Allah’ın İsimleri ve Anlamları

Mahmud Sami Ramazanoğlu'nun Duâlar ve Zikirler kitabında, hadîs-i şerifler ışığında Allah’ı zikretmeyi, Allah'ın isimlerini ve bunların hangi mânâya geldiklerini açıklıyor.

Peygamberimiz buyuruyor:

لَاحَوْلَ وَلَا قُوَّةَ اِلَّا بِاللّٰه

zikrini çok ediniz. Zîrâ, o, cennetin hazînesidir.”(Buhârî, Deavât, 50)

“Sana arşın altındaki cennet hazinesinden bir kelime söyleyeyim mi?

لَاحَوْلَ وَلَا قُوَّةَ اِلَّا بِاللّٰهِ

“Günahlardan korunmaya güç yetirmek ve taate kuvvet bulmak, ancak Allah’ın tevfik ve yardımıyladır.”kelimesidir. Kul bunu söyleyince: «Kulum hakkı  teslîm etti ve benden onu selâmette kılmamı istedi» der.”

“Ben bir söz biliyorum ki kul onu kendisine ölüm gelince söylerse ruhu cesedinden çıkarken ruhuna bir başka ferahlık geldiğini görür. Ve o söz kıyamette onun için nur, aydınlık olur. O söz:

لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ Allah’dan başka ilah yoktur.” sözüdür.” (Bkz. İbn Hanbel, I, 37; Râmûzü’l-ehâdis)

“Nebiyy-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-“İmânınızı dâima yenileyiniz” buyurdu da:

“– Yâ Rasûlallah imânımızı nasıl yenileyeceğiz?” diye suâl olundu. Cevaben:

لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ zikr-i şerifini çok yapınız, buyurdu. (İbn Hanbel, II, 359; Hâkim, IV, 285/7657)

“– Bir kul ihlâs ile لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ derse, bu hiç bir hicaba takılmadan yükselir. Allah’a vâsıl olunca Allah bunu söyleyene nazar eder. Allah bu tevhîd getirene nazar etdi mi onu rahmetine dâhil etmesi Allah’ın hakkıdır.” (Tirmizî, Deavât, 86)

“Yâ Muâz, günde kaç defa Allah’ı zikrediyorsun? On bin defa” Lâ ilâhe illallah” diyerek mi? Bak sana bazı kelimeler öğreteyim, bu onbin defa demenden senin için daha kolaydır. Şöyle de:

لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ عَدَدَ كَلِمَاتِهِ لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ عَدَدَ خَلْقِهِ لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ زِنَةَ عَرْشِهِ لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ مِلْأَ سَمٰوَاتِهِ لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ مِثْلَ ذٰلِكَ مَعَهُ وَاللّٰهُ اَكْبَرُ مِثْلَ ذٰلِكَ مَعَهُ وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ مِثْلَ ذَلِكَ مَعَهُ

“Allah’ın kelimeleri adedince Lâ ilâhe illallah. Yarattıkları adedince Lâ ilâhe illallah, Arş ağırlığınca Lâ ilâhe illallah. Semâlar dolusu lâ ilâhe illallah. Bunlarla berâber bunların mislince lâ ilâhe illallah. Bunlarla beraber bunların mislince Allahu ekber. Bunlarla beraber bunların mislince elhamdülillah”. Böyle dersen ne bir melek sevabını yazmağa takat getirebilir, ne de bir başkası.” (Ali el-Müttâkî, I, 442/1910)

“Dünyâ lezzetini ve eğlencesini terkedip de gençliğiyle beraber Allah’ın tâatına yönelen gence Allah Teâlâ yetmiş iki sıddîkin ecrini verir ve ona şöyle hitâb eder: “Ey şehvetini terkederek gençliğini benim uğrumda feda eden genç! Sen benim yanımda bazı meleklerim gibisin!”(Tirmizî, Zühd, 53, Tuhfetü’z-Zakirîn, 241)

“Ne ben, ne de benden evvelki nebiler:

سُبْحَانَ اللّٰهِ وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ وَلَا إِلٰهَ إِلاَّ اللّٰهُ وَاللّٰهُ أَكْبَرُ

tesbîhinden daha efdal bir kelime ile tesbîh etmemişlerdir.” (Ali el-Müttâkî, no: 2015)

“Yâ Hafsa! Çok konuşmaktan sakın. Söylenen şey zikrullah olmadıkça kalbi öldürür. Fakat Allah’ın zikrini çok yap. İşte bu kalbi diriltir.” (Ali el-Müttâkî, no: 1896)

“Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “Ey Âdem oğlu, fecirden ve asırdan sonra bir saat beni zikret, bunların arasına ben kefilim.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, no: 6055)

ALLAH'IN İSİMLERİ

“Muhakkak ki Allah Teâlâ’nın doksan dokuz ismi vardır. Kim bunları bellerse cennete girer.”

اَللّٰهْ  Allah: Varlığı zorunlu olan ve bütün övgülere layık bulunan zâtın husûsî ve en kapsamlı ism-i şerifi.

اَلرَّحْمٰنُ  er-Rahmân: Bütün mahlûkâta merhamet eden, hepsine de nîmetler veren.

اَلرَّح۪يمُ  er-Rahîm: Pek ziyâde merhamet edici, bilhassa mü’minlere rahmet eden.

اَلْمَلِكُ  el-Melik: Görünen ve görünmeyen alemlerin sahibi.

اَلْقُدُّوسُ  el-Kuddûs: Hatâdan, gafletten, aczden ve her türlü eksiklikten münezzeh/çok uzak ve pek temiz.

اَلسَّلَامُ  es-Selâm: Her çeşit ârıza ve hâdiselerden sâlim kalan, her türlü tehlikelerden kullarını selâmete çıkaran, Cennet’teki bahtiyar kullarına selâm eden.

اَلْمُؤْمِنُ  el-Mü’min: Gönüllerde îman ışığı yakan, kendine sığınanlara eman verip onları koruyan, rahatlatan, güven veren, vaadine güvenilen.

اَلْمُهَيْمِنُ  el-Müheymin: Kâinâtın bütün işlerini gözetip yöneten ve koruyan.

اَلْعَز۪يزُ  el-Azîz: Yenilmeyen yegâne gâlip.

اَلْجَبّٰارُ  el-Cebbâr: Kırılanları onaran, eksikleri tamamlayan, yaratılmışların hâlini iyileştiren, irâdesini her durumda yürüten, dilediğini zorla yaptırmaya muktedir olan, hüküm ve iradesine karşı gelinmek ihtimali bulunmayan.

اَلْمُتَكَبِّرُ  el-Mütekebbir: Her şeyde ve her hâdisede büyüklüğünü gösteren, azamet ve yüceliğini izhâr eden.

اَلْخَالِقُ  el-Hâlık: Her şeyin varlığını ve varlığı boyunca görüp geçireceği halleri, hâdiseleri tayin ve tesbit eden ve ona göre yaratan, yoktan vâr eden.

اَلْبَارِئُ  el-Bâri’: Eşyâyı ve her şeyin âzâ ve cihazlarını birbirine uygun bir hâlde yaratan, bir örneği olmaksızın canlıları yaratan.

اَلْمُصَوِّرُ  el-Musavvir: Tasvîr eden, her şeye bir şekil ve hususiyet veren.

اَلْغَفَّارُ  el-Ğaffâr: Mağfireti pek bol olan. Dilediği kullarını da günahlardan koruyan.

اَلْقَهَّارُ  el-Kahhâr: Her şeye, her istediğini yapacak surette gâlib ve hâkim.

اَلْوَهَّابُ  el-Vehhâb: Çeşit çeşit nimetleri devamlı bağışlayıp duran. Her zaman, her yerde ve her şeyi karşılık beklemeden çok çok ve bol bol veren.

اَلرَّزَّاقُ  er-Rezzâk: Yaratılmışlara, faydalanacakları şeyleri ihsân eden, bedenlerin ve ruhların gıdasını yaratıp veren.

اَلْفَتَّاحُ  el-Fettâh: Her türlü müşkülleri açan ve kolaylaştıran, iyilik kapılarını açan, hakemlik yapan.

اَلْعَل۪يمُ  el-Alîm: Her şeyi hakkıyla ve çok iyi bilen.

اَلْقَابِضُ  el-Kâbıd: Sıkan, daraltan, rızkı daraltan, canlıların rûhunu alan.

اَلْبَاسِطُ  el-Bâsıt: Açan, genişleten, rızkı bollaştıran, ruhları bedenlerine yayan.

اَلْخَافِضُ  el-Hâfıd: Yukarıdan aşağıya indiren, alçaltan, zillete düşüren.

اَلرَّافِعُ  er-Râfi’: Yukarı kaldıran, yükselten, yücelten.

اَلْمُعِزُّ  el-Mu’izz: İzzet ve şeref veren, ağırlayan.

اَلْمُذِلُّ  el-Müzill: Zillete düşüren, hor ve hakîr eden.

اَلسَّم۪يعُ  es-Semi’: Hakkıyla işiten.

اَلْبَص۪يرُ  el-Basîr: Hakkıyla gören.

اَلْحَكَمُ  el-Hakem: Hükmeden, hakkı yerine getiren, hükmünü eksiksiz icrâ eden.

اَلْعَدْلُ  el-Adl: Mutlak adâlet sahibi, aşırılığa meyletmeyen.

اَللَّط۪يفُ  el-Latîf: En ince işlerin bütün inceliklerini bilen, nasıl yapıldığına nüfuz edilemeyen en ince şeyleri yapan, yaratılmışların ihtiyacını en ince noktasına kadar bilip, sezilmez yollarla karşılayan.

اَلْخَب۪يرُ  el-Habîr: Her şeyin iç yüzünden, gizli taraflarından haberdar olan.

اَلْحَل۪يمُ  el-Halîm: Suçluların cezâsını vermeye gücü yettiği hâlde onlara yumuşak davranan ve cezâlarını geriye bırakan. Allah, gazabda acele etmez, mühlet verir, yaptıklarına pişman olup tevbe edenleri affeder, ısrar edenler hakkında ise artık hüküm kendisine kalmıştır.

اَلْعَظ۪يمُ  el-Azîm: Bütün büyüklüklerin sâhibi. Zâtının ve sıfatlarının mâhiyeti anlaşılamayacak kadar ulvî.

اَلْغَفُورُ  el-Ğafûr: Mağfireti çok olan, bütün günahları bağışlayan. Allah, istediği kusurları insanların gözünden gizlediği gibi, melekût âlemi sâkinlerinin gözünden de gizler.

اَلشَّكُورُ  eş-Şekûr: Kendi rızâsı için yapılan sâlih amelleri, daha ziyâdesiyle karşılayan, az tâat karşılığında çok büyük dereceler veren, sayılı günlerde yapılan amel karşılığında âhiret âleminde sonsuz nimetler lûtfeden.

اَلْعَلِيُّ  el-Aliyy: Her hususta, her şeyden yüce olan. Her şey kendisinin dûnunda, emrinde ve hükmü altında olan.

اَلْكَب۪يرُ  el-Kebîr: Büyüklükte kendisinden daha büyüğü düşünülemeyen, bütün büyüklükler kendisine mahsus olan.

اَلْحَف۪يظُ  el-Hafîz: Yapılan işleri bütün tafsilâtıyla tutan, her şeyi belli vaktine kadar âfât ve belâlardan saklayan, koruyup gözeten.

اَلْمُق۪يتُ  el-Mukît: Her yaratılmışın azığını ve gıdasını tayin eden, azıkları beden ve kalblere gönderen.

اَلْحَس۪يبُ  el-Hasîb: Herkesin hayatı boyunca yapıp ettiklerinin, bütün tafsilât ve teferruatıyla hesabını iyi bilen, her şeye ve herkese her ihtiyacı için kâfi gelen, onları hesaba çeken.

اَلْجَل۪يلُ  el-Celîl: Celâdet, azamet ve heybet sâhibi, celâl sıfatları ile muttasıf.

اَلْكَر۪يمُ  el-Kerîm: Keremi, lütuf ve ihsânı bol, her türlü fazilete sahip olan.

اَلرَّق۪يبُ  er-Rakîb: Bütün varlıklar üzerinde gözcü, bütün işler murakabesi altında bulunan.

اَلْمُج۪يبُ  el-Mücîb: Kendine duâ edip yalvaranların isteklerini işitip cevab veren, onları cevapsız bırakmayan.

اَلْوَاسِعُ  el-Vâsi’: Geniş ve müsaadekâr. Allah’ın ilmi, ihsânı, rahmeti, kudreti, af ve mağfireti geniştir ve her şeyi kaplamıştır.

اَلْحَك۪يمُ  el-Hakîm: Bütün emirleri ve işleri hikmetli, yerli yerinde ve sağlam olan.

اَلْوَدُودُ  el-Vedûd: İyi kullarını seven, onları rahmet ve rızâsına erdiren. Sevilmeye ve dostluğa lâyık yegâne varlık.

اَلْمَج۪يدُ  el-Mecîd: Zâtı şerefli, ef‘âli güzel olan, her türlü övgüye lâyık bulunan.

اَلْبَاعِثُ  el-Bâis: Ölüleri diriltip kabirlerinden kaldıran; gönüllerde saklı olanları meydana çıkaran.

اَلشَّه۪يدُ  eş-Şehîd: Her zaman ve her şeyi gözlemiş olarak bilen, her yerde hâzır ve nâzır olan.

اَلْحَقُّ  el-Hakk: Fiilen var olan, mevcûdiyeti ve uluhiyeti gerçek olan, varlığı hiç değişmeden duran. Hakikaten vâr olan yalnız O’dur.

اَلْوَك۪يلُ  el-Vekîl: Usûlüne uygun şekilde, kendisine tevdi edilen işleri en güzel şekilde neticelendiren, güvenilip dayanılan, tevekkül edilen.

اَلْقَوِيُّ  el-Kaviyy: Çok kuvvetli, her şeye gücü yeten, kudretli.

اَلْمَت۪ينُ  el-Metîn: Çok sağlam, kuvveti çok ve şiddetli olan.

اَلْوَلِيُّ  el-Veliyy: İyi kullarına dost olan, yardım eden.

اَلْحَم۪يدُ  el-Hamîd: Ancak kendisine hamd ü senâ olunan, bütün varlığın diliyle biricik övülen, medhedilen.

اَلْمُحْص۪ي  el-Muhsî: Her şeyin sayısını ve miktarını tek tek ve bütün ayrıntılarıyla bilen.

اَلْمُبْدِئُ  el-Mübdi’: Mahlûkatı maddesiz ve örneksiz olarak ilk baştan yaratan.

اَلْمُع۪يدُ  el-Mu’îd: Yaratılmışları yok ettikten sonra tekrar yaratan.

اَلْمُحْي۪  el-Muhyî: Hayat veren, can bağışlayan, sağlık veren.

اَلْمُم۪يتُ  el-Mümît: Canlı bir mahlûkun ölümünü yaratan, öldüren.

اَلْحَيُّ  el-Hayy: Dâimâ diri; her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten.

اَلْقَيُّومُel-Kayyûm: Gökleri, yeri, her şeyi ayakta tutan. Bir şeyin kıyâmı, yani, bir varlık sâhibi olarak durabilmesi neye bağlı ise, onu veren. Her şeyin varlığı kendisine bağlı olup kâinatı idare eden. Her şey Hak ile kâimdir.

اَلْوَاجِدُ  el-Vâcid: Hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, müstağnî; istediğini, istediği vakit bulan. Kendisi için lüzumlu olan şeylerin hiç birinden mahrum olmayan.

اَلْمَاجِدُ  el-Mâcid: Kadr ü şânı büyük, kerem ve semâhati bol.

اَلْوَاحِدُ  el-Vâhid: Tek. Zâtında, sıfatlarında, işlerinde, isimlerinde, hükümlerinde asla şerîki/ortağı, nazîri/benzeri ve dengi bulunmayan.

اَلصَّمَدُ  es-Samed: Hâcetlerin bitirilmesi, ızdırapların giderilmesi için tek merci’, ihtiyaç ve dileklerde kendisine müracaat edilen, arzu ve bütün istekler kendisine sunulan, kimseye ve hiçbir şeye muhtaç olmayan.

اَلْقَادِرُ  el-Kâdir: İstediğini, istediği gibi yapmaya gücü yeten.

اَلْمُقْتَدِرُ  el-Muktedir: Kuvvet ve kudret sâhipleri üzerinde istediği gibi tasarruf eden.

اَلْمُقَدِّمُ  el-Mukaddim: İstediğini ileri geçiren, öne alan.

اَلْمُؤَخِّرُ  el-Muahhir: İstediğini geri koyan, arkaya bırakan.

اَلْاَوَّلُ  el-Evvel: Her varlıktan mukaddem olan, başlangıcı olmayan.

اَلْاٰخِرُ  el-Âhir: Varlığının sonu olmayan.

اَلظَّاهِرُ  ez-Zâhir: Âşikâr olan, kat’î delillerle bilinen.

اَلْبَاطِنُ  el-Bâtın: Gizli olan; duyu organları ile idrâk edilemeyen, mâhiyeti bilinemeyen.

اَلْوٰالى  el-Vâlî: Mahlûkatın işlerini yoluna koyan, bu muazzam kâinatı ve her an meydana gelen hâdisatı tek başına tedbîr ve idare eden, kâinâtın hâkimi.

اَلْمُتَعَال۪ى  el-Müteâlî: Yaratılmışlar hakkında aklın mümkün gördüğü her şeyden, her hal ve tavırdan pek yüce ve pek münezzeh. İzzet, şeref ve hükümranlık bakımından en yüce, aşkın.

اَلْبَرُّ  el-Berr: Kulları hakkında kolaylık isteyen; iyilik ve bahşişi çok olan, vaadini yerine getiren.

اَلتَّوَّابُ et-Tevvâb: Kullarını tevbeye sevkeden, tevbeleri çokça kabûl edip, günahları bağışlayan.

اَلْمُنْتَقِمُ el-Müntekım: Suçluları, adâleti ile müstehak oldukları cezaya çarptıran.

اَلْعَفُوُّ el-Afüvv: Affı çok. Hiçbir sorumluluk kalmayacak şekilde günahları affeden, kökünden kazıyan.

اَلرَّؤُۧفُ  er-Raûf: Çok re’fet ve şefkat sâhibi.

مَالِكُالْمُلْكِ  Mâlikü’l-Mülk: Bütün mülkün mâliki ve hâkimi. Allah Teâlâ mülkün hem sâhibi, hem hükümdârıdır, mülkünde dilediği gibi tasarruf eder.

ذُو الْجَلَالِ وَالْاِكْرَامِ  Zü’l-Celâli ve’l-İkrâm: Hem büyüklük ve azamet, hem de fazl u kerem sâhibi.

اَلْمُقْسِطُ  el-Muksit: Bütün işlerini denk, birbirine uygun ve yerli yerinde yapan. Adâlet sâhibi. Mazlûma acıyıp zâlimin elinden kurtaran.

اَلْجَامِعُ  el-Câmi’: İstediğini, istediği zaman, istediği yerde toplayan. Birbirine benzeyen, benzemeyen ve zıd olan şeyleri bir araya getirip tutan. Kıyâmet günü hesâba çekmek için mahlukatı toplayan.

اَلْغَنِيُّ  el-Ğaniyy: Çok zengin ve her şeyden müstağnî.

اَلْمُغْن۪ي  el-Muğnî: İstediğini zengin eden, tatmin eden.

اَلْمَانِعُ  el-Mâni’: Dilemediği şeyin gerçekleşmesine müsaade etmeyen, kötü şeylere mâni olan.

اَلضَّآرُّ  ed-Dârr: Elem ve zarar verici şeyleri yaratan.

اَلنَّافِعُ  en-Nâfi’: Hayır ve menfaat verici şeyleri yaratan, fayda veren.

اَلنُّورُ  en-Nûr: Âlemleri nurlandıran; istediği sîmalara, zihinlere ve gönüllere nûr bahşeden, nûr kaynağı.

اَلْهَاد۪ى  el-Hâdî: Hidâyeti yaratan, yol gösteren, murada erdiren.

اَلْبَد۪يعُ  el-Bedî‘: Örneksiz, misalsiz, acîb ve hayret verici âlemler îcad eden. Zâtında, sıfatında, fiillerinde, emsâli görülmemiş olan.

اَلْبَاق۪ي  el-Bâkî: Varlığı devamlı olan, sonu olmayan.

اَلْوَارِثُ  el-Vâris: Servetlerin geçici sâhipleri elleri boş olarak yokluğa döndükleri zaman servetlerin hakikî sâhibi olan.

اَلرَّش۪يدُ  er-Reşîd: Bütün işleri ezelî takdîrine göre yürütüp, bir nizam ve hikmet üzere âkıbetine ulaştıran; her şeyi yerli yerine koyan, en doğru şekilde nizâm veren.

اَلصَّبُورُ  es-Sabûr: Çok sabırlı. (Buhârî, Deavât, 68; Tirmizî, Deavât, 83; Hâkim, I, 62)

Kaynak: Mahmud Sami Ramazanoğlu, Dualar ve Zikirler, Erkam Yayınları, İstanbul, 2013

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • teşekkür ederim. çok işime yaradı.

    teşekürler

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.