Allah’ı En İyi Bilen İnsan

İLİM

Allah’ı en iyi kim bilebilir? Faydalı ilim öğrenmek ve öğretmek sadaka-i cariye midir?

Faydalı ilimle alakalı hadisler ve hadislerin açıklaması...

1- Ebû Hüreyre (r.a) der ki: Resûlullah şöyle dua ederdi:

“Allah’ım, bana daha önce öğrettiklerinden istifâde etmeyi nasîb eyle, fayda verecek ilmi bana öğret ve ilmimi artır.” (Tirmizî, Deavât, 128/3599; İbn-i Mâce, Mukaddime, 23; Hâkim, I, 690/1879)

2- Zeyd bin Erkam ’ndan (r.a.) rivâyet edildiğine göre Resûlullah şöyle dua ederdi:

“Allah’ım! Fayda vermeyen ilimden, huşu duymayan kalpten, doyma bilmeyen nefisten ve icâbet edilmeyen duadan sana sığınırım. “ (Müslim, Zikir, 73. Ayrıca bkz. Nesâî, İstiâze, 13, 65)

3- Ebû Hüreyre (r.a) der ki: Resûlullah şöyle buyurdu:

“İlim meclisinde oturup hikmetli şeyleri dinleyen, sonra da yanında bulunduğu âlimden, işittiği şeylerin kötü taraflarını nakleden kişinin hâli şuna benzer:

Bir kişi çobana gelir ve:

«–Ey çoban, bana süründen kesmem için bir koyun ver» der.

Çoban da:

«–Git, en iyisinin kulağından tut getir!» der.

O kişi gider, koca sürünün içinden köpeğin kulağını tutar.” (İbn-i Mâce, Zühd, 15; Ahmed, II, 353, 405, 508; Beyhakî, Şuab, II, 268; Heysemî, I, 128)

HADİSLERİN AÇIKLAMASI

Bir Müslüman, öncelikle sahip olduğu ilimden faydalanma gayreti içinde bulunur ve onunla amel eder. Daha sonra da, güzel bir kulluk hayatı yaşayarak Allah’ın rızâsını kazanmaya yardımcı olacak faydalı ilimler elde etmeye çalışır. Aynı zamanda, böylesine güzel bir nimete nâil eylemesi ve ilmini artırması için Allah’a dua eder.

İlimden istifâde etmenin en büyük alâmeti, kulun takvâ sahibi olarak dinin emirlerine titizlikle uymasıdır. İlmin fayda verdiği kimse, bildikleriyle amel eder ve ilâhî azâba uğramaktan korktuğu için takvâ üzere yaşar.

Nitekim Allah Resûlü:

“Şüphesiz Al­lah’a karşı en çok takvâ sahibi ola­nı­nız ve O’nu en iyi bi­le­ni­niz be­nim!” buyurmuştur. (Bu­hâ­rî, Îmân, 13; Edeb, 72)

Demek ki, ilim arttıkça takvânın seviyesi de buna paralel olarak artmaktadır. Resûlullah, Allah’ı en iyi bilen insan olduğu için, takvâsı en yüksek kişi de yine odur.

FAYDALI İLİM

Faydalı ilim, insana hayatta yardımcı olduğu gibi öldükten sonra da âhiret sermayesi hâline gelmektedir. Nitekim Allah Resûlü, bir Müslümanın, istifâde edilen bir ilmi öğrenip talebe ve eserler vâsıtasıyla geriye bıraktığında, amel defterinin öldükten sonra da kapanmayacağını, sevap hânesine iyilikler yazılmaya devam edeceğini haber vermiştir. (Müslim, Vasiyyet, 14)

İLİM PEŞİNDE KOŞ

Dolayısıyla, hem istifade etmek, hem de insanların hizmetine sunmak için faydalı ilim peşinde koşmalı, lüzumsuz şeylerle vakit kaybetmemelidir. Nitekim İbn-i Sîrin’in yaşadığı şu mânevî hâl, bunu göstermektedir:

O şöyle anlatır:

“Mescid’e girdim baktım ki Semîr bin Abdurrahmân kıssa anlatıyor, Humeyd de ilim öğretiyor. Bunlardan hangisinin halkasına oturayım diye düşünürken beni bir uyuklama aldı. Rüyâmda biri gelip:

«–Hangisinin halkasına oturayım diye düşünüp duruyorsun. İstersen sana Humeyd’in yanında oturan Hz. Cebrâil’in (a.s.) mekânını göstereyim!» dedi.” (Dârimî, Mukaddime, 32)

Demek ki faydalı ilimle meşgul olanların meclisini, büyük melekler bile teşrif etmektedir. Bu durum, faydalı ilimle meşgul olmanın faziletini beyan etmek için yeterli bir delildir.

Diğer taraftan ilim, uçsuz bucaksız bir deryâdır. Bütün bilgileri öğrenmek, beşerin tâkati dışındadır. O hâlde insan, öncelikle lüzumlu bilgileri öğrenmeli, istifâde edemeyeceği faydasız şeylerden yüz çevirmelidir.

Selmân-ı Fârisî (r.a), Hz. Huzeyfe’ye:

“İlim engin bir derya, ömür ise kısadır. İlimden, dininle alakalı ihtiyaç duyduğun kadarını al, gerisini bırak, boşuna yorulup kendine yük etme!” nasihatında bulunmuştur. (Ebû Nuaym, Hilye, I, 189)

Yine Selmân (r.a), Dicle kenarında yürürken, yanındaki arkadaşı eğilip su içmişti.

Selman (r.a):

“–Haydi bir daha iç!” dedi.

Arkadaşı:

“–Kandım!” cevabını verdi.

Hz. Selmân:

“–Peki, içtiğin suyun nehirden bir şey eksilttiğini söyleyebilir misin?” diye sordu.

Yanındaki:

“–Hayır” dedi.

Bu sefer Selmân (r.a):

“–İşte ilim de böyledir, tükenmez. O hâlde, sana fayda verecek ilmi öğren!” tavsiyesinde bulundu. (Ebû Nuaym, Hilye, I, 188)

BÜYÜK İSRAF

Fayda vermeyen bilgilerle meşgul olmak, boşuna yorgunluk ve her yönüyle büyük bir israftır. Bu sebeple Allah Resûlü ikinci hadisimizde, kalbi olgunlaştırmayan, nefsi terbiye etmeyen ve ahlâkı güzelleştirmeyen ilimden Allah’a sığınmıştır. Çünkü böyle bir ilim ne dünya ne de âhiret saâdeti sağlar.

Bir de ilimle meşgul olup da ondan istifade etmeyen ve öğrendiklerinin en kötü taraflarını anlatıp yaymaya çalışan nasipsizler vardır. Böyle davranan bir kimse, şüphesiz insanların en bedbahtı ve en mahrûmudur. O, ilmin faydalarını terk ederek lüzumsuz, hatta zararlı şeylerle meşgul olmaktadır. Bir müddet sonra yaptıklarının zararını bizzat kendisi çekecektir.

HAYIR KAZANMA FIRSATI VARKEN...

Böyle bir insan, faydalı ilim öğrenerek pek çok hayırlar kazanma fırsatı varken, bunu terk ederek zararlı şeyleri arayıp bulur. Üçüncü hadisimizde verilen misalde olduğu gibi koskoca sürüden kolayca bir koyun alabilecekken, belki de yüz koyunun içinde bir tane bulunan, eti yenmez köpeği tutup getirir. O köpek, kulağını tuttuğu için bir müddet sonra onu ısıracak, belki de parçalayacaktır. Yani bu insan hem zor, hem de zararlı olanı tercih etmiştir.

Diğer bir husus da, faydalı ilmi öğrenen kimsenin, bundan diğer insanları istifâde ettirmesi gerektiğidir. Çünkü esas olan, ilmi açıklayıp yaymak ve daha fazla insana ulaşmasını temin etmektir. Herkesin bilmesi zarûrî sayılan dînî bilgileri saklamak, büyük bir vebâldir. Böyle davrananlar, âhirette ilâhî azâba dûçâr olurlar. Âyet-i kerimede şöyle buyrulur:

“İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayeti, biz kitapta insanlara açıkça beyan ettikten sonra gizleyenler var ya; işte onlara hem Allah lânet eder, hem de bütün lânet edebilenler lânet eder.” (Bakara 2/159)

BİLDİĞİNİZ KONUDA CEVAP VERİN

Bu hususta Resûlullah Efendimiz’in îkazı da şöyledir:

“Bir kimseye bildiği bir konu sorulur da cevap vermezse, kıyamet günü Allah onun ağzına ateşten bir gem vurur.” (Ebû Dâvûd, İlim, 9/3658. Ayrıca bkz. Tirmizî, İlim, 3/2649; İbn-i Mâce, Mukaddime, 24)

Diğer taraftan, insan ilmi sırf dünyalık kazanmak ve nefsânî arzularını tatmin etmek için öğrenmemelidir. Resûlullah şöyle buyurur:

“Kim Allah’ın rızâsını kazandıracak bir ilmi sadece dünyalığa sahip olmak için öğrenirse, kıyamet günü Cennetin kokusunu bile duyamaz.” (Ebû Dâvûd, İlim, 12/3664. Ayrıca bkz. İbn-i Mâce, Mukaddime, 23)

Böyle davranan bir kimse, ihlâsla hareket etmemiş, gayretlerinin karşılığını Allah’tan değil de insanlardan beklemiştir. O da dünyada kendisine verildiği için, âhirette eline bir şey geçmeyecektir.

Resûlullah, ilmi Allah rızâsı dışında bir maksatla öğrenen kimseler hakkında şöyle buyurur:

“Kim, ilmi, sırf âlimlerle tartışmak, alçaklarla münâkaşa etmek ve insanların teveccühünü kazanmak için öğrenirse, Allah onu cehenneme koyar.” (Tirmizî, İlim, 6/2654; İbn-i Mâce, Mukaddime, 23)

Ancak bir âlim, Allah rızâsı için öğrendiği ilim sâyesinde, dünyevî nimetlere de nâil olabilir. Bu Allah’ın ona bir lûtfudur. Farz olmayan ilimleri, helâlinden maîşet temin etmek için öğrenmekte de bir beis yoktur. Lâkin, bir kimse dînî ilimleri dünyalık elde etmek için öğrenirse, o, kıyâmet günü Cennetten uzak kalır ve oraya ilk girenler arasında yer alamaz.

Kaynak: Dr. Murat Kaya, Efendimiz’den Hayat Ölçüleri, Erkam Yayınları