Allah'ı Kalbi Kırıkların Yanında Ara!
Hazreti Mevlânâ Mesnevi'de gönül inciten değil gönül alan olmanın önemine değinerek kalbi kırık insanların, Cenâb-ı Hak nezdindeki itibar ve mevkilerinin yüksek olacağını söyler.
Mesnevî: “Bu gönül evinin içinde kimin bulunduğunu biliyorsanız, bu gönül sahibinin kapısı önünde ettiğiniz terbiyesizlik nedendir?”
“Ahmaklar, insan yapısı mescide saygı gösterirler de, gönül sahiplerine bîgâne kalarak onların gönüllerini kırarlar.” (c.2, 3108-3109)
NEFSİN EN BÜYÜK CİNAYETİ
Gönül, Cenâb-ı Hakk’ın nazargâhıdır. Nefsin en büyük cinâyeti bir gönül kırmaktır. Bundan dolayı Mevlânâ hazretleri başka bir beytinde:
“Kâ’be bünyâd-ı Halîl-i Âzer est
Dil, nazargâh-ı Celîl-i Ekber est” buyurmaktadır.
Yani Kâ’be, Âzer’in oğlu Halil İbrâhîm’in inşâ ettiği bir yapıdır. Gönülse o yücelerin yücesi olan Cenâb-ı Hakk’ın nazargâhıdır. Binâenaleyh nazargâh-ı ilâhî olan gönlü yıkmak, Kâ’be’yi yıkmaktan daha büyük bir cürüm olarak görülmüştür.
Yunus Emre hazretleri de:
Ak sakallı pîr hoca
Bilemez hâli nice
Emek yimesün hacca
Bir gönül yıkar ise
buyurarak, aynı gerçeğe işaret etmişlerdir.
İnsan, eşref-i mahlûkât, yani yaratılmışların en mükemmelidir. Onun kalbi ise nazargâh-ı ilâhîdir. Hadîs-i kudsî olarak nakledilen bir rivâyette, “Ben yere göğe sığmam. Bir mümin kulumun kalbine sığarım.” (Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, II, 195) buyrulmaktadır. Bütün bunlar, insanın muhterem mevkiini ifâde etmekte ve onun hatırını veya kalbini kırmanın, ne derece ağır bir cürüm olduğunu ifade etmektedir.
YA RAB! SENİ NEREDE ARAYAYIM?
Kalbi kırık insanların, Cenâb-ı Hak nezdindeki itibar ve mevkileri yüksektir. Rızâ-yı ilâhîye kavuşmak isteyenler, böyle mahzûn gönülleri sevindirmelidirler. Nitekim Hazret-i Mûsâ -aleyhisselâm- birgün:
“−Yâ Rab! Seni nerede arayayım?” diye niyazda bulunmuştu. Allâh Teâlâ da:
“−Beni kalbi kırıkların yanında ara!..” (Ebû Nuaym, Hilye, II, 364) buyurdu.
Ebû Hureyre’den nakledilen bir hadis-i kudsîde de Peygamber Efendimiz şöyle buyurmaktadır:
“Kıyâmet günü aziz ve celil olan Allâh şöyle buyuracaktır:
“−Ey âdemoğlu! Ben hasta oldum, Beni ziyâret etmedin!”
Kul diyecek:
“−Ey Rabbim, Sen Rabbü’l-âlemîn iken, ben Seni nasıl ziyâret ederim?”
Cenâb-ı Hak buyuracak:
“−Bilmedin mi, falan kulum hastalandı, fakat sen onu ziyâret etmedin. Bilmiyor musun, eğer onu ziyâret etseydin, yanında Beni bulacaktın!..”
Allâh Teâlâ buyuracak:
“−Ey âdemoğlu!.. Ben senden yiyecek istedim, ama sen Beni doyurmadın!”
Kul diyecek:
“−Ey Rabbim, ben Seni nasıl doyururum?! Sen ki, âlemlerin Rabbisin!”
Cenâb-ı Hak buyuracak:
“−Benim falan kulum, senden yiyecek istedi. Sen onu doyurmadın. Bilmez misin ki, eğer sen ona yiyecek verseydin, onu, ben yanımda bulacaktım.”
Rabbimiz buyuracak:
“−Ey âdemoğlu! Ben senden su istedim, Bana su vermedin!”
Kul:
“−Ey Rabbim, ben Sana nasıl su içirebilirim? Sen ki, âlemlerin Rabbisin!” diyecek. Bunun üzerine Allâh Teâlâ:
“−Falan kulum senden su istedi. Sen ona su vermedin. Bilmiyor musun, eğer ona su vermiş olsaydın, bunu Benim yanımda bulacaktın!” buyurur. (Müslim, Birr 43)
Zulme mâruz kalmış, gönlü incinmiş her kulun duâsı, imân veya küfür ehli olduğuna bakılmaksızın, Cenâb-ı Hakk’a arzolunur ve en kısa zamanda kabul olunur. Zîrâ mazlûmun duâsı ile Cenâb-ı Hak arasında perde yoktur. Peygamber Efendimiz, ashâb-ı kirâma böyle makbul olan mazlûmların duâsından sakınmalarını şöyle öğütlemişlerdir:
“Mazlûmun duâsından sakınınız. Zîrâ onun duasıyla Allâh Teâla arasında perde yoktur.” (Müslim, Îmân, 29)
DUALARI REDDEDİLMEYEN KİMSELER
“Üç kişi vardır ki Allâh onların duâlarını reddetmez:
- İftar edinceye kadar oruçlunun duâsı,
- Mazlûmun duâsı,
- Adâletli devlet reîsinin duâsı.” (Tirmîzî, Deavât, 48; İbn Mâce, Duâ, 2)
Cenâb-ı Hakk’ın, kullarının istihkar edilmesine râzı olmadığını, şu hadîs-i şerîf ne güzel ifade eder:
Rasulullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- buyurdular ki:
“–Bir adam: «Vallâhi, Allâh falancayı mağfiret etmeyecek!» diye kesip attı.
Allâh Teâlâ Hazretleri de:
«Falancayı mağfiret etmeyeceğim husûsunda, yemin eden de kim? Ben ona mağfiret ettim, senin amelini de iptal ettim!..» buyurdu.” (Müslim, Birr, 137)
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Âb-ı Hayat Katreleri, Erkam Yayınları