Allah'a ve Rasulüne Sevginin İspatı
“Allah ve Rasûlü’nü sevmek iddiası”nın kuru bir sözden ibâret kalmaması lâzım gelir. Bu muhabbet, ancak sevdiğine itaatle ortaya çıkar. Birisini sevdiğini ve ona hayran olduğunu iddia edip de ardından onun istediklerinin tersini yapmak, büyük bir tezattır. Böyle bir durumda insan ya sevdiğinde samimî değildir ya da yaptığında...
İman gibi, her türlü fazîlet ve meziyet de kendi cinsinden ispata muhtaçtır. Nitekim bir gün Nebiyy-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- abdest almıştı. Ashâb-ı kirâm, O’nun abdest suyunu alıp yüzlerine gözlerine sürmeye başladılar. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- onlara:
“–Niçin böyle yapıyorsunuz?” diye sordu. Onlar da:
“–Allah ve Rasûlü’nün muhabbeti sebebiyle!..” dediler.
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- âdeta bu muhabbetin ispatını isteyerek şöyle buyurdu:
“–Allah ve Rasûlü’nü sevmeyi arzu eden veya Allah ve Rasûlü’nün kendisini sevmesini isteyen kişi, konuştuğunda doğru söylesin, kendisine bir emânet verildiğinde ona en güzel şekilde riâyet etsin, yani kendisine güvenen insanların bu emniyetini boşa çıkarmasın ve civarındaki insanlara en güzel şekilde komşuluk yapsın!” (Beyhakî, Şuab, II, 201; Tebrîzî, Mişkât, III, 81)
ALLAH'A VE RASULÜ'NE SEVGİDE İSPAT GEREKİR
Bu hadîs-i şerîfin temas ettiği husus, “Allah ve Rasûlü’nü sevmek iddiası”nın kuru bir sözden ibâret kalmaması lâzım geldiğidir. Bu muhabbet, ancak sevdiğine itaatle ortaya çıkar. Birisini sevdiğini ve ona hayran olduğunu iddia edip de ardından onun istediklerinin tersini yapmak, büyük bir tezattır. Böyle bir durumda insan ya sevdiğinde samimî değildir ya da yaptığında...
Aynı şekilde îmânın şâhitlerinden birisi de merhamet ve affetmeyi sevme husûsiyetidir. Buradaki merhamet, hemen hemen her insanda az-çok bulunan merhamet değildir. Bu husustaki nebevî ölçü, şu hadîs-i şerifte ortaya konulmuştur:
Bir gün Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–Nefsim kudret elinde bulunan Allâh’a yemin ederim ki, birbirinize merhamet etmediğiniz müddetçe cennete giremezsiniz!..” buyurmuşlardı.
Ashâb-ı kirâm:
“–Yâ Rasûlâllah! Hepimiz merhametliyiz.” dediler.
Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şu îzâhatı yaptı:
“–Benim kastettiğim merhamet, sizin anladığınız şekilde yalnızca birbirinize olan merhamet değildir. Bilâkis bütün mahlûkâta şâmil olan merhamettir, evet bütün mahlûkâta şâmil merhamet!..” (Hâkim, IV, 185/7310)
Yani kulun gönlünün genişleyerek, bütün mahlûkâtın, içinde huzur bulacağı bir şefkat ve merhamet sarayı hâline gelmesidir. Cenâb-ı Hakk’ın “Rahmân” ve “Rahîm” esmâsından bir nasîb almasıdır. Yaratılana, Yaratan’dan ötürü muhabbet, merhamet ve şefkat göstermesidir. Kulun kalbi, bu şekilde hassas ve rakik hâle gelince, Cenâb-ı Hakk’ın da o kuluna karşı merhamet ve lutufları ziyâdeleşir. Zira yeryüzündekilere merhamet edenlere, gökyüzündekiler de merhamet etmeye başlar.
İşte bu kalbî kıvâma ulaşınca, insan, kendisine yapılan haksızlık veya hatalardan da incinmemeye başlar. Allâh’ın rızâsına kavuşabilmek ümidiyle bu hataları affeder, onları gönül âleminde kin ve nefrete dönüştürmez.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Bir Nasihat, Binbir İbret, Erkam Yayınları
YORUMLAR