Allah'ın (c.c) Rahmeti Bazen Küçük Bir Amelde Gizlidir

Peygamber Efendimiz (s.a.v) kabir azabı için okuduğu dua hangisidir? Kul sürekli nasıl bir hal içinde olmalıdır? Allah'ın (c.c) rahmetinin tecelli edeceği ameller hangileridir? Müslümanın asıl huzuru nedir? Allah'ın (c.c) nimetlerine karşı şükrümüz nasıl olmalıdır? Allah'a (c.c) nasıl bir teslimiyet içinde olmalıyız? Ahiret günü salih kimselerin pişmanlığı ne olacak? Osman Nuri Topbaş Hocaefendi anlatıyor...

Cenâb-ı Hak; “لَا اُقْسِمُ بِيَوْمِ الْقِيٰمَةِ” buyuruyor.

“Kıyâmete andolsun (yemin olsun).” (el-Kıyâme, 1) diyor.

Bir şiddet günü, zor gün, musîbetli gün.

Rasûlullah Efendimiz:

اَللّٰهُمَّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنْ عَذَابِ الْقَبْرِ وَمِنْ عَذَابِ النَّارِ

(“Ey Allâh’ım! Kabir azâbından ve Cehennem azâbından Sana sığınırım…” [Buhârî, Cenâiz, 88; Müslim, Mesâcid, 128-134]) buyuruyor.

Ne kadar şiddetli ki… Hattâ bazı sahâbîlerin, hattâ diyor, o kişi diyor, sâlih bir kimseydi ama diyor, onu kabir sıktı da sıktı buyuruyor.

Zeyneb’i çok severdi Efendimiz, -radıyallâhu anhâ-. Zeyneb şehid oldu, deveden ittirildi, hamileydi, bir müddet sonra vefat etti Zeyneb. Yani şehîden vefat etti. Efendimiz, Zeyneb’i gömdü, rengi sapsarı oldu.

Sahâbî dedi ki:

“–Yâ Rasûlullah!..”

Sonradan pembeleşti.

“–Sizi hâlden hâle geçiren nedir?” diye sordu.

“–Zeyneb’i kabir sıktı dedi. Maşrık’tan ve Mağrib’den çığlığı duyuldu.” dedi, yani insanın duymadığı şekilde. “Sonra dedi, kabir açıldı, Zeyneb ferahladı.” (Bkz. İbn-i Esîr, Üsdü’l-Gâbe, VII, 131)

Velhâsıl Rasûlullah Efendimiz’in en çok bize telkin ettiği, duâ ve ilticâ olarak:

اَللّٰهُمَّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنْ عَذَابِ الْقَبْرِ وَمِنْ عَذَابِ النَّارِ

Hep insan, geçmişte birçok hatalarımız oldu. Bu hatalarımızın hepsinin affı kabule muhtaç. İbadetlerimiz kabule muhtaç.

Velhâsıl Cennet’e giriş de lûtf-i ilâhî ile olacak. Demek ki kul devamlı bir ilticâ hâlinde olacak.

O gün işte mü’minde endişe olacak; “benim terazim nasıl?” Zerreler tartılacak hayır ve şer…

Tabi burada şu var, hayatımızda hiçbir şeyi küçük görmeyeceğiz. Bu, Allâh’ın rahmeti bazen küçük, bazen orta, bazen büyük bir fiilde… Allâh’ın gazabı da bazen ufak, bazen orta, bazen büyük… Onun için hiçbir şey küçümsenmeyecek. O kadar Allâh’ın gazabını çeken yerden kaçınılacak. Oradan da Allâh’ın rahmeti tecellî edecek bir şeye gayret edilecek. Kapındaki bir köpeğe, kediye, “bu bana emanettir”, idrâki olacak. “Bu bana zimmetlidir” idrâki olacak.

Mekke-i Mükerreme’de müslümanlar çok ağır zulüm gördü. Ambargolar kondu, giriş-çıkış, müslümanlar maalesef yasaklandı. Çocukların açlıktan avaz sesleri diğer mahallelerden duyulmaya başladı. Üç sene böyle cefâlı bir devir oldu.

Orada müslümanlar dediler ki;

“–Biz inandık, îmân ettik, itaat ediyoruz; en büyük cefâyı biz çekiyoruz. Gafiller ise, onlar diyar diyar, rahat rahat dolaşıyorlar.” dediler.

Onun üzerine Âl-i İmrân Sûresi’nin 196-197. âyeti indi:

“İnkârcıların, (gâfillerin refah içinde) diyar diyar dolaşması sakın Sen’i aldatmasın. Azıcık menfaattir o (dünya menfaati). Onların varacakları yer Cehennem’dir. O ne kötü bir varış yeridir.”

Esas huzur, eğer biz kalbî hayatımız inkişâf ettikçe bütün dünyevî olan med-cezirlerin tesiri azalmış olur. O zaman ne olur? Râdıye; kul, Allah’tan, değişen şartlarda râzı olur. Merdıyye; Allah da o kuldan râzı olur. “Cennet’ime gir.” buyrulur. (Bkz. el-Fecr, 28-30)

Tabi bugün en mühim;

ثُمَّ لَتُسْئَلُنَّ يَوْمَئِذٍ عَنِ النَّعِيمِ

“…Verdiğimiz nîmetlerden sorulacaksınız.” (et-Tekâsür, 8) buyruluyor.

Yani biz kendimizi toplumla mukâyese edemeyiz; ashâb-ı kirâm ile mukâye etmeliyiz. Çünkü Cenâb-ı Hak ashâb-ı kirâmı bize (örnek nesil olarak) gönderiyor.

Bu âyet nâzil olduğu zaman Efendimiz’in huzûruna bir delikanlı geldi:

“–Yâ Rasûlâllah! Allah « ثُمَّ لَتُسْئَلُنَّ يَوْمَئِذٍ عَنِ النَّعِيمِ» buyurdu. «…Verdiğimiz nîmetlerden sorulacaksınız.» (et-Tekâsür, 8) Bende bir dünyevî nîmet yok dedi. Ben kurtuldum.” dedi.

Rasûlullah Efendimiz buyurdu ki:

“–Senin gölgelendiğin bir ağaç var mı?” dedi.

Allah ağacı yaratmasaydı… Gölgelendiğin bir ağaç var mı dedi. Gölgeleniyor musun dedi. Allâh’ın bir nîmetine müstağraksın dedi. Onun hesabı var dedi.

“–Sen dedi, ayağına bir şey giyiyor musun?” dedi.

Dikenden vs… Bak dedi, diğer mahlûkatta ayağına giyeceği bir şey yok dedi. Allah senin ayağını o şekilde tanzim etti dedi.

“–İçtiğin bir soğuk su var mı dedi. Sen de onlardan sorulacaksın.” buyurdu. (Bkz. Süyûtî, VIII, 619)

Velhâsıl o gün peygamberlerin bile zor günü…

Cenâb-ı Hak yine âyet-i kerîmede;

“Peygamber gönderilen toplumları da gönderdiğimiz peygamberleri de hesaba çekeceğiz.” (el-A‘râf, 6) buyuruyor.

Onun için Efendimiz, Vedâ Haccı’nın sonunda üç sefer (ellerini) kaldırıyor:

“–Yâ Rabbi! Şâhid ol!” diyor.

“Duyan, duymayan var mı?” diyor. 120 bin kişiden tasdik alıyor.

Tekrar kaldırıyor elini:

“–Tebliğ ettim mi diyor ashâbım?” diyor.

“–Tebliğ ettin yâ Rasûlâllah!” denilince;

“–Yâ Rabbi! Şâhid ol!” diyor, üç sefer. (Bkz. Müslim, Hac, 147; Ebû Dâvûd, Menâsik, 56; İbn-i Mâce, Menâsik, 76, 84; Ahmed, V, 30; İbn-i Hişâm, IV, 275-276)

Demek ki Peygamber bile bu endişenin içinde.

Hattâ Âişe Vâlidemiz soruyor:

“–Yâ Rasûlâllah diyor, bizi hatırlayacak mısın?” diyor. Yakınlarını hatırlayacak mısın diyor.

“–Üç yerde hatırlayamam yâ Âişe diyor.

Bir; defterlerin sağdan-soldan, defterlerin nereden verileceği…”

Oradan defterlerimizi göreceğiz. Zerreleri göreceğiz.

“اِقْرَاْ كِتَابَكَ”

“Kitabını oku. Bugün (sana hesap sorucu olarak) nefsin kâfidir.” (el-İsrâ, 14)  denilecek.

Üçüncüsü; Cehennem üzerinden geçirileceğiz. Cenâb-ı Hak… Orada çengeller vardır buyuruyor Rasûlullah Efendimiz. Oradan herkes geçecek, peygamberler dâhil. Orada kimi oradan çok bir rüzgâr hızıyla, kimi ağır ağır, kimi… Fakat herkeste bir endişe olacak. Biz orada, Cenâb-ı Hak, mücrimleri baş aşağı atarız buyuruyor. Orada diyor, peygamberler dahî diyor, onlar bile diyor, bir endişenin içinde…

Belki Efendimiz orada ümmetinin endişesi içinde, bilemiyoruz o tarafı…

Velhâsıl kulluğu ikmâl edebilmek.

Dünyevî problemler ne kadar bizi meşgul ediyor? Esas kulluğu ikmâl edebilmek. Sâlih bir, sâliha bir kul olabilmek. Bu çok mühim. Meselâ bir misal:

Cenâb-ı Hak İbrahim -aleyhisselâm-’ı misal veriyor. Malıyla dost oldu. Zikir karşısında hibe etti. Halil İbrahim bereketi oldu.

Tevhid uğruna canını feda etti. Orada da:

“–Ey ateş! İbrahim (-aleyhisselâm-)’a selâmet ol.” (el-Enbiyâ, 69) buyruldu. Ateş yakmadı.

Burada Mevlânâ’nın bir nüktesi var, Celâleddîn-i Rûmî Hazretleri:

“Sen diyor ey kişi diyor, düşün diyor, sende İbrahimlik varsa diyor, Cehennem seni yakmaz diyor. Ateş diyor, İbrahimleri tanır diyor. Bak diyor, İbrahim’i yakmadı diyor. Eğer sende İbrahimlik varsa diyor, endişe etme, seni ateş yakmaz.” diyor.

Ateşe girerken bir tereddüt etmedi. Melekler geldi:

“–Bu işi bertaraf edelim.” dedi.

“–Yok dedi. Rabbimle aramıza girmeyin dedi. Ateşi yandıran O’dur.” dedi. Çok güçlü bir teslîmiyet. Ateş de serin ve selâmet oldu.

Mevlânâ da “Merak etme diyor. Sende İbrahimlik varsa diyor, sen rahat et diyor, seni ateş yakmaz.” diyor.

Üçüncüsü; evlâdı insanın en büyük parçası, kendisinin parçası evlâdı. Tabi onun bir kurban hâdisesi var. Tabi orada İbrahim -aleyhisselâm-’a;

“Selâm İbrahim.” (es-Sâffât, 109) buyuruyor.

“Bu (diyor) açık bir imtihandı (zor bir imtihandı).” (es-Sâffât, 106) diyor.

“Sana bir nam verdik.” (es-Sâffât, 108) buyuruyor.

Tahiyyattan sonra ona salât ediyoruz.

İbrahim -aleyhisselâm- putperest bir kavimle mücadele etti. Babası putperestti, onunla mücadele etti. Fakat İbrahim -aleyhisselâm- yine kulluğunu eksik görüyor:

وَلَا تُخْزِنِى يَوْمَ يُبْعَثُونَ

diyor. “Yâ Rabbi! İnsanları (yeniden) yarattığın gün, beni mahcup etme!” (eş-Şuarâ, 87) diyor. Ki Halîlullah kendisi.

Demek ki daima kendimizi her hâlde bir muhasebe hâlinde bulunabilmek.

Tabi bu, ölümle ilgili çok âyetler var. Meselâ Kāf Sûresi’nde, hepimiz için;

“Ölüm sarhoşluğu gerçekten gelir de «İşte ey insan! Bu senin öteden beri kaçtığın şeydir.» denir. Sûr’a üfürülür, (İsrâfil, Sûr’a üfürür) işte bu, geleceği vaad edilen gündür.” (Kāf, 19-20)

Hepimizin başından geçecek, kurtuluş yok.

Bedenî bir hastalığa ne kadar dikkat ediyoruz; demek ki rûhî bir hastalığa ne kadar tedavi için gayret edeceğiz?

Onun için Cenâb-ı Hak buyuruyor:

“Ey îmân edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allâh’ı anmaktan alıkoymasın! Kim bunu yaparsa, işte onlar ziyana uğrayanlardır.” (el-Münâfikûn, 9)

Demek ki burada mallar meşgul eder, âhireti unutturur. Çocukların dünyevî işleri meşgul eder. Esas yavrularımızın düşüneceği, uhrevî durumlarıdır. Çünkü eğer evlâtlarımıza saâdet istiyorsak, huzur istiyorsak, saâdeti verecek Allah -celle celâlühû-’dur.

Ondan sonra devam eden 10. âyette Cenâb-ı Hak bizim son ânımızı, son nefes ânımızı, bu çok mühim bir an, çok zor bir an. Çünkü o zaman o sâlih kimse için melekler geliyor:

“…Korkmayın, üzülmeyin. Allâh’ın size vaad ettiği Cennet’le sevinin.” (Fussilet, 30) diyorlar. Fakat bu, en zor an. Yani rûhun bedeni terk ettiği an. Ondan sonra beden bir işe yaramıyor. Tekrar geldiği toprağa dönüyor, toprak oluyor, bitiyor. Fakat ruh devam edecek. O ânı bildiriyor Rasûlullah Efendimiz’e:

“Rabbim, benim ölümümü yakın bir süreye kadar geciktirsen de…” (el-Münâfikûn, 10)

Artık ölüm alâmetleri başladı. Orada kulun ilticâsı;

“…Biraz geciktirsen de sadaka versem ve sâlihlerden olsam, demeden evvel infak edin.” (el-Münâfikûn, 10)

Demek ki insanın pişmanlık hâli. Efendimiz buyuruyor ki:

“Sâlih kimseler de pişmanlık içinde ölecek. O da keşke daha öteye gitseydim…” (Bkz. Tirmizî, Zühd, 59)

İlyas -aleyhisselâm-’a ölüm meleği geliyor, Azrâil geliyor, ürperiyor. Azrâil diyor ki:

“–İlyas diyor, sen peygambersin diyor, ölümden mi korktun?” diyor.

“–Yok, ondan değil diyor. Bak dünya hayatında diyor, ben büyük bir saâdet, büyük bir neşe alıyordum diyor. Cenâb-ı Hak’la beraber oluyordum diyor. İslâm’ı yaşıyordum, yaşatmaya gayret ediyordum diyor. Şimdi ise kabirde rehin kalacağım diyor. Rehin kalacağım diyor. Orada ibadet, tâat, yükselme, kaybetme yok. Bekleme var, bekleyiş…”

Ondan sonra gelen âyette, Münâfikûn son âyeti:

“Allah, eceli gelen hiç kimsenin ölümünü ertelemez. Allah yaptığınızdan haberdardır.” (el-Münâfikûn, 11)

Biz nasıl dünyaya gelişte ne zaman geleceğimizi biliyor muyduk? Anamızı-babamızı biliyor muyduk? Ölüm de aynı. Birtakım vesîleler olur. Onların hepsi birer vesîle. Vesîlelere de teşebbüs edeceğiz. O da bir kaderin içindedir…

OSMAN NURİ TOPBAŞ HOCAEFENDİ DİĞER SOHBETLER

İslam ve İhsan

KALPLERİMİZİN SAÂDET SERMÂYESİ NEDİR?

Kalplerimizin Saâdet Sermâyesi Nedir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.