1. Hayat: “Diri ve canlı olmak” demektir. Yüce Allah diridir. Günlük hayatta, bir fiili, hareketi ve eylemi ancak diri olan varlığın yapabildiğini görürüz. Ölünün bir eylemi görülmez. Allah’ın diriliği, yaratıklarda görülen ve maddenin ruh ile birleşmesinden doğan geçici ve maddî bir dirilik olmayıp, başlangıcı ve sonu bulunmayan, bir dış etken ve desteğe de muhtaç olmayan diriliktir. Ölüm bir eksiklik sıfatıdır. Allah ise eksikliklerden uzaktır.
Kur’an-ı Kerim’de bu sıfatla ilgili olarak şöyle buyurulur: “Ölmeyen diriye güvenip dayan ve O’nu övgüsüyle tesbîh et..” [39] “Allah, kendisinden başka ilâh olmayan, sürekli diri olan ve yarattıklarını görüp gözetendir..” [40] “(Artık bütün) yüzler, diri ve her şeye hâkim olan Allah için eğilip boyun bükmüştür..” [41]
2. İlim: “Bilmek” demektir. Allah her şeyi bilendir. Olmuşu, olanı, olacağı, gelmişi, geçmişi, gizliyi, açığı bilir. Bunları gerek bütün halinde, gerekse parça ve ayrıntı olarak bilir. Bu bilgi bir araç ve alete bağlı değildir, Cenâb-ı Hak’la birlikte vardır, ezelî ve ebedîdir. O’nun ilmi insanların ilmi gibi sınırlı, düşünce, tefekkür ve muhâkemeye dayalı bir ilim değildir. Allah her şeyi meydana geleceği için bilir, yoksa hiç bir şey Allah bildiği için meydana gelmez. İlim sıfatının zıddı olan bilgisizlik (cehl) Allah hakkında düşünülemez.
Bazı filozofların, “Allah geneli bilir, detayları bilmez” iddialarını kelâmcılar reddetmiştir. Çünkü böyle bir düşünce tarzı, Allah’ın ilim sıfatı ile çelişir ve O’na eksiklik isnat etmek olur.
İlim sıfatıyla ilgili olarak Kur’an’da pek çok âyet vardır. Biz bunlardan dört tanesini zikredeceğiz: “Gaybın anahtarları yalnız O’nun yanındadır. Onları ancak O bilir. O, karada ve denizde ne varsa bilir. Düşen hiçbir yaprak yoktur ki, onu bilmesin. Yerin karanlıklarında olan hiçbir tohum, yaş ve kuru, hiçbir şey yok ki, apaçık bir Kitap’ta (yazılı) bulunmasın.” [42] “Göklerde ve yerde olanları Allah’ın bildiğini görmüyor musun?” [43] “Siz, sözünüzü ister gizleyin, ister açığa vurun, şüphe yok ki O, göğüslerin içindekini çok iyi bilendir.” [44] “O, gözlerin hain bakışlarını ve kalplerin gizleyeceği her şeyi bilir.” [45]
Allah’ın ilminin genişliği de âyetlerde şöyle açıklanmıştır: “De ki: Rabb’imin sözlerini yazmak için bütün denizler mürekkep olsa ve bir o kadar da ilâve getirsek bile, Rabb’imin sözleri bitmeden önce denizler tükenecektir.” [46] “Yeryüzündeki ağaçlar kalem, denizler de mürekkep olsa ve yedi deniz daha katılsa da yazılsa, Allah’ın kelimeleri bitmezdi.” [47]
Varlıkların yaratılışında görülen ince hesap, denge, mantık, hikmet ve fizik kurallar, bunları yaratıp yönetenin her şeyi bildiğini gösterir.
3. Semî’: “İşitmek” demektir. Allah her şeyi işitir, en gizli sesler, hareketler O’nun işitmesinin dışında kalmaz. Allah’ın işitmesi diğer canlıların işitip bilmesine benzemez. Diğer varlıklar işitebilmek için kulak, ses, sesi ileten hava titreşimi, elektriksel iletişim araçları gibi aracılara ihtiyaç duydukları halde, Allah bir aracıya muhtaç olmaksızın duyar. Bu sıfatın zıddı olan işitmeme, Allah hakkında düşünülemez. Çünkü O, bu gibi eksikliklerden uzaktır. İşitme sıfatı Kur’an-ı Kerim’in pek çok âyetinde, genellikle görme (basar) veya bilme sıfatıyla birlikte zikredilmektedir. Birer örnek vererek geçeceğiz. “Allah her şeyi işitendir ve görendir.” [48] “Gerçekten O, her şeyi işiten, her şeyi bilendir.” [49]
4. Basar: “Görmek” demektir. Allah’ın görme sıfatıdır. Allah her şeyi görür. O’nun görmesinden hiçbir şey gizli kalamaz. Bir şeyi görmesi, başka bir şeyi görmesine engel değildir. Bu sıfatın zıddı görmemektir. Görmemek âcizliktir. Allah bu gibi eksikliklerden uzaktır. Diğer canlıların görmesi, göz organının ve ışığın bulunması, arada görmeyi önleyen bir engelin olmaması gibi şartlara bağlıdır. Allah’ın görmek için böyle bir şeye ihtiyacı yoktur. Allah’ın işitici ve görücü olduğuna dair pek çok âyet vardır. Bunlardan birisinde şöyle buyurulur: “O, gözlerin hain bakışlarını ve kalplerin gizleyeceği her şeyi bilir. Allah adaletle hükmeder. O’nu bırakıp taptıkları ise hiçbir şeye hükmedemezler. Şüphe yok ki Allah, işiten ve görendir.” [50]
5. İrade: “Dilemek” demektir. Allah dileyicidir. Bir şey üzerinde karar kılarak, onu yapmaya azmetmeğe “irade” denir. Allah irade sahibidir ve yaptığı işlerde serbesttir. O’nu herhangi bir işi yapmaya zorlayacak bir güç yoktur. Allah tam ve kâmil bir iradeye sahip olduğu için, bu kâinatı ezelî olan iradesine uygun olarak yaratmıştır. Kâinatta olmuş, olacak ne varsa, hepsi Allah’ın dilemesi ve irade etmesiyle olmuştur ve olacaktır. O’nun her dilediği olur, dilemediği ise olmaz.
Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulur: “Senin Rabb’in dilediğini mutlaka yapar”.[51] Hz. Meryem, bir erkekle ilişkisi olmadığı halde, nasıl çocuk doğuracağını sorunca, Cenâb-ı Hak; “Bu böyledir. Allah dilediğini yaratır. O bir şeyin olmasına hükmedince, ona sadece “Ol” der ve o da hemen oluverir” [52] buyurur. “Biz bir şeyin olmasını istediğimiz zaman ona sözümüz sadece “Ol” dememizdir. O şey hemen oluverir.” [53]
Bazan irade yerine eş anlamlısı olan “meşîet” terimi de kullanılır.[54] Her şeyin sonuçta, Allah’ın dilemesine bağlı olarak gerçekleştiğini şu âyetler açıkça ifade eder: “De ki: Mülkün gerçek sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini de alçaltırsın..” [55] “Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. Dilediğini yaratır, dilediğine kız çocukları bağışlar, dilediğine de erkek çocukları bağışlar.” [56]
6. Kudret: “Gücü yetmek” demektir. Allah’ın her şeye gücü yeter. İrade sahibi olan Yüce Allah, her şeye yeten bir güce sahiptir. Böylece, iradesini yönelttiği şeyi dilediği anda ve nitelikte yaratır veya bu gücüyle var olan şeyi yok edebilir. O’nun kudreti ilmine ve iradesine uygun olarak tecelli eder. Allah’ın kudreti ezelî ve ebedîdir, varlığı ve yokluğu mümkün olan varlıklara yöneltir. Kudret sıfatının zıddı olan âcizlik ve güç yetirememe hâli Allah hakkında düşünülemez.
Kur’an’da Allah’ın kudreti ile ilgili olarak şöyle buyurulur: “Göklerin ve yerin görülemeyeni, Allah’a aittir. Kıyametin kopuşu, yalnız göz kırpması gibi ya da daha kısa bir zaman içinde olur! Gerçekten Allah, her şeye gücü yetendir!” [57] “O, yaratılışa dilediği şeyi ekler. Şüphesiz Allah, her şeye gücü yetendir.” [58]
7. Kelâm: “Söylemek ve konuşmak” demektir. Allah’ın konuşma sıfatı vardır. Allah bu sıfatı ile peygamberlerine kitaplar indirmiş, bazı peygamberler ile de konuşmuştur. Ezelî olan kelâm sıfatının niteliği insanlar tarafından tam olarak bilinemez. Çünkü Yüce Allah ses, harf ve sözcüklere bağlı olmayan bir konuşma ve söyleme sıfatına sahiptir. Kelâmın zıddı olan konuşmama ve dilsizlik Allah hakkında düşünülemez.
Yüce Allah’ın kelâm sıfatının bir tecellisi olan Kur’an’da, bu sıfatla ilgili olarak şöyle buyurulur: “Musa, belirlediğimiz vakitte (Tûr’a) gelip de Rabbi onunla konuşunca, Rabbim, bana kendini göster, seni göreyim, dedi..” [59] “..Allah Musa ile de bizzat konuştu.” [60] “De ki: Rabb’imin sözlerini yazmak için bütün denizler mürekkep olsa ve bir o kadar da ilâve getirsek bile, Rabb’imin sözleri bitmeden önce denizler tükenecektir.” [61]
Kur’an-ı Kerim, Cenâb-ı Hakk’ın kelâm sıfatının tecellisidir ve Allah’ın kelâmıdır. Allah’ın bu sıfatı da kadîmdir, ezelîdir. Ancak ellerde dolaşan, okunan, yazılan Kur’an, lafız, harf, nazım ve yazı olarak kadîm değildir. Ehl-i sünnet, Kur’an-ı Kerim’in kelâm-ı zat-ı ilâhî olması bakımından mahluk olmadığı, ezelî olduğu esasını benimsemiştir. [62]
8. Tekvîn: “Yaratmak, yok olanı yokluktan varlıklar âlemine çıkarmak” demektir. Allah’ın yaratma, yoktan var etme sıfatını ifade eder. O, ezelî ilmiyle bilip dilediği her şeyi sonsuz gücü ile yaratmıştır. Yaratmak, rızık vermek, diriltmek, öldürmek, nimet vermek, azap etmek ve şekil vermek Allah’ın tekvîn sıfatının sonuçlarıdır. Pozitif bilimin ortaya koyduğu “hiçbir şey yoktan var olmaz, var olan bir şey de yok olmaz” önermesi, Allah’ın değişmeyen kanununun (sünnetüllah) bir ifadesi olabilir. Ancak bu, Yüce Allah için bağlayıcı bir önerme olamaz. Çünkü yaratma sıfatı devam eden bir süreçtir ve ikiye ayrılır. Birincisi yok olan bir şeyi yoktan var etmektir. İkincisi ise, var olan madde üzerinde değişiklik ve terkiplerle yeni oluşumlar meydana getirmektir. Bu ikincisinde yaratma ve yoktan var etme “mecaz” olarak kullanılır. Hz. Âdem’in beden kısmının yoktan var edilmek yerine, dünya toprağından yaratılması, toprağın yeni şekil ve oluşumla, canlı hücre yapısının ortaya çıkması ve ruhun üflenmesi ile de canlılığın meydana gelmesi böyle bir yaratmadır. İnsanın hiç yoktan anne karnında teşekkülü, doğup büyümesi de böyle bir yaratmanın sonucudur. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulur: “Bir şeyin olmasını istediğimiz zaman, sözümüz ona “Ol” dememizdir ve o şey hemen oluverir.” [63] Yaratmak gibi, rızık vermek, azap etmek, diriltmek, öldürmek gibi bütün fiiller de tekvîn sıfatına bağlıdır.
Dipnotlar:
[1] İhlâs, 112/1-4.
[2] Bakara, 2/255.
[3] bk. A’râf, 7/180; İsrâ, 17/110, Tâhâ, 20/8; Haşr, 59/24.
[4] Ebû Dâvud, Vitr, 23; Tirmizî, Deavât, 64, 65, 100; Nesâî, Sehv, 58; İbn Mâce, Duâ, 9, 10; A. İbn Hanbel, III, 120, 158, 245, 265; V, 350, 360; İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, XII, 527.
[5] bk. Bakara, 2/ 255; Âl-i İmran, 3/ 2; Tâhâ, 20/ 111; Müslim, Salâtü’l-Müsâfirîn, 258; Ebû Dâvud, Vitr, 17; A. İbn Hanbel, V, 142; İbn Mâce, Duâ, 9.
[6] İbn Mâce, Duâ, 9.
[7] A’râf, 7/180.
[8] Haşr, 52/24.
[9] İsrâ, 17/110.
[10] Buhârî, Deavât, 68, Tevhîd, 12; Müslim, Zikr, 2; Tirmizî, Deavât, 82.
[11] Tirmizî, Deavât, 82; İbn Mâce, Duâ, 10.
[12] Bu isimlerden 16 kadarı, Haşr sûresi 59/23-24’te yer almıştır. Diğerleri için bk. Muhammad Fuad Abdulbaki, Mu’cemu’l-Mufehres li Elfâzı’l-Kur’âni’l-Kerim, ilgili maddeler.
[13] Bakara, 2/30-33
[14] Yûnus, 10/12.
[15] Yûnus, 10/22, 23.
[16] Lokman, 31/25.
[17] Yûnus, 10/6.
[18] Kâf, 50/6-8.
[19] Sahîh-i Müslim, Terc, A. Davudoğlu, İstanbul 1973, I, 483; Şerafettin Gölcük, İslâm Akaidi, Konya 1983, s. 81.
[20] Taftazânî, Şerhu’l-Akâid, Terceme, S. Uludağ, İstanbul 1980, s.164.
[21] Hadîd, 57/3.
[22] Rahmân, 55/27.
[23] Hadîd, 57/3.
[24] İhlâs, 112/1-4; bk. Enbiyâ, 21/22; İsrâ, 17/42; Zümer, 39/4.
[25] Enbiyâ, 21/22.
[26] Fâtır, 35/3.
[27] Mü’min, 40/16.
[28] Mü’minûn, 23/91.
[29] Mâide, 5/73.
[30] Mâide, 5/72.
[31] bk. Şerafeddin Gölcük, age,, s.82 vd; Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslam Hukuku, İstanbul, 1983, s.226-228.
[32] İsrâ, 17/43.
[33] Şûrâ, 42/11.
[34] bk. Fetih, 48/10; Rahmân, 55/27; Tâhâ, 20/5.
[35] Yâsin, 36/81-82.
[36] bk.Bakara, 2/255.
[37] Gölcük, age, s. 86, 87.
[38] Mâturidî, Kitabu’t-Tevhîd, Beyrut 1970, s. 44; Sâbûnî, Matûridiyye Akaidi, (Terc. Bekir Topaloğlu), Ankara 1979, s.73-77; Gölcük, age, 87.
[39] Furkân, 25/58.
[40] Âl-i İmrân, 3/2.
[41] Tâhâ, 20/111.
[42] En’âm, 6/59.
[43] Mücâdele, 58/7.
[44] Mülk, 68/13.
[45] Mü’minûn, 23/17.
[46] Kehf, 18/109. bk. Lokmân, 31/27.
[47] Lokmân, 31/27.
[48] Bakara, 2/137, 181, 124, 224, 227, 256; Âl-i İmrân, 3/34, 35, 38; Mâide, 5/76.
[49] İsrâ, 17/1; Hac, 22/61; Lokmân, 31/28.
[50] Mü’minûn, 23/17.
[51] Hûd, 11/107; bk. Burûc, 85/16; Bakara, 2/185
[52] Âl-i İmrân, 3/47; bk. Yâsin, 36/82
[53] Nahl, 16/40.
[54] bk. İnsan, 76/30.
[55] Âl-i İmrân, 3/26.
[56] Şûrâ, 42/49.
[57] Nahl, 16/77.
[58] Fâtır, 35/1; bk. Nûr, 24/44, 45; Âl-i İmrân, 3/28.
[59] A’râf, 7/143.
[60] Nisâ, 4/164. bk. Gâfir, 40/78.
[61] Kehf, 18/109. bk. Lokmân, 31/27.
[62] Pezdevî, Ehl-i Sünnet Akâidi, Terc. Ş. Gölcük, İstanbul 1980, s. 77, 78 vd.; Ş. Gölcük, age, s. 91; Hamdi Döndüren, “Halku’l-Kur’ân” mad., Şamil İslâm Ansiklopedisi.
[63] Nahl, 16/40; bk. Yâsîn. 36/82.
Kaynak: Prof. Dr. Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslam İlmihali, Erkam Yayınları
YORUMLAR