Allah'a Yaklaştırmayan Herşey Başa Beladır!
Fânî dünya metâını elde etmek için ebedî saâdet mekânı olan âhireti satmak, ne hazin bir aldanış ve ne fecî bir ahmaklıktır.
Selef ulemâsından Ebû Hâzim -rahmetullahi aleyh- şöyle der:
“Allâh’a yaklaştırmayan her türlü imkân (mal-mülk, makam-mevkî vs.) ancak başa belâ olan musîbetlerdir.”
Büyük Hak dostlarından Câfer-i Sâdık Hazretleri de şöyle buyurur:
“Allah Teâlâ dünyaya: «Ey dünya! Bana hizmet edene sen de hizmet et! Sana hizmet edeni ise (kendi işlerinde) yor ve yıprat!» buyurdu.”
Dünya servetine kalbini esir ettiği için infaktan kaçınan cimriler; ten rahatını terk edemediği için tâat ve gayretten uzak kalan tembeller; nefsinin îtirazlarını yenemediği için Allah yolunda hizmet ve fedakârlıktan kaçan gâfiller; gün gelir, o üzerine titredikleri nefislerini ve servetlerini, gâyet basit ve süflî gâyeler uğruna ziyan etmek durumunda kalabilirler. Yani Allah için büyük ve ulvî çilelerin engin deryâsına almaya cesaret edemeyenler, günün birinde, küçük bir su birikintisinde boğulup giderler.
Mevlânâ Hazretleri buyurur:
“Ey ekmek uğruna îman cevherini atan, ey bir arpaya bir hazineyi satan (fânî dünya uğruna ebedî âhiretini mahveden) zavallı! Unutma ki Nemrut, gönlünü İbrahim’e kaptırmadı ama canını bir sivrisineğe teslim etti…”
DÜNYAYA ALDANAN NEMRUD MİSÂLİ
Nitekim, mağrur nefsine uyarak Allâh’a îman ve itaati reddeden, kibrinden kendini yere göğe sığdıramayıp tanrılık iddiasına kalkışan Nemrut da, eceli gelip çattığı zaman, cılız bir sivrisineği bertaraf etmekten âciz kaldı, kahr-ı ilâhîye çâresizce râm oldu. Her kibirli zâlimin fecî âkıbeti gibi, o gâfilin de ömür harmanı ecel rüzgârıyla savrulduğunda, ne arkasında bıraktığı dünya saltanatı ona ağladı, ne de karşısına dikilen âhiret hayatı onu güler yüzle karşıladı. Onun gibi bütün zâlimlerin hazin âkıbetleri, ahmakların dûçâr olduğu rezilliğe dâir, tarih sahnesinde sergilenen ibretli misaller oldu. Bu itibarla gerçek saâdet ve saltanat, Cenâb-ı Hakk’a karşı haddini, kulluğunu, hiçlik ve acziyetini idrâk edip fırsat eldeyken Allah yolunda, gönüllü olarak nefsinden ferâgat edebilmektir.
Nitekim hadîs-i şerîfte:
“Akıllı, nefsine hâkim olup onu hesâba çekerek ölümden sonrası için çalışan; ahmak ise nefsini hevâsına tâbî kıldığı hâlde, Allah’tan (hayır) umandır.” buyrulmuştur. (Tirmizî, Kıyâmet, 25/2459)
Şunu unutmamak îcâb eder ki, gerçek huzur ve saâdet, nefsin bitmek bilmeyen arzu ve ihtirasları peşinde koşmaktan vazgeçip onu dizginlemekle mümkündür. Hattâ nefsi, Hakk’a vuslat yolculuğunun bineği yapıp, onu son nefese kadar doludizgin koşturmakla mümkündür.
İmâm Gazâlî Hazretleri bu hakîkati ne güzel hulâsa eder:
“Nefs, rûhun bineğidir. Eğer insan, nefsin dizginlerini salıverir ve onun gittiği istikâmete kendini bırakırsa, helâk olması mukadderdir… O hâlde nefsinin dizginlerini sımsıkı tut ve bineğinden istifâde etmeye bak! (Zira Hakk’a kulluk, beden ile, yani nefs bineği üzerinde îfâ edilebilir.)”
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Dostlarından Hikmetler, Erkam Yayınları.