Allah’ın Rızasının En Çok Gözetildiği İbadet

Oruç

Her birimiz, özellikle Ramazan aylarında şahsımızda, yakın çevremizde ve cemiyette gözlemlediğimiz oruçlu olmaktan ileri gelen bir takım güzellikler, düzelmeler, duygu enginlikleri ve buna paralel olarak yapılan iyilikler, hayırlar, güzel uygulamalara tanıklık etmekteyiz. İşte bütün bunlar, oruç kalkanını birlikte toplumca kuşanmış olmanın, önce duygularımıza sonra da sosyal hayatımıza kazandırdığı güzelliklerdir.

Ebû Hüreyre -radıyallahu anh-’den rivâyet edildiğine göre Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

Oruç kalkandır...[1]

Oruç’un bir ibadet türü ve kulluk görevi olarak, farz-nafile her iki türünü de kapsamak üzere Peygamber Efendimiz tarafından kalkan diye değerlendirilmiş olması, günümüz için, oruç ayı Ramazan-ı şerif ortamında üzerinde durulması gerekli fevkalâde dikkat çekici bir tespit, teşbih ve çok ciddi bir uyarı niteliğindedir.

Hadis kitaplarımızda yer alan rivâyetler içinde “kalkan, siper ve örtü” diye tercüme edebileceğimiz “cünne” kelimesini Sevgili Peygamberimiz oruç’un yanında bir de imam (halife, emir, komutan, yönetici) için kullanmıştır.[2]

Edebî yönden teşbih-i beliğ[3] niteliğindeki “oruç kalkandır” hadis-i şerifinin ifade gücü ve güzelliği (beliğ olması) yanında ihtiva ettiği engin mânâyı kavrayabilmek için önce, oruç kelimesinin içinde yer aldığı başka bir kaç rivayete daha işaret etmekte fayda vardır:

“Oruç kalkandır. Oruçlu kötü söz söylemesin. Oruçlu kendisine ilişmek isteyenlere iki kez ‘ben oruçluyum’ desin..”

Kaynaklardaki bazı rivâyetlerde orucun, “…mükemmel bir kalkan[4], “cehenneme karşı bir kalkan”, sizden birinizin savaş için kullandığı gibi bir kalkan[5]” olarak tanıtıldığını da görmekteyiz. Yani hadis-i şerifte kalkana benzetilen oruçta, -bu hadislerden de anlaşıldığına göre- öne çıkan anlam ve işlev “korumak”tır.

Bu tanıtımlar, koruma işlevinin iyice anlaşılmasını sağladığı gibi, işin âhiret boyutunu da “cehennem azabına kalkan” olmak diye açıkça ortaya koymaktadır. Bu demektir ki, her iki hayat sahnesinde de koruma işlevini gören oruç ibadeti İslam ümmetinin en büyük şanslarındandır.

KULLUK KALKANI

Oruç, kişiyi düşmanın yaralayıcı hamlesinden koruyan kalkan misali insanı dünyada elem, keder ve stresten koruduğu gibi âhirette de cehennem ateşinden koruma özelliği olan bir kalkandır. Bu anlamıyla oruç, bizim için iki cihanda koruma kalkanımız demektir. Zira oruç, oruç tutan kişiyi dünyada öncelikle dilin afetleri sayılan günahlardan, dolayısıyla âhirette de, Allah’ın azabından ve cehennem’den korur.

Bu noktadaki koruma garantisini biz bir hadis-i kudsî’de bulmaktayız:

Ebu Hüreyre’den -radıyallahu anh- rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-, “Allah Teâlâ şöyle buyurdu” demiştir: “Oruç benim içindir, onun karşılığını vermek de bana aittir. Oruçlu, şehvetini tatmin etmeyi, yemesini-içmesini benim rızam için terk eder.[6]

Bu hadis-i kudsi’de Allah Teâlâ’nın, kulun kendi rızası için yaptığı riya ve gösterişten uzak fedakârlığını, önceden belirlenmiş olan on sevaptan yediyüz sevaba kadar karşılık verme ölçüsünün ötesinde ve üstünde değerlendireceğini bildirmektedir. Yani “onun karşılığını ne kadar olarak vereceğimi ben bilirim” buyurmak suretiyle kulun samimi kulluğu karşısında asla kuluna borçlu kalmayacağını ilan etmiş olmaktadır. Allah Teâlâ, va’dinden kesinlikle dönmeyeceğine göre, O’nun rızasının en çok gözetildiği oruç ibadetine vereceği ödülün ucu açık, tahminlerin üstünde olduğu kesinlik kazanmış olmaktadır. Bu durum, orucun koruma getirisinin kulluk açısından ne ölçüde büyük olduğunu göstermektedir.

Hiç kuşkusuz kalkanı olmayan bir savaşçı gibi oruçsuz olan insan da büyük ve aslî korunma imkan ve âletinden yoksun, dolayısıyla her türlü iç ve dış tehlikelere karşı savunmasız halde demektir. Bu durum başını kaybetmiş millet ve ümmet için de aynı şekilde söz konusudur, yani böylesi millet ve ümmetler de koruma kalkanından mahrum kalmışlardır.

Her birimiz, özellikle Ramazan aylarında şahsımızda, yakın çevremizde ve cemiyette gözlemlediğimiz oruçlu olmaktan ileri gelen bir takım güzellikler, düzelmeler, duygu enginlikleri ve buna paralel olarak yapılan iyilikler, hayırlar, güzel uygulamalara tanıklık etmekteyiz. İşte bütün bunlar, oruç kalkanını birlikte toplumca kuşanmış olmanın, önce duygularımıza sonra da sosyal hayatımıza kazandırdığı güzelliklerdir.

Davranışlarımızı etkileyen duygularımız ve düşüncelerimizdir. Duygu ve düşüncelerimizin belli bir düzey ve kıvamda, belli bir disiplin altında olması da yoğun şekilde oruç ibadeti vasıtasıyla mümkün olmaktadır. Sınırlandırılmaktan hiç hoşlanmayan his ve hevesler, oruç ve imsak disiplini ile daha baştan -irâdî olarak- en üst seviyeden benimsenmiş sınırlara çekilmekte ve olumsuz etkileri önlenmekte, bir tür sıkıyönetime tâbî tutulmaktadır. Bu da orucun insan ruhunu, duygu ve düşüncelerini ve dolayısıyla günlük hayatını zararlı etkenlerden, maddi-manevi olumsuzluklardan koruyan tam bir kalkan ya da insan için güvenli bir siper olduğunu göstermektedir. Nitekim Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- gücü-kuvveti ve şehevi duyguları yerinde olup da evlenme imkanı bulamayan gençlere, kendilerini günah işlemekten korumaları için oruç tutmalarını tavsiye etmiştir.[7] Yani nefsin oruç ile terbiye edilmesini önermiştir.

Şu da bir gerçektir ki, orucun koruyuculuğu sadece Ramazan ayı ile yani farz oruçlarla sınırlı değildir. O, kendisine başvurulan her gün ve şartta nâfile oruçluluk hallerinde de koruma işlevini, kalkan görevini yerine getirir. Bu durum, oruç ibadetinin toplumun büyük bir kesimi tarafından yerine getirildiği için Ramazan ayında çok daha belirgin olarak görülebilmektedir. Fark bundan ibarettir.

Bir başka açık gerçek de şudur: İslâm, topluca ve toplumca yaşandığı oranda kendisinden istifade edilebilecek bir dindir. Çünkü o bütün insanlığın dinidir. Mensuplarına dünya ve âhiret mutluluğunu kazandırmak istemektedir. Getirdiği esaslar, öğretiler de bu hedefe yönelik ilkelelerdir. Önemli olan İslâm’a, kendisine has sınırları içinde yaklaşabilmek, onu kendi bütünlüğü içinde yaşayabilmektir.

Meşru mâzereti olmadığı halde Ramazan günlerinde oruç kalkanını kuşanmamış olanlar, hem kendilerine hem de çevrelerine karşı İslâmî kimliklerini ispat etmekte ve korumakta zorlanacaklardır.

SAĞLIK KALKANIMIZ

Yine Ebu Hüreyre’den -radıyallahu anh- nakledildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Oruç tutunuz sıhhat bulunuz!”[8] buyurmuştur. Bu hadis-i şerif, orucun sağlık açısından kalkan oluşunu, koruyuculuğunu ortaya koymaktadır. Dünyamızda yaygınlaşmış bulunan obozite/şişmanlık ve sebep olduğu rahatsızlıklar ve bunlar karşısında başvurulan diyetlerin temelini teşkil eden az yemek tavsiyeleri, orucun sıhhat kalkanı olduğu gerçeğinin tıbbî açıdan itirafıdır.

Yukarıdan beri mutlak/genel bir tespitle dünyada günahlara, ahlak ve sağlık sorunlarına, ahirette ise cehennem azabına kalkan olduğunu anlatmaya çalıştığımız oruç, kader okuna kalkan tutulmaz atasözünde olduğu gibi sadece kader karşısında etkisizdir.

Oruç kalkanını kullanma talimi yapma günlerini, Ramazan-ı şerifi iyi değerlendirme niyeti, gayreti ve basireti insanımızı beklemektedir. Oruçlu günlerimizdeki imsak disiplininin iftar neş’esiyle son bulması hepimizin mutluluğu olsun.

Dipnotlar: 1) Buharî, Savm 2, Tevhid 35, Müslim, Sıyam 162; Ebû Dâvûd, Savm 25; Tirmizi, Cum’a 79, Savm 54, İman 8; İbn Mace, Sıyâm 1, Fiten 12, Zühd 22; Dârimi, Savm 27, 50; Muvatta, Sıyam 57 2) Bk. Buharî, Cihad 109; Müslim, İmâre 43; Ebû Dâvûd, Cihad 151; Nesâî, Bey’at 30 3) Teşbih, Beyan ilmi tabiri olarak, aralarında ya gerçekten ya da mecâzen ilgi-ilişki bulunan şeyleri birbirine benzetmektir. Teşbih-i beliğ ise, sadece benzeyen ve kendisine benzetilenle yapılan benzetmedir. Bu teşbihte benzetme yönü (vech-i şebeh) ve benzetme edatı (edat-ı teşbih) zikredilmez. Teşbih-i beliğ’e şimdilerde yalın benzetme de denilmektedir. 4) İbn Recep el-Hanbeli, Camiu’l-ulum ve’l-hikem, s. 272 5) Bk. Nesâî, Sünen, VII, 415 6) Buharî, Tevhid 35 7) Buhari, Savm 10; Nikah 302; Müslim, nikah 1; Nesâi, Sıyam 43; İbn Mace; Nikah 1 8) Ebu Nuaym el-Isfehâni, et-Tıbbu’n-nebevi, I, 236

Kaynak: İsmail Lütfü Çakan, Altınoluk Dergisi, Sayı: 399