Allah'a Karşı Vefalı Olmak
Hakk’a vefâ, ancak ve ancak O’nun emirlerine riâyetle gerçekleşir. Bu vefâ, O’na bağlı his ve fiillerin zirvesidir. Çünkü yaratan, yaşatan ve kendisine her an muhtaç olunan yegâne varlık O’dur. Hayâtımız da ölümümüz de O’nun elindedir.
İlk ünsiyet ve onun netîcesi olan vefâ, Allâh -celle celâlühû-’yadır. Zîrâ Cenâb-ı Hak, ezelde yarattığı ruhlara:
“…Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Buyurdu. Onlar da:) Evet (Sen bizim Rabbimizsin!)...” (el-A’râf, 172) diyerek ikrarda bulundular.
Bu ikrar hususu, Cenâb-ı Hakk’ın ulûhiyetini ve insanların kulluğunu kabullenmeyi ifâde eden bir ahitleşmedir. Bunu kabûl eden, ikrârında sadâkat gösterip kulluğunu hayâtı boyunca en güzel şekilde devâm ettirmekle vefakârlık göstermiş olur. Çünkü bu vefâkârlık için sâdece ikrar kâfî değildir. Bu kabullenişin doğurduğu bir takım aklî ve vicdânî mükellefiyetler vardır. Bunlar da Allâh’ın emirlerine riâyet ve nehiylerinden kaçınmaktır.
ALLAH'A (CC) VEFA
O hâlde Hakk’a vefâ, ancak ve ancak O’nun emirlerine riâyetle gerçekleşir. Bu vefâ, O’na bağlı his ve fiillerin zirvesidir. Çünkü yaratan, yaşatan ve kendisine her an muhtaç olunan yegâne varlık O’dur. Hayâtımız da ölümümüz de O’nun elindedir. Bu cihetle O’na olan muhabbet ve her nefeste O’nunla râbıtalı olabilmek husûsiyeti, kulluğun en yüce ufku ve vefâ borcudur. Firavun’un, îmân ettikleri için büyük bir zulümle kol ve bacaklarını çaprazlama keserek hurma dallarına astırdığı sihirbazların bu durum karşısında:
“Yâ Rabbî, bizi şu belâdan kurtar, rahata erdir!” şeklinde değil de:
“…Allâhım! Üzerimize sabır yağdır ve bizim canımızı müslümanlar olarak al!” (el-A‘raf, 126) diye niyâz etmeleri ne muazzam bir kulluk vefâsıdır.
Böyle vefâ ve sadâkat timsâli kullar hakkında Cenâb-ı Hak âyet-i kerimede şöyle buyurur:
“Allâh sadâkat gösterenleri, sadâkatleri sebebiyle mükâfâtlandıracaktır...” (el Ahzâb, 24)
Diğer bir âyet-i kerîmede ise ehl-i vefâ olan mü’minleri şöyle senâ eyler:
“Müminler içinde Allâh’a verdikleri sözde duran nice erler vardır. İşte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir; kimi de (şehitliği) beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde (sözlerini) değiştirmemişlerdir.” (el-Ahzâb, 23)
Bu hakîkat dolayısıyla Hazret-i Mevlânâ, irfân yolcularına bu fâni âlemdeki imtihân ve ibtilâlara karşı sabır ve Hakk’a vefâ sadedinde mecaz yoluyla şöyle seslenir:
“Ey bülbül! Kara kış yüzünden ne vakte kadar feryat edeceksin? Ey bülbül! Durmadan cefâdan bahsetmek revâ mıdır? Eğer gönlün, yârine gerçekten bağlı ise, gözünü aç da şükret; vefâdan bahset! Dikeni bırak, gülden bahset! Gülün sap ve köke âit sıfatlarından geç; onun zâtına bak! Şu fânî âlemle niçin bu kadar meşgulsün; yoksa varmak istediğin yer, ötelerin ötesi değil mi?”
İşte Mevlânâ Hazretleri’nin de ifâde ettiği gibi, asıl varılacak ebedî menzili fânî ve gelgeç sevdâlar peşinde koşarak unutma vefâsızlığının netîcesi, büyük bir hüsrandır. Cenâb-ı Hak, kullarını bu gaflete düşmekten îkâz sadedinde şöyle buyurmaktadır:
“Allâh’ı unutan ve bu yüzden Allâh’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkan kimselerdir.” (el-Haşr,19)
“Kim de beni anmaktan yüz çevirirse şüphesiz onun sıkıntılı bir hayâtı olacak ve biz onu, kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz. O: «– Rabbim! Beni niçin kör olarak haşrettin? Oysa ben, hakîkaten görür idim!» der. (Allâh) buyurur ki: İşte böyle! Çünkü sana âyetlerimiz geldi; ama sen onları unuttun. Bugün de aynı şekilde sen unutuluyorsun!” (Tâhâ, 124-126)
İşte bu fânî dünyada âlemlerin Rabbi olan Allâh’a vefâ gösteren, âhirette de vefâ görecektir. Zîrâ vefânın en yücesi bizzat Allâh Teâlâ’ya âittir:
“…Allâh’tan başka ahdine daha çok vefâ gösteren kim vardır?..” (et- Tevbe, 111)
ilâhî hitâbı da bunu beyân etmektedir. Hâl böyleyken bütün bunların zıddına dünyada gaflete dalıp Rabbini unutan da, en ufak bir iyilik ve yardıma bile muhtâc olunan o dehşetli kıyâmet gününde, bu vefâsızlığının bedelini çok acı bir şekilde ödeyecektir. Zîrâ vefâ, başta kullukta olmak üzere, dostlukta ve ezcümle bütün hususlarda aranan ve arzulanan bir vasıftır ki, karşılığı da ancak vefâdır.
Hazret-i Mevlânâ bu nükteyi ne güzel îzâh eder:
“Aşk, muhabbet, dostluk gibi hususların cümlesi vefâya bağlıdırlar ve dâimâ vefâlı olan kimseyi ararlar. Onlar, vefâsız bir gönle aslâ yaklaşmazlar.”
“Kalem: «Vefânın karşılığı vefâ; cefânın karşılığı da cefâdır.» diye yazmış ve mürekkebi de kurumuştur.”
“Bir pâdişah, kendisine hâinlik eden kimse oğlu bile olsa onun başını gövdesinden ayırıverir. Fakat bir Hintli köle pâdişaha vefâ gösterirse, eller o köleyi «çok yaşa» diye alkışlar… Onun gördüğü îtibârı yüzlerce vezir göremez.”
“Köle de ne ki; eğer bir kapıda vefâlı olan köpek dahî olsa, sahibinin gönlünde o köpeğe karşı yüzlerce râzılık, yüzlerce memnûniyet duygusu yeşerir. Sâhibi o köpeği muhabbetle okşar...”
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Gönül Bahçesinden Son Nefes, Erkam Yayınları
YORUMLAR