Allah'a Olan Şükrümüzü Arttırmalıyız!
Mü’min; Allâh’ın herhangi bir mahlûkunu gördüğü zaman; “Ben onun yerinde olabilirdim, o da benim yerimde olabilirdi.” diyerek Cenâb-ı Hakk’ın kendisine olan lûtuf, ihsan ve ikramlarının tefekkürüyle, şükrünü artırmalıdır. Övünmek yerine hamd etmelidir. Nîmet ve nâiliyetleri nefsine izâfe etme gafletinden kurtulup o nîmetlerin asıl sahibi olan Allâhʼa şükretmelidir.
Mü’min, bir nîmete nâil olduğunda dâimâ; "هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَب۪ىّ / Bu Rabbimin fazl u keremindendir." diyerek nîmeti asıl sahibine izâfe edip şükretmelidir. Nefsânî bir şımarıklık içinde; “Ben kendi gücümle kazandım, ben kendi ilim ve kâbiliyetimle elde ettim.” diyerek nefsin hoyratlığına dûçâr olmak yerine; “Bütün nîmetler Sen’in lûtfundur yâ Rabbî!” hissiyâtı içinde “hiçlik” zirvesine ulaşmayı hedeflemelidir.
İSYAN VE ŞİKÂYET ETMEKTEN SAKINMALI
Bunun zıddına, bir sıkıntıyla karşılaştığında da isyan veya şikâyet yerine; “Bütün kusurlar nefsimdendir. Acabâ hangi kusurum bu sıkıntıya sebep oldu?” düşüncesiyle mânevî durumunu yoklayıp noksanlıklarını telâfî ve ıslâha çalışmalıdır.
Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
“O, göklerde ve yerde ne varsa hepsini, kendi katından (bir lûtuf olmak üzere) size âmâde kılmıştır. Elbette bunda tefekkür eden bir toplum için ibretler vardır.” (el-Câsiye, 13)
Kula düşen; son nefese kadar hamd, şükür ve zikir hâlinde yaşayabilmektir.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Dostlarının Örnek Ahlakından, Erkam Yayınları