Allah'ın Nimetlerine Şükretmek
Allah'ın (cc) nimetlerine şükretmeyen ve onların aslında olması gereken zorunlu nimetler olması gerektiğini düşünen bir insan elbette büyük bir yanılgı içerisindedir. Çünkü mülk O'nundur ve elbetteki tasarrufta O'nundur. Allah dilediği için bizler verilen nimetlerden istifade edebiliyoruz. Gökyüzünde ki bulutlar bi daha oluşmasa, toprak bir daha hasat vermese ne yapabiliriz?
EĞER SUYUNUZ, YERİN DİBİNE BATAR GİDERSE, SİZE KİM BİR AKARSU GETİRİR?
Kur’ân okuyan biri, mushaftan; «Suyu kaynağından keserse…» âyetini okuyordu. Bu âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hak meâlen şöyle buyuruyordu:
“(Habîbim o inkârcılara) de ki:
«Bana söyleyin: Eğer suyunuz, yerin dibine batar giderse, size kim bir akarsu getirir?” (el-Mülk, 30)
Basit bir filozof o sırada mektebin yanından geçiyordu. Bu âyeti işitince, küstahça şöyle karşılık verdi:
“Biz de toprağı kazarız, yerin altından suyu bulur, çıkarırız!”
Gece uyudu, rüyasında arslan gibi bir yiğit gördü. O yiğit, filozofa bir tokat attı. İki gözünü kör etti ve o filozofa dedi ki:
“Ey düşüncesiz adam! Eğer sözünde duruyorsan, gözünün kaynağından kazma ile bir nur çıkar (da tekrar görür hâle gel bakalım!)”
Sabah olmuştu. Sıçradı kalktı. Onun iki gözü de kör olmuştu. Görüş nûru, o iki gözden de uzaklaşmıştı.
Eğer ağlayıp sızlasaydı, tövbe etseydi, kaybolup giden gözlerinin nûru Allâh’ın lutfu ile geri gelirdi. Fakat tövbe etmek de elde değildir. Tövbe zevki, her sarhoşa meze olamaz!..
NİÇİN AKLIMIZI PUT EDİNMEMELİYİZ?
Çünkü;
Yaptığı işlerin ve inkârının uğursuzluğu, gönle giden tövbe yolunu kapatmıştı. Onun kalbi katılıkta taşa dönmüştü. Tövbe, oraya ekin ekmek için o taşı nasıl yarabilirdi?
Filozofun aklı sıra verdiği cevap, ancak ilâhî takdir ile yerin altında var olan suya dairdir. Hâlbuki âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hak;
“Bu nimetimi izâle ettiğim takdirde, kuyular ve pınarlar vasıtasıyla istifâde ettiğiniz bu sular yerine nereden su bulacaksınız?” diye sormaktadır.
Hakikaten, vahyin muhtevâsındaki bir akıl, her zerrede ilâhî kudreti temâşâ eder. Her damla suda;
Muazzam bir rafine sistemi olan buharlaşmayı,
Gökyüzünde bütün ağırlıklarına rağmen dolaşan bulutları,
O suyun gayet latif bir şekilde tekrar yeryüzüne inmesi demek olan yağmur, kar ve dolu gibi yağışları ve daha nice nimeti tefekkür edip, Rabbinin azametini ve O’nun kudreti karşısındaki hiçliğini ve şükrünün eksikliğini idrâk etmelidir.
Felsefeciler ve sadece akla istinâd eden diğerleri, insanlığa saâdet getirememişlerdir. Zira her felsefeci kendi aklını putlaştırmış, kendi düşüncesiyle diğer filozofları yalanlamış ve tenkit etmiştir. Bir başka filozofun aklını ve düşüncelerini beğenen felsefeci yoktur.
O hâlde her filozof hakikate kendisinin ulaştığını iddia etmekte; fakat hiçbiri diğerini beğenmeyerek, her birinin ortaya koyduğu sistemlerin izâfî ve indî olduğunu itiraf etmiş olmaktadır.
Hâlbuki, hak ve hakikatin gerçek temsilcileri ve sözcüleri olan peygamberler ve Hak dostları, dâimâ birbirlerini tasdik ederler. Hazret-i Nuh, insanları hangi hakikatlere çağırmışsa; Hazret-i İsa da ona davet etmiştir. Hiçbir peygamber diğerini yalanlamamış, hepsi her birine îmân etmiştir.
Hulâsa;
Filozoflar aklın putperesti olmuşlardır.
Kelâmcılar da aklı vahyin içinde kullanmaya çalışmışlardır. Bir noktaya kadar mesafe almışlar, daha ötesine gidememişlerdir.
Ehl-i tasavvuf ise, aklı aşmış ve teslîmiyete sarılarak hikmete mazhar olmuşlar ve huzura ermişlerdir. Zira aklın çözemediği hâdiseler ancak hikmetle çözülür. Aklın acziyetini hikmetler telâfi eder.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Yıl: 2017 Ay: Ocak Sayı: 143