Allâh’ın Nimetlerine Şükür Gerekir!
Allah'ın (c.c) bizlere verdiği nimetlere şükrediyor muyuz? Şükür mü yoksa isyan mı halindeyiz? Kul en çok hangi nimetlere şükretmeli ve Allah'a (c.c) minnet ve muhabbet içinde olmalıdır?
Yüce Rabbimiz, bizler için sayısız ve hesapsız nimetler yaratmıştır.
En başta var olmamız ve hayat nimetini bahşetmiştir.
Bu sayede biz var olduk. Hayata nâil olduk.
Dahası bizi başka bir mahlûk eylemedi de, mahlûkatının en şereflisi olan insan eyledi. Biz insanlar, böylece O’nu tanıyor ve cennette ebedî, mesut bir hayata namzet oluyoruz.
EN BÜYÜK NİMET
Bunun yanında biz müslüman kullarını İslâm dînine inanan bir beldede dünyaya getirmesi ve yaşatması da yukarıda söylediğimiz sonsuz hayata erişmek için bize ihsan edilen en büyük nimettir.
Çünkü «İslâm»ın dışında, din diye herhangi bir sisteme inanan ve bağlanan insanların âkıbeti pek korkunç bir hüsrandan başka bir şey değildir.
Bir kimsenin İslâm fıtratı üzerine yaratılışı ve İslâmî hayat yaşayıp öldükten sonra, yüce Allâh’ın iradesiyle cennete girmesi, o kimse üzerine Hazret-i Allâh’ın en büyük lutfudur.
Tabiî ki bu yüzden mü’minler için en büyük nimetin Müslümanlıktan başka bir şey olduğu düşünülemez. Kâinâtın Hâlık’ı olan yüce Rabbimiz’e, bizi müslüman olarak yaşattığı için ne kadar şükretsek azdır.
Allâh’ın nimetlerini teker teker saymaya kalkışmak, boşuna yorulmaktan başka bir şey değildir. Çünkü onları sayarken bile, O’nun yarattığı dili, nefesi kullanıyoruz. Nitekim bu hususu Cenâb-ı Hak, bizzat kendisi Kur’ân-ı Kerîm’inde şöyle ifade etmektedir:
“Allah, size istediğiniz şeylerin hepsini verdi. Eğer Allâh’ın bu sınırsız nimetlerini birer birer saymak isterseniz, imkânsız. Siz onları toptan bile sayamazsınız. Hakikatinde insan çok zulümkâr ve çok nankördür.” (İbrâhîm, 34)
Bazı İslâm âlimleri nimeti iki kısma ayırmışlardır:
- 1. Dünyaya ait nimetler,
- 2. Dinle alâkalı nimetler.
Sıhhat, yemek, içmek… gibi insanların dünya için zarurî olan ihtiyaçlarını karşılayan nimetler, dünyaya dairdir. Bunlar olmadan, bu ihtiyaçlar yerine getirilmeden bizim yaşayabilmemiz ve yüce Allâh’a karşı kulluk vazifelerimizi eksiksiz olarak yapabilmemiz mümkün değildir.
Bu sebeple bize düşen ilk vazife; önce bu nimetleri korumak ve onların elimizden çıkmaması, geri alınmaması için sahibine yalvarmak ve kulluk etmektir. Bize ihsan edilen bu maddî nimetleri; kahvehânelerde, kumar masalarında, Rabbimiz’in gazap edeceği süflî mekânlarda harcayıp tüketmek; en azından bunlara karşı nankörlük etmektir. Allah yolunda, vatan ve milletin ilerlemesi ve yükselmesi uğrunda harcamamız gereken gücümüzü, kuvvetimizi böyle yerlerde tüketmek hem kendimize hem ailemize ve hem de milletimize karşı işlediğimiz en büyük kötülük değil midir?
EBEDİ FELAKETE GÖTÜRECEK YOLLAR
Hazret-i Allâh’a isyan edenlerin, kumar oynayanların ve her türlü ahlâksızlık yapan kimselerin bu nimetlerden mahrum olmayışına bakarak aldanmamalıdır. Çünkü yüce Rabbimiz, Rahmân sıfatının îcâbı olarak dünyada kendisine inanan ve inanmayan, emirlerine harfiyen uyan ve uymayan herkese yiyip içecek kadar nimet verir. Bunu yaparken insanlar arasında hiçbir ayırım yapmaz. Fakat verdiği bu nimetleri insanlar nasıl ve nerede kullanıyorlar; kendilerine, ailelerine, vatan ve milletlerine faydalı olacak şekilde mi yoksa bunun tam tersine olarak kendilerini ebedî felâkete götürecek yollarda mı harcıyorlar?
Bütün insanların ellerindeki parayı, malı ve mülkü nasıl ve nerede, hangi maksatla kullandığı ve elinden çıkardığı tespit edilir ve yarın âhirette bunun karşılığını görür. İşte o zaman, bugün Allâh’a karşı gelenlerin, O’nun emirlerini dinlemeyenlerin ve kâfirlerin ellerindeki mal ve mülkün, dehşetli bir azâba dûçâr olduğu görülür. Dünyada yüce Allâh’ın buyruklarını yerine getirmeyen, onlara karşı ilgi göstermeyen her zengin, biraz daha fazla kazanmak için giriştiği her teşebbüs ile aynı zamanda âhirette çekeceği korkunç azâbın biraz daha çoğalmasına sebep oluyor demektir.
Allah, cümlemizi böyle zenginlikten korusun. Âmîn.
Dinle alâkalı nimetlere gelince, bunların başında müslüman olarak yaratılmamız gelir. Biliyoruz ki, dünyaya gelip gelmemek insanın kendi elinde değildir. Bundan başka müslüman bir ülkede veya herhangi başka bir yerde doğup doğmamak da insanın elinde değildir. Bu durum karşısında bir kimsenin müslüman olarak doğması ve böylece Allâh’ın kendisinden râzı olduğu bir dîne mensup olması Allâh’ın lutfudur. Çünkü O, Kur’ân-ı Kerîm’inde buyuruyor ki:
“Allah katında din, ancak İslâm’dır.” (Âl-i İmrân, 19)
Aynı hususta başka bir âyet-i kerîmede de şöyle buyurmaktadır:
“Kim İslâm’dan başka bir din ararsa ondan (bu din) asla kabul olunmaz ve o âhirette de en büyük zarara uğrayanlardandır.” (Âl-i İmrân, 85)
Bu âyet-i kerîmeler açıkça gösteriyor ki; Müslümanlığın dışında, ondan ayrı olan başka bir kurtuluş yolu mevcut değildir. Dünyada milyarlarca insan, sahte kurtuluş yollarında bocalayarak ebedî saâdeti ele geçirmeye çalışırken bu bahtsız insanlık seli yanında müslümanların durumu ne büyük bir kazançtır?
Yüce Rabbimiz, bizlere bahşettiği her nimete şükredebilenlerden eylesin!.. Üzerimize nimetini tamamlasın. Âmîn.
Kaynak: İrfan ÖZTÜRK, Yüzakı Dergisi 169. Sayı – Mart 2019