Allah'ın Kalbimizdeki Sıcaklığı
İnsanlara sohbet ederek onlara hakkı ve hayrı telkin edecek bir mü’minde şefkat ve merhamet duygularının çok güçlü olması lâzımdır. Merhamet, sohbet eden kişinin kalbinde hiç sönmeyen bir ateş gibi dâimâ varlığını ve sıcaklığını korumalıdır.
Kâmil bir îmânın ilk meyvesi, Yaratan’dan ötürü yaratılanlara gösterilen şefkat ve merhamettir. Şefkat ve merhametin en güzel tezâhürü de mahlûkâta hizmettir. Bir müslümanın, din kardeşine tebessüm etmesi, selâm vermesi, yoldaki bir taşı kaldırması, yabancıya yol göstermesi, yükünü taşıyamayana yardım etmesi, bilmeyene öğretmesi, helâlinden rızık kazanarak âilesini geçindirmesi, mâtemlerin civârında bulunup kalbi kırıkları tesellî etmesi, infakta bulunması ve emsâli bütün hayırlar, mü’min için kıymetli birer ictimâî ibâdet ve hizmettir.
Yani îmânın en büyük meyvesi olan merhamet, elde var olanı, mahrumlarla paylaşmayı, onların mahrûmiyetini telâfî etmeye çalışmayı gerektirir.
Mü’min, mü’minin kardeşidir. Kardeşliğin en bâriz vasfının diğergâmlık olduğunu unutmamak îcâb eder. Mü’minler dışındaki diğer insanlar da yaratılışta eşimizdirler. Onlara da İslâm’ın güler yüzünü göstermemiz îcâb eder. Onların hidâyeti için gayret gösterip duâ etmek de vazifemizdir.
Nitekim Allah Rasûlü (s.a.v.) Hazret-i Ali’yi Hayber’e gönderirken ona:
“Allâh’a yemin ederim ki, Cenâb-ı Hakk’ın senin vâsıtanla bir tek kişiyi hidâyete erdirmesi, (en kıymetli dünya nîmeti sayılan) kızıl develere sahip olmandan daha hayırlıdır.” buyurmuştur. (Buhârî, Ashâbu’n-Nebî, 9; Cihâd, 143)
Yine Rasûlullah Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Merhamet edenlere Rahmân olan Allah Teâlâ merhamet buyurur. Siz yeryüzündekilere şefkat ve merhamet gösteriniz ki, gökyüzündekiler de size merhamet etsinler!” (Tirmizî, Birr, 16/1924)
Burada Peygamber Efendimiz sadece müslümanlara değil, yeryüzünde yaşayan bütün insanlara, hattâ hayvanlara, bitkilere bile merhamet edilmesini emretmektedir. Her ne kadar Peygamber Efendimiz’in mü’minlere olan şefkati daha fazla ise de, Kur’ân-ı Kerîm onun bütün insanlara karşı şefkatli olduğuna şâhitlik etmektedir. Kur’ân-ı Kerîm aynı zamanda O’nun ümmetinin de bütün insanlara, hattâ düşmanlarına bile acıdıklarını beyan etmiştir.[1]
Merhametli kişi herkes tarafından sevilir. Bir sohbetçiye duyulan muhabbet de, onun okuduğu veya anlattığı mevzûlara olan alâkayı artırır. Yani sohbetçinin, insanlara muhabbet ve merhametle yaklaşması, telkin ettiği mesajları aklî bir mecrâdan ziyâde, kalbî bir yoldan, yani gönülden gönüle aktarmasını sağlar. Sohbetçinin hâli ne kadar okuduğu veya anlattığı güzelliklerin muhtevâsı içindeyse, tesiri de o kadar artar.
Din kardeşi, bir mü’min için ilâhî bir emânettir. Bu sebeple bir müslümanın din kardeşini kendisi için bir kıyâmet mes’ûliyeti olarak görmesi, ona gönül penceresinden nazar etmesi, dâimâ merhamet ve muhabbetle yardımına koşması lâzım gelmektedir.
HALIK'IN NAZARIYLA MAHLUKATA BAKMAK
Rasûlullah Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Allah katında, kulun şöyle demesinden daha sevimli bir duâ yoktur:
«Allâh’ım! Ümmet-i Muhammed’e umûmî bir rahmet ile merhamet eyle!»” (Ali el-Müttakî, no: 3212, 3702)
Büyük Allah dostlarından Mâruf-i Kerhî Hazretleri de şöyle buyurur:
“Kim her gün on defa: «Allâh’ım, ümmet-i Muhammed’in hâlini ıslâh eyle! Allâh’ım, ümmet-i Muhammed’in sıkıntılarını gider! Allâh’ım, ümmet-i Muhammed’e rahmet eyle!» derse Abdâl’dan (Allah dostlarından) yazılır.” (Ebû Nuaym, Hilye, VIII, 366)
Sohbetçinin gönlü de, Hâlık’ın nazarıyla mahlûkâta bakış tarzı kazanarak âdeta mânevî bir rehabilite merkezi hâline gelmelidir.
Öte yandan, bir kimse ne kadar; “Ben şefkatli ve merhametliyim.” dese de, hayatında şefkat ve merhamet tezâhürleri yoksa, bu tamamen lâfızda kalmış kuru bir iddiâ demektir. Fakat şefkat alâ halkillâh düstûruyla, yani bütün mahlûkâta Hâlık’ın şefkat ve merhamet nazarıyla bakıp imkânları nisbetinde bu yolda bütün gayretiyle hizmet edebiliyorsa, o insan gerçekten merhametlidir. Yani bir kimse, kendisi için istediğini, diğer mahlûkat için ne nisbette istiyorsa, kendi imkânlarını paylaşmaya ne kadar hazırsa, şefkat ve merhamette o kadar merhale kat etmiş ve o nisbette Hazret-i Peygamber’in ahlâkına bürünmüş demektir.
Peygamber ahlâkıdır ki; yakılmış bir karınca yuvası görmek, O’nu dehşete getirmiş ve hüzne gark etmiştir. Çünkü O, bütün âlemlere rahmet olarak gönderilmiş olduğundan, bütün fazîletlerin en üstün vasıflarıyla muttasıf bir merhamet ve şefkat âbidesiydi.
O’nun yolunda aşk ile yürüyenler de aynı hassâsiyetlere sahip oldular. Nitekim bir yolculuk dönüşü torbasında bir karınca gören Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri de, yüreğindeki şefkat ve merhamet sebebiyle, o karıncayı Bistam’dan Hemedan’a tekrar götürüp yuvasına bırakmadan huzur bulamamıştır. (Feridüddin Attâr, Tezkiretü’l-Evliyâ, I, 176)
Bir karıncaya bile böylesine ulu bir nazarla bakan mü’min yüreğinin, mahlûkâtın en şereflisi olarak yaratılan insana bakış tarzını buradan kıyasla hesâb etmek gerekir.
[1] Bkz. Âl-i İmrân, 119; Muhammed A. Draz, İslâm Hakkında Bâzı Görüşler, s. 94.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Sohbet ve Adabı, Erkam Yayınları