Allah’a Ulaştıracak Tek Doğru Yol
Nübüvvetin son halkası, âlemlere rahmet olarak gönderilen Habibi Edibi Zi-Şan Efendimiz’in (s.a.v.) getirdiği şeriat, zaman ötesi, kıyamete kadar geçerli olacak ve tüm insanları Allah’a ulaştıracak tek doğru yol olan sırat-ı müstakîm’dir.
Bu yol insanın fıtratı üzere belirlenmiştir. Bütün insanlar sırat-ı müstakîm üzere ve Müslüman olarak doğarlar. Çoğu insan gerçek inancın kimliğinden yoksundur ve bu sebeple de Hz. Muhammed’in (s.a.v.) yolundan haberdar değildir. Sırat-ı müstakîm’in farkındalığının yokluğu doğru yoldan sapmış olmak demektir. İslam dini sırat-ı müstakîm’in idrakine bir davettir. Hakiki mümin kimliğini kazanmak için Hz. Muhammed(sav)’in yolu olan sırat-ı müstakîmin o yüce farkındalığına uyanmak gerekmektedir.
SIRAT-I MÜSTAKİM MÜMİNİN YANSIMASIDIR
Bu yol, nur yoludur. Bu nur, şeref ve izzet kazanma yolu olan sırat-ı müstakîmin nurudur. Bu nur, hakikat yolunda samimiyetle mücahede eden her bir ferde açıktır. Mahviyet ilminden sızan O nur, ilâhî hidayet nurudur. Sırat-ı müstakîm bizi hidayet nuruna vardırır. “Bizi doğru yola ilet” ayetiyle Allah’tan hidayet dilemek aslında, O’nun bize verdiği hidayet nuru neticesinde yaptığımız duadır.
Sırat-ı müstakîm müminin yansımasıdır. Mümin kendi ilahi köklerine, fıtratıyla, ilahi özüyle ulaştığında, yolun ebedi güzelliklerini müşahede eder. Fıtratını, cevherini, ilahi özünü yaşadığı boyutta, yolun ilahi ışığı onda parlamaya başlar. Kendisinin yaratıldığı hale ne ölçüde sadık kalırsa, Allah’ın onun hayatında bilinme isteğine ne kadar karşılık verirse, yolun lütuf, ikram ve fazileti onun kalbinde o kadar yansımaya başlar.
Vahy-i ilâhînin hakikati, inzâl olduğu peygamberden ayrı değildir. O(sav), “Yaşayan Kur’ân” dır. Kur’ân, Efendimiz(sav)’in zâtını, sıfatlarını, irfanını, hayatını, kalbini ve ahlâkını anlatmaktadır. Yüce Rabbimiz Kur’ân’ın ayetlerini yaşamak için sırat-ı müstakîm yolunu çizmiştir, bir başka deyişle, bu yolda yaşayan Kur’an olmak üzere ilerlenir. İslam dini öğrenilerek yaşanır ve yaşanarak öğrenilir. İslam dininde bilgilerin ortaya konduğu sahne bütünüyle canlıdır. Aktarılan hiç bir şey kuru bir tarih dersi veya yavan bir bilgi kırıntısı değildir. Muvahhitler, bir silsile halinde devam eden o ruhani aydınlanma geleneğinin izini sürebilirler.
ŞEYTANDAN ALLAH'A SIĞINMANIN YOLU
Peygamber Efendimiz(sav), bize şeytanın şerrinden Allah’a sığınmanın yolunu gösterdi. O yol üzere iç mücadeleyi ve savaşmayı öğretti. Adaletli olmak için zulümle, hukuku elde etmek için anarşiyle, medeniyete varmak için vahşilikle, maneviyatı kazanmak için maddiyatçılıkla, ehli sünnetten olabilmek için batıl mezheplerle savaşmak gerektiğini öğretti. İçimizdeki putları yıkıp, şirkten kurtulmak ve ulaştığımız tevhid nuruyla, hakkı batıla üstün kılmaya çalışmak olduğunu öğretti.
O yol üzere mücadele eden mümin, kazanılabilecek en yüce mükâfatı elde eder; sonsuzluğa ulaşır, ölümsüzlüğü tadar, ebedi hayatı yaşar, diriliş gücünü elde eder. Böylece Allah’ın canı ve malı karşısında satın aldığı cennete erişir. Sırat-ı müstakim üzere ne kadar zorluk çekersek, ne kadar mücadele edersek ve ne kadar imtihan olursak, o derece hakiki mümin, kâmil insan, sadık kul olur ve halifelik mertebesine ulaşırız.
Kişinin ahirette karşılaşacağı sırat köprüsünün bu dünyadaki bir benzeri sırat-ı müstâkimdir. Sırat-ı müstâkim üzere olmak, adeta bu dünyada sırat köprüsü üzerinde yürümeye başlamaktır. Sırat köprüsünün kıldan ince kılıçtan keskin olması gibi sırat-ı müstâkim üzere olmak gafletten uyanmayı, adımlarını dikkatle, kalbi selim ve huzurla atmayı gerektirir. Yine sırat köprüsünün altında cehennem olduğu gibi sırat-ı müstâkim üzere olmayan tüm yollarda kişi, daha bu dünyada elemi, kederi ve nice ruhsal hatta bedensel eziyeti tatmaya başlar. Hakiki müminlerse sırat-ı müstâkim üzere olmaktan her şeyden fazla zevk duyarlar. Efendimiz(sav) şöyle buyurmaktadır: “Cehennem ateşi, Sırattan geçen müminlere, ‘Ey mü’min çabuk geç! Zira senin nurun benim ateşimi söndürüyor.’ der.” Ancak cehennem ateşini söndürebilecek olan hakiki imanın nuru, bu dünyadaki şer güçleri yenebilir ve böylece dünyadaki cehalet karanlığı bu nur ile aydınlanır. Cehenneme yakıt olacak kötü amellerse bu dünyayı ateşe verir ve bu ateş yeryüzündeki cehalet karanlığını artırır.
TAKVA SAHİPLERİNİN EN ÖNEMLİ ARACI
Takvâ sahibi olmak sırat-ı müstâkim yolunun hem pusulası hem de bu yolda ilerleyebilmek için gereken en önemli araçtır. Ancak hakiki takvâ sahipleri bu ihtişamlı yolun hakkını verebilir. Yüce kitabımız Kuranı Kerim’de Rabbimiz bize şöyle buyurmaktadır: “İşte bu, o kitaptır ki, onda şüphe yoktur. Takva sahipleri için bir yol göstericidir.” (Bakara-2)
Nitekim şu hâdise, takvânın ne olduğu husûsuna müşahhas bir misaldir:
Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-, bir gün Übey bin Kâ’b -radıyallâhu anh-’a takvânın ne olduğunu sormuştu. Übey -radıyallâhu anh- da ona:
“–Sen hiç dikenli bir yolda yürüdün mü ey Ömer?” diye mukâbelede bulundu. Hazret-i Ömer:
“–Evet, yürüdüm.” karşılığını verince de bu sefer:
“–Peki, ne yaptın?” diye sordu.
Hazret-i Ömer:
“–Elbisemi topladım ve dikenlerin bana zarar vermemesi için bütün dikkatimi sarf ettim.” cevâbını verdi.
Bunun üzerine Übey bin Kâ’b -radıyallâhu anh-:
“–İşte takvâ budur.” dedi. (İbn-i Kesîr, Tefsîr, I, 42)
TEVHİD-İ İLAHİYE İNANANLAR
Âlimler derslerini kürsülerde verirken, velîler hak yola girmeleri konusunda takipçilerini teşvik ederler. Hakiki ilim kitaplardan, derslerden değil, Allah’la ve Onun Resulü Hz. Muhammed(sav) ile ünsiyet kurmakla elde edilir. Allah’ın yol göstericiliğini dilemekle, Allah sevgilisi Hz. Muhammed(sav)’e yakın olma arzusuyla, O’na benzeme isteğiyle ve O’nun yüce davranışlarını taklit etmekle elde edilir. Bu açıdan, bildiklerimize boyun eğmek bilginin kendisinden daha önemlidir. Hak yol üzere olmak maksuda erişmekten daha önemlidir. Ayrı kalmanın acısıyla yanıp yakılmak, ihtiyaç ve hasret duymak, arayışa düşmek birleşmekten daha önemlidir.
Tevhîd-i ilâhîye inananlar, pişmanlık göz yaşları ile ıslanıp Hz. Adem(as)’in ayak izlerinden başlamalı, muhabbet iştiyakı ile Hz. İbrahim(as)’in haliliyetine uğramalı, Hz. İsa(as) ‘nın ismine aşık olduğu Hatemül Enbiya Ahmed-i Muhammed Mustafa (sav) Efendimiz’in ayağının toprağına yüz sürmeli ve adımlarını O’nun adımlarına göre atmalıdır. Zira Muhammedîler, bütün peygamberlere vâris olurlar ki bu mîras kulluktur.
Allah yolunda savaşçı olmak bizim borcumuz çünkü biz Rahmet-en l’il âlemin’in ümmetiyiz. Allah ‘a karşı ölümden korkmama ve hakikat yolunda yürüme borcumuz var, bir mücahit olma borcumuz var. Şehit olanlara, onların izinden gitme borcumuz var. Her ne kadar acziyetimizle bu yolun hakkını veremesekte yolda olmak için gayret etme mecburiyetimiz var. Mevlana Celaleddin-i Rumi Hazretleri şöyle buyurmaktadır: “Bu yolculukta taklit tıpkı bir teneke parçasıdır elinde; ama sonra yolun izzeti-ihtişamı onu herşeyi fetheden bir kılıca dönüştürür,” (Divân-ı Kebîr, 35,167)
Kaynak: Rabia Brodbeck, Altınoluk Dergisi, Sayı: 394