Allah’a Muhabbet Nasıl Olur?

İMAN

Allah’a sevgimizi nasıl gösteririz? Allah’a muhabbet nasıl olur? Mârifetullâh ve muhabbetullâha erişen müminin özelliği şudur...

Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

“Allâh güzeldir, güzelliği sever!” (Müslim, Îmân, 147) buyurmaktadır.

ALLAH’A MUHABBET NASIL OLUR?

Buna göre bütün güzelliklerin sâhibi olan Allâh, aynı zamanda hakîkî muhabbetin de kaynağıdır. Çünkü O, Vedûd’dur.[1] Bu ism-i şerîf, “çok seven” mânâsına geldiği gibi “çok sevilen” mânâsına da gelir.[2] Bu sebeple mü’minin vazîfesi, ilâhî muhabbeti gönüllere aşılayan bir rahmet kapısı olmaktır. Zîrâ mü’min, Rabbine olan sevgisini (muhabbetullâhı), Allah’tan gayrı her şeye duyulan sevgi ve bağlılığın üstüne çıkarmadıkça “Sırât-ı Müstakîm”e lâyıkıyla ulaşamaz. Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede:

“…Mü’minlerin Allâh’a olan muhabbetleri ise her şeyden daha ileri ve daha kuvvetlidir…” (el-Bakara, 165) buyurmaktadır.

Mü’minler için bu hâlin zarûrî olduğu, diğer bir âyet-i kerîmede şöyle ifâde edilir:

“De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabânız, kazandığınız mallar, kesâda uğramasından korktuğunuz ticâret, hoşlandığınız meskenler, size Allah’tan, Rasûlü’nden ve Allâh yolunda cihâd etmekten daha sevgili ise, artık Allâh emrini getirinceye kadar bekleyin. Allâh, fâsıklar topluluğunu hidâyete erdirmez.” (et-Tevbe, 24)

Allah’ı Sevmenin Yolları

Muhabbetullâhı temin edebilmek için de Allâh’ı kalpte tanıyabilmek, yâni O’nun güzel isimlerinin, yâni Esmâ-i Hüsnâ’nın tecellîlerine mazhar olabilmek zarûrîdir.

Cenâb-ı Hakk’ı zikretmek de muhabbetullâh istikâmetinde bir terakkîye vesîle olur. Ancak bu terakkî, zikrin keyfiyeti, yâni kalpteki hissediliş seviyesi nisbetinde gerçekleşir.

Fahr-i Kâinât -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmaktadır:

“Allâh’ı sevmenin alâmeti, Allah Teâlâ’nın zikrini sevmektir.” (Süyûtî, II, 52)

Allâh’a muhabbet istikâmetinde ilerleyebilmek için, kalbin ona tahammül edecek bir liyâkat ve kifâyet kazanması lâzımdır. Bu ise, beşerî muhabbet temrinleriyle elde edilebilir. Bu yüzden, kalp için bir hazırlık teşkîl etmesi sebebiyle, meşrû ölçüler dâhilindeki beşerî aşka müsâmaha nazarıyla bakılır ve o, “aşk-ı mecâzî” adıyla yâd olunur. Tıpkı bir kişinin âilesine olan muhabbeti gibi…

Bu hâl üzere devâm ederek muhabbetullâha ulaşmak, insanoğlunun yaratılış gâyesini gerçekleştirmesi, Allâh’ın rızâsına nâil olması demektir. Zîrâ İslâm’da insana sunulan ilâhî tekliflerin zirvesi ve nihâî hedefi, “vâsıl-ı ilallâh” olmaktır. Bunun da en mühim sermâyesi muhabbettir. Diğer ameller, bu muhabbetin bir tezâhürüdür.

Mârifetullâh ve muhabbetullâha eren bir mü’min, nefsinin şerrinden ve şeytanın desîselerinden uzaklaşır ve yalnız Hakk’ın rızâsını talep ederek yaşar. Kâinât kitabının sayfaları kendisine aralanır ve bütün mahlûkât ile dost olur. Yâni Hâlık’ın nazarıyla mahlûkâta bakabilme istîdâdı kazanır. Cihandaki ilâhî hikmet ve esrar akışlarını ibretle seyre dalar. Allâh’ın farz ve mecbûrî kıldığı asgarî kulluk vazîfelerini büyük bir huşû içinde îfâ ettikten sonra, zarûrî olmadığı hâlde, sırf gönülden gelen aşk ve muhabbet sebebiyle nâfile ibâdetleri ve hayırlı amelleri de kemâl-i edep, tâzîm ve şevk ile artırmaya çalışır. Cümle nefsânî lezzetleri ifnâ ederek gerçek lezzetin sırrını îmanda bulur.

Dipnotlar:

[1]. Bkz. el-Burûc, 14. [2]. Fahruddin Râzî, Mefâtihu’l-Gayb (et-Tefsîru’l-Kebîr), Beyrut 1990, XXXI, 112.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Faziletler Medeniyeti 1, Erkam Yayınları