Allah'ın Harb Ettiği Kimse
Hazreti Mevlânâ Mesnevî'de “Bir Hak dostunun, yani bir peygamberin veya velînin gönlü incinmedikçe, Allâh, hiç bir kavmi rezil ve rüsvây etmemiştir.” (c.2, 3112) Bu beyit, kavimlerin zillete sürüklenmelerinin belli başlı sebeplerinden birinin, peygamber veya bir Allâh dostunu incitmek olduğunu ifade etmektedir.
Allâh katında makbûl olan bir kula ihtiram eden, onun değerini bilip takdir eden şahıs veya zümreler de aksine şeref ve itibarlarının artmasıyla mükâfâtlandırılırlar demektir.
Kudsî bir hadîs-i şerifte buyrulmuştur:
“Her kim Benim velî bir kuluma düşmanlık ederse, Ben ona karşı harb îlân ederim. Kulum, kendisine emrettiğim farzlardan daha sevimli herhangi bir şeyle Bana yakınlık sağlayamaz. Kulum Bana (farzlara ilâveten işlediği) nâfile ibâdetlerle de durmadan yaklaşır; nihâyet Ben onu severim. Kulumu sevince de Ben (âdetâ) onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Benden ne isterse, mutlaka veririm, Bana sığınırsa, onu korurum.” (Buhârî, Rikâk, 38)
Buna tarihten bir misal vermek gerekirse, Fir’avun’un sihirbazları Hazret-i Mûsâ’nın ulviyet ve rûhâniyetteki kudretini fark ederek:
“–Ey Mûsâ, önce sen mi âsânı atarsın, yoksa biz mi atalım?” diye sordular.
Böylece bir Hak dostuna rüçhâniyet tanıyarak yapılan bu iltifatın bereketiyle hidâyete erdiler. Buna rağmen, bir peygamberle müsâbakaya cür’et etmenin bedeli olarak da cezaya çarptırıldılar, âdetâ mânevî kısasa uğradılar. Mâlum olduğu üzere onlar, Fir’avun’un emriyle, önce işkenceye mâruz kalmış ve sonra da kolları, bacakları çaprazlama olarak kesilerek şehid edilmişlerdi.
Aynı gün içerisinde, bir peygamberle müsâbakaya çıkmak gibi küfrün zirvesinden, Fir’avun’a meydan okumaya kadar iki zıt kutba erişen sihirbazlar, nihâyet öyle bir îmân vecdine sahip oldular ki, Firavun’un zulüm ve tehdidlerine karşı, bâkîyi (ebedî nîmeti), fânîye (geçici olan dünyaya) tercîh ettiler de:
“(Sihirbazlar) dediler ki: «–Bize gelen açık açık mûcizelere ve bizi yaratana, seni tercîh edemeyiz. Dolayısıyla sen, yapacağını yap! Sen, ancak bu dünyâda hükmünü geçirebilirsin!»” (Tâhâ, 72)
Diğer bir âyet-i kerîmede de:
“–Zararı yok! dediler: (Nasıl olsa) hiç şüphesiz ki biz, Rabbimize döneceğiz!” (eş-Şuarâ, 50)
Firavun, ellerini ve ayaklarını kesmek sûretiyle ağır bir işkenceye uğratırken sihirbazlar, îmânlarının zaafa uğramasından endişe ederek, Cenâb-ı Hak’dan canhıraş bir şekilde sabır ve îmânda sebât niyâz ettiler:
“…Rabbimiz! Bize bol bol sabır ver (üzerimize sabır yağdır) ve müslüman olarak canımızı al!” (el-A’râf, 126)
Mevlânâ -kuddîse sirruh- bu hâdisenin derûnî veçhesini de şu şekilde tahlil eder:
“Mel’ûn ve zâlim Firavun, sihirbazları, îmânlarından dolayı ölümle tehdîd ederek:
«–Elinizi ve ayağınızı çaprazlama olarak kestireceğim.. Sonra da sizi afvetmeyip astıracağım!» demişti.”
“Firavun, o anda sihirbazların korkacaklarını, ürkeceklerini ve titreyerek kendisine boyun eğeceklerini sanmıştı.”
“Ama Firavun bilmiyordu ki, o sihirbazlar, korku ve endişeden kurtulmuşlar, ilâhî esrar ve hakîkate vâkıf olmuşlardı.”
“Onlar, felek havanında yüz kerre dövülüp un haline gelseler dahî, artık gölgelerini kendilerinden ayırt etme irfan ve basîretini göstermişlerdi.”
Yâni, ruhun asıl, cesedin ise bir gölge olduğunu anlamışlar ve bir an önce bu gölgeyi feda edip “fena fillâh” makamına ulaşmışlardı.
“Ey insan, bu dünyâ bir uyku ve rü’yâdan ibarettir. Sen oradaki cümbüş ve debdebeye sakın aldanma! Şâyet rü’yâda elin kesilse veya vücûdun lime lime doğransa bile korkma! Zîrâ Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
«Bu dünyâ, bir rü’yâdan ibarettir.» buyurmuştur.”
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Âb-ı Hayat Katreleri, Erkam Yayınları
YORUMLAR