Allah'a Yaklaşmanın Yolu
Allah'a yakınlaşmanın yolları nelerdir?
Asr-ı Saâdet toplumu, Allah yolunda infakta bulunup sadaka vermenin kişiyi pek çok tehlike ve belâlardan muhâfaza edeceğini, buna ilâveten sahibini muhabbetullâh’a nâil eyleyeceğini çok iyi idrâk etmişlerdi.
ALLAH’A YAKINLAŞMANIN YOLLARI
Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur: “Allah yolunda infâk[1] edin! Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın. Bir de ihsanda bulunun. Zira Allah, muhsinleri (iyilikte bulunan, işini güzel yapan ve ihsan şuuru ile yaşayanları) sever.” (el-Bakara, 195)
Hanım sahâbîlerden Ümmü Büceyd radıyallâhu anhâ Peygamber Efendimiz’e gelerek:
“–Yâ Rasûlâllah, Allâh’ın salâtü selâmı sizin üzerinize olsun! Bâzen fakir biri gelip kapımın önünde duruyor da ona verecek bir şey bulamıyorum...” demişti.
Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem kendisine:
“–Ona vermek için bir koyunun yanmış tırnağından başka bir şey bulamasan bile (yani yanında kıymetsiz bir şey bile olsa), onu fakirin eline ver! (Onu boş çevirme!)” buyurmuştu. (Ebû Dâvûd, Zekât, 33/1667; Tirmizî, Zekât, 29/665; Nesâî, Zekât, 70/2566; Ahmed, VI, 383)
Zira bir mü’minin hiçbir şeyi olmasa bile, kendisinden isteyen muhtâca, en azından gönül alıcı birkaç tatlı söz söylemesi îcâb eder. Nitekim Cenâb-ı Hak da böyle bir durumda; “قَوْلًا مَيْسُورًا: gönle sevinç ve huzur verecek güzel, tatlı ve yumuşak bir söz” söylemeyi emrediyor.
Ebû Mes’ûd el-Ensârî radıyallâhu anh infâkın bereketini de ifâde eden bir sözünde şöyle buyurur:
“Rasûlullah bize tasaddukta bulunmayı emredince, bizden biri çarşıya gider, sırtında yük taşıyarak bir müd[2] (mal) kazanır ve ondan infak ederdi. Bugün onlardan bir kısmının yüz bin (dinarı) var.” (Buhârî, Zekât, 10)
Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem:
“İnsanlar arasında hüküm verilinceye kadar, herkes sadakasının gölgesinde olacaktır.” buyurmuştur.
Bu hadîs-i şerîfi bize nakleden râvîlerden Ebu’l-Hayr, her gün mutlaka bir sadaka vermeye gayret ederdi. Bu bir parça kek, bir soğan ve benzeri şeyler olsa bile… (Ahmed, IV, 147-8; Heysemî, III, 110)
Hazret-i Ömer de şöyle anlatır:
“Rasûlullah bize tasaddukta bulunmamızı emretmişti. O günlerde malım da vardı. Kendi kendime, «Ebûbekir’i geçersem ancak bugün geçebilirim.» dedim ve malımın yarısını getirip Peygamber Efendimiz’e verdim. Allah Rasûlü sallâllâhu aleyhi ve sellem:
«–Âilene ne bıraktın?» buyurdu.
«–Şu getirdiğim kadar da onlara bıraktım.» dedim.
Hazret-i Ebûbekir de elinde bulunan malın tamamını alıp getirdi. Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem:
«–Ebûbekir, çoluk çocuğuna ne bıraktın?» diye sordu.
«–Allah ve Rasûlü’nü bıraktım!» cevabını verdi.
İşte o zaman kendi kendime; «Vallâhi onu hiçbir hususta kesinlikle geçemem!» dedim.” (Tirmizî, Menâkıb, 16/3675)
Abdurrahman bin Ebû Amre’nin anlattığına göre annesi, bir köle âzâd etmek istemiş ve bunu sabaha bırakmıştı. Ancak sabaha çıkamadan vefat etti. Abdurrahman, Kâsım bin Muhammed’e giderek:
“–Ben annem adına bir köle âzâd etsem, ona faydası olur mu?” diye sordu. Kâsım şu cevabı verdi:
“–Sa’d bin Ubâde radıyallâhu anh Peygamber Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem’e gelip:
«–Annem vefat etti, ben onun adına köle âzâd etsem anneme faydası olur mu?» diye sormuştu. Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem:
«–Evet!» buyurdu.” (Muvatta’, Itk, 13)
Hazret-i Âişe vâlidemizin bildirdiğine göre, bir kişi Nebiyy-i Ekrem sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’e gelerek:
“–Annem âniden vefat etti. Öyle zannediyorum ki konuşabilseydi, mutlaka sadaka verirdi. Ben onun adına tasaddukta bulunabilir miyim?” diye sordu.
Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem:
“–Evet, onun yerine sadaka ver!” buyurdu. (Buhârî, Vasâyâ, 19; Ebû Dâvud, Vesâyâ, 15/2881)
Ashâb-ı kirâmdan Hârise bin Nûman radıyallâhu anh gözlerini kaybetmişti. Namazgâhından odasının kapısına bir ip çekmiş, yanına da içinde hurma ve başka şeyler bulunan bir sepet koymuştu. Herhangi bir fakir yakınından geçip selâm verdiğinde, sepetten bir şeyler alır, ipe tutunarak odasının kapısına gelir ve fakire bizzat verirdi. Âilesi:
“–Biz senin adına veririz!” dediklerinde onlara şunu söylerdi:
“–Peygamber Efendimiz’in şöyle buyurduğunu işittim:
«Yoksula kendi eliyle sadaka vermesi, kişiyi kötü ölümden muhâfaza eder.»” (İbn-i Sa’d, III, 488; Taberânî, Kebîr, III, 229, 231; Heysemî, III, 112)
Hazret-i Âişe radıyallâhu anhâ şöyle anlatır:
Allah Rasûlü sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz, hanımlarına:
“–Sizin bana en çabuk ve en erken kavuşacak olanınız, kolu en uzun olanınızdır.” buyurmuştu. Onlar da hangisinin kolu daha uzun diye, kollarını ölçerlerdi. Meğer kolu en uzun olan, Hazret-i Zeynep radıyallâhu anhâ imiş. Çünkü o eliyle iş yapar ve tasaddukta bulunurdu. (Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 101)
Yani Asr-ı Saâdet insanı bu infak seferberliğine fakiriyle, zenginiyle, hastasıyla, sağlamıyla topyekûn katılıyordu. Bir gün fakir biri Hazret-i Osman radıyallâhu anh’a gelerek:
“–Ey mâl sahibi zenginler! Bütün hayrı alıp götürdünüz; malınızdan sadaka veriyor, köle âzâd ediyor, hacca gidiyor ve infakta bulunuyorsunuz!” dedi. Hazret-i Osman radıyallâhu anh:
“–Siz gerçekten bize gıpta ediyor musunuz?” diye sordu. O zât:
“–Evet, vallâhi size gıpta ediyoruz!” dedi. Bunun üzerine Hazret-i Osman radıyallâhu anh şu açıklamada bulundu:
“–Allâh’a yemin ederim ki bir kimsenin zorluk çekerek infâk ettiği bir dirhem, çok malın bir kısmından infâk edilen on bin dirhemden daha hayırlıdır.” (Beyhakî, Şuab, III, 251; Ali el-Müttakî, VI, 612/17098)
[1] İnfak, farz kılınan zekâtı ve gönüllü olarak yapılan her türlü hayrı ihtivâ etmektedir. (Mustafa Çağrıcı, “İnfak” mad., Diyânet İslâm Ansiklopedisi, XXII, 289) [2] Müd, yaklaşık 687 gr. ağırlığında bir ölçü birimidir.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Asr-ı Saâdet Toplumu, Erkam Yayınları