Allah'ın (cc) Sevdiği Kulun Alâmetleri
Muhakkak ki mü’min, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e duygu derinliği ile yaklaştığı, rûhunu nefsânî ve süflî bütün çizgi ve görüntülerden boşalttığı vakit, O’nunla aynîleşme/bütünleşme, O’nun gönül dokusundan ve muhabbetinden hisse alma yolundadır.
Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-’ın muhabbetinden hisse almayan gönüller, O’nun yaratılış gâyesine yabancılaşan ve Hakk’ın muhabbetinden mahrum kalan gâfillerdir.
Âyet-i kerîmede buyrulur:
“(Rasûlüm!) De ki: Eğer Allâh’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve merhametlidir.” (Âl-i İmrân, 31)
Hiçbir insan, Kur’ân-ı Kerîm ve sünnet-i seniyyeye tâbî olmadan, Rasûlullâh’ın örnek hayatıyla istikâmetlenmeden Allâh’ın sevip râzı olduğu kâmil bir mü’min olamaz.
Muhabbetin derecesi, eserinde kendini gösterir. Peygamber Efendimiz’e olan muhabbetimiz, O’nun sünnet-i seniyyesinin rûhâniyeti içinde yaşayabildiğimiz nisbettedir.
CENÂB-I HAKK'IN YÜCE BİR VAADİ
Gönüller muhabbet-i Rasûlullâh’ta hangi mertebeye vasıl olursa, dünyâda nâil olunacak huzur ve saâdet, âhirette ulaşılacak makam, o nisbette yüce olur.
Ayrıca bir mü’minin gönlü, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e ne kadar muhabbetle dolu olursa, o kadar azâb-ı ilâhîden uzaklaşmış olur. Bu, Cenâb-ı Hakk’ın yüce bir vaadidir.
Nitekim âyet-i kerîmede buyrulur:
“(Ey Rasûlüm!) Sen onların içinde iken Allah, onlara azâb edecek değildir!..” (el-Enfâl, 33)
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, 40 Soru 40 Cevap, Erkam Yayınları, 2011