Allah'ı Gerçekten Seviyor Muyuz?

Allah'ı gerçekten seviyor muyuz? Allah'a (c.c) olan sevgimizin derecesi ve gerçekliği ne? Allah'a (c.c) olan sevginizi öğrenmek için soruyu cevaplayın...

Her hâlükârda O’na hamd, şükür ve rızâ hâlinde kalabiliyor muyuz? Yani nîmet içinde bulunduğumuz zamanlarda olduğu gibi imtihan edildiğimiz zamanlarda da Allah'a (c.c) hamd, şükür ve rızâ hâlinde kalabiliyor muyuz?

Abdülkâdir Geylânî Hazretleri buyurur:

“ Ey gâfil! Sen, Allâh’ı ancak nîmet içinde bulunduğun zamanlar seversin. Belâ-musîbet geldiği an ise, sanki Allah senin dostun değilmiş gibi O’ndan kaçarsın.

Kişinin ne olduğu, imtihan sırasında ortaya çıkar. Eğer Allah’tan belâlar-musîbetler geldiği zaman, daha önceki hâlinde sâbit kalabiliyorsan, işte bu takdirde sen O’nu seviyorsun demektir. Yok eğer musibetler gelmeye başlayınca sende değişiklik oluyorsa, yalanın ortaya çıkmış olur. Daha önce kendinde var olduğunu iddiâ ettiğin Allah sevgisinin gerçekte var olmadığı anlaşılır ve o beyânın yıkılır gider. ”

Gerçek bir muhabbetin kantarı fedakârlıktır. Belâ ve musibetler, muhabbetin hâlisiyyetini test eder. Hakîkî muhabbet, zorluklar karşısında dahî kaybolmayan, bilâkis daha da kuvvetlenen muhabbettir.

Dolayısıyla Cenâb-ı Hakk’ı gerçekten seven bir kul, her hâlükârda O’na hamd, şükür ve rızâ hâlinde kalabilen kimsedir. Dünyevî bir kazançla şımarmayan veya zarara uğradığında şikâyet ve isyana sürüklenmeyen, her dâim Cenâb-ı Hakk’a kulluk istikâmetini koruyabilen kimsedir.

Râbiatü’l-Adeviyye Hazretleri, kendisine:

“–Gerçek şükür ehli kimdir?” diye sorulunca şu cevabı vermiştir:

“–Gerçek şükür ehli; belâ ve musîbetle imtihan edildiğinde, tıpkı nîmet ve sevinçle imtihan edildiğindeki gibi sevinebilen kimsedir.”

Cenâb-ı Hak biz kullarını her dâim îmanda sadâkat imtihanlarına tâbî tutuyor. Hangi şartlarda olursak olalım, îmânımızda ve kulluğumuzda sebât etmemizi istiyor. Yani ömrümüz boyunca emrolunduğumuz gibi dosdoğru olmamızı, istikâmet üzere yaşamamızı arzu buyuruyor.

Sâmi Efendi Hazretleri, istikâmet ehli bir mü’minin, ilâhî imtihanlar karşısında sahip olması gereken kalbî dirâyeti şöyle târif buyurmuştur:

“İstikâmet sahibi, dağ gibi müstakîm olmalıdır. Çünkü dağın dört alâmeti vardır:

1) Sıcaktan erimez,

2) Soğuktan donmaz,

3) Rüzgârdan devrilmez,

4) Sel alıp götürmez.”

Demek ki bir mü’min -hepsi de ilâhî birer imtihan olan- hayatın acı-tatlı sürprizleri ve med-cezirleri karşısında sarsılmamalı, kulluk istikâmetinden sapmamalı, Rabbine karşı gönlündeki ubûdiyet, muhabbet ve rızâ kıvamını dâimâ muhafaza etmelidir. Fakat bu, her kalbin kârı değildir. Mârifetullah ve muhabbetullah’tan nasîb almış gönüller, en çetin imtihanlarda bile istikâmetten sapmazken, mânevî terbiye ve tezkiye görmemiş ham nefisler ise, en ufak bir imtihanda dahî tâvize sürüklenmekten kurtulamazlar.

Nitekim âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulmaktadır:

“İnsana nîmet verdiğimiz zaman (Biz’den) yüz çevirip yan çizer. Ona bir de zarar-ziyan dokunacak olsa iyice karamsarlığa düşer. De ki: Herkes, kendi mizaç ve meşrebine göre iş yapar. Bu durumda kimin doğru bir yol tuttuğunu Rabbiniz en iyi bilendir.” (el-İsrâ, 83-84)

“İnsan var ya, Rabbi kendisini imtihan edip de ikramda bulunduğunda ve bol nîmet verdiğinde (bunun bir imtihan olduğunu düşünmeden sevinir ve) «Rabbim bana ikram etti.» der. Onu imtihan edip rızkını daralttığında ise (hüzne gark olur ve) «Rabbim beni önemsemedi.» der.” (el-Fecr, 15-16)

Velhâsıl Rabbimiz bizden; varlıkta-yoklukta, sıhhatte-hastalıkta, sürurda-kederde dâimâ;

“Allâh’ım, her hâlükârda Sana hamd ü senâlar olsun.” diyebilen bir gönül kıvamı istiyor.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2018 – Aralık, Sayı: 394, Sayfa: 032

İslam ve İhsan

ALLAH'I GERÇEKTEN SEVİYOR MUYUZ?

Allah'ı Gerçekten Seviyor Muyuz?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.