Allah’a Şükre Mani Olan Vesveseler

İbadet Hayatımız

Allah'a (c.c) şükre mani olan vesveseler nelerdir? Kul Allah'a (c.c) nasıl hamd ve şükür içinde olmalıdır? Allah'a (c.c) şükrün önemi ve fazileti...

Gafil insan, dâimâ hayatındaki kısmen noksan olan tarafa teksif olur ve hep onun endişesiyle meşgul olur. Bu şikâyetçi hâl yüzünden, aslında sayısız nimetlerin içinde olduğunu unutur.

Meselâ bir tek uzvu ağrısa, muntazaman çalışan diğer uzuvlarının şükrünü ihmâl edecek derecede, şikâyetlere kapılır.

Biraz rızık darlığı yaşıyor diye; hep fakirlikten şikâyet eder, meselâ sıhhatinin, aile huzurunun ve îman selâmetinin şükrünü unutur. Bu da nankörlüktür.

Âyet-i kerîmede buyurulur:

“Şüphesiz Biz ona (insana, doğru) yolu gösterdik. İster şükredici olsun, ister nankör!” (el-İnsân, 3)

Ancak bu serbestlik değildir! Çünkü tercihlerin sonunu bilmek lâzımdır. Şükredici olmanın mükâfâtı, cennetlerdir. Nankörlüğün sonu ise ebedî azap…

TEK DERTLERİ "ACABA ALLAH BİZDEN RAZI MI?"

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in terbiyesiyle sahâbe toplumunda; öyle bir ufuk açılmıştı ki, onların hiçbiri dünyevî hâlinden şikâyet etmezdi. Onların bütün derdi, uhrevî idi. Onların yegâne endişeleri;

“‒Acaba Allah benden râzı mı?”

“‒Acaba, âhirette Rasûlullah Efendimiz’le beraber olabilecek miyim?” hakikatiydi.

Yıllar evvel, âmâ bir talebemiz dedi ki:

“–Efendim, size bir sual sormak istiyorum:

Şükür mü zordur, sabır mı zordur?

Dedim ki:

“–Duruma göre değişir. Şükrün de zor olduğu zamanlar olur, sabrın da zor olduğu zamanlar olur.”

Delikanlı teşekkür etti. Kendi suâline, kendi cevabını da şöyle ifade etti:

“–Hocam, ben âmâyım. Fakat şunu söyleyeyim; zannederim şükür daha zordur.

Nasıl olsa dünya, gelip geçiyor. Sayılı günler, öyle veya böyle bitiyor. Sabretmek zor değil…

Fakat insan olarak gelmek, müslüman olarak gelmek, ümmet-i Muhammed olarak gelmek… Bunca nimetin şükrü zordur ve ağırdır hocam…”

Ne kadar olgun bir cevap!..

HER AN ŞÜKRETMEK İÇİN TAVSİYE

Bir Hak dostu da gafletten kurtulup dâimâ hamd, şükür ve rızâ hâlinde, huzurlu bir kulluk hayatı yaşamamız için şu tavsiyelerde bulunur:

“Zaman zaman hastahânelere giderek hastaları ziyaret et! O muzdaripler gibi hastalıklara müptelâ olmadığını ve üzerindeki sıhhat nimetini düşünerek hâline şükret!

Zaman zaman hapishânelere giderek oradaki mahkûmların bin bir ızdırapla dolu zindan hayatlarını tefekkür et! Cinayetlerin bir anlık gaflet veya cinnet neticesinde işlendiğini, diğer taraftan mazlum olarak hapse düşüp o cefâya katlananların da bulunduğunu, onların yerinde kendinin de olabileceğini düşün! Allah Teâlâ seni bu hâle düşmekten muhafaza ettiği için O’na şükret! Oradakilerin selâmeti için sen de duâ et!

Sonra kabristanlara git, oradaki mezar taşlarından hâl lisânı ile yükselen sessiz feryatları dinle! Ömür nimetini kaybettikten sonra pişman olmanın hiçbir fayda vermeyeceğini düşünerek vakitlerinin kıymetini bil! Mezarda yatanlar için bir Fâtiha oku ve bundan sonraki günlerini; hamd, şükür, zikir ve Allah yolunda gayret ile değerlendir!”

Nitekim ecdâdımız; kabristanları şehir içlerinde ve bilhassa cami önlerinde yapmışlardır ki, orada sık sık kendi istikballerini tefekkür etmelerine vesile olsun. Böylece, o kabirleri her gördüklerinde dünya hayatının fânîliğini yakînen hissetsinler de âhireti unutmasınlar. Gençliklerine, sıhhatlerine, güç-kuvvetlerine aldanıp kendilerini dünyada kalıcı zannetmesinler. Boş ve faydasız şeylerden yüz çevirsinler. Asıl gerekli olan âhiret sermâyesini bir an evvel tedârik etmenin gayretine girsinler.

Bu şuurla olgunlaşan Osmanlı insanı; sıradan insanından, muhteşem sultanlarına kadar, dâimâ hamd ve şükür içinde yaşadı. En zirve zaferlerle dahî enâniyete kapılmadı.

Tarihten bir misal:

Mâlûmdur ki, Barbaros Hayreddin Paşa; Preveze’den sonra esir düşman kadırgalarını önüne katarak muhteşem donanmasıyla Haliç’e girmişti. Kanunî ve vezirleri de bu ihtişamlı manzarayı Sarayburnu’ndan seyretmekteydiler. Paşalardan biri heyecanla;

“–Sultanım, dünya böyle bir manzarayı acaba kaç kere seyretti? Sizler ne kadar fahretseniz (övünseniz) azdır!” dedi.

Ulu hakan Kanunî’nin cevabı ise şöyle oldu:

“–Paşa! Bize; fahretmek mi, yoksa bu muzafferiyetleri bahşeden yüce Rabbimiz’e hamd ile şükretmek mi düşer?!.”

İşte ecdâdımızı maddî ve mânevî zirvelere taşıyan yüksek kıymetlerden biri de bu hamd ve şükür, bu hiçlik ve tevâzu idi.

Yâ Rabbî!.. Milletimizi yeniden o müstesnâ aslî hüviyetine kavuştur!..

Bizleri ve nesillerimizi bu dünyada nimetlerin şükrünü îfâya gayret eden, âhirette de hesabını kolayca verebilen bahtiyar kullarından eyle!..

«Kullarımdan şükreden azdır!» buyurarak, zorluğuna dikkat çektiğin bu şükür ve sabır vazifesinde, bizlere yardım ve inâyetini eksik eyleme, yâ Rabbî!..

Lütuflarını bol bol verdiğin gibi, şükür ve sabrı da üzerimize yağdır yâ Rabbî!.. Âmîn!..

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Yıl: 2019 Ay: Aralık, Sayı: 178