Allah'ın Sıfatları
Allahu Teala'nın sıfatları nelerdir? Allahu Teala'nın kaç sıfatı vardır?
Allah Teâlâ’ya iman etmek demek, O’nun yüce varlığı hakkında vacip ve zorunlu olan, kemal ve mükemmellik sıfatlarıyla birlikte caiz sıfatları da bilip, öylece inanmak ve Allah’ın zâtını noksan sıfatlardan uzak tutmaktır. Zira Allah, şanına layık olan bütün kemal sıfatları zâtında toplamış olup noksan sıfatlardan da münezzehtir.
Allah Teâlâ’nın sıfatlarının hepsi ezeli ve ebedi sıfatlardır. O’nun sıfatlarının başlangıcı da sonu da yoktur. Allah’ın sıfatları yarattıklarının sıfatlarına benzemez. Her ne kadar isimlendirmede bir benzerlik varsa da, Allah’ın ilmi bizim ilmimize; iradesi bizim irademize; kelâmı da, bizim sözümüze benzemez. Allah’ın zatının ve sıfatlarının mahiyeti idrakimizi aştığından dolayı onları tam anlamıyla kavrayamayız. O kendisini hangi isim ve sıfatlarla tanıtmışsa Allah’ı öylece tanırız. Kur’an-ı Kerim:
“O’nu gözler idrak edemez. Fakat O, gözleri idrak eder . O, eşyayı pek iyi bilen her şeyden haberdar olandır.”[1] buyurarak, Allah’ın zatını idrak etmenin, mahiyetini bilmenin imkansız olduğunu açıklamıştır. Peygamberimiz de bu konuda “Allah’ın yaratıkları hakkında düşününüz. Fakat Allah’ın zatı hakkında düşünmeyiniz. Gerçekten siz buna güç yetiremezsiniz.”[2] buyurmuşlardır.
Yüce Allah’ın varlığı zorunlu olan sıfatları çeşitli şekillerde sınıflandırılmıştır. Bunlar içinde en meşhuru ilahi sıfatları, zati sıfatlar ve subuti sıfatlar olarak ikiye ayıran sınıflandırmadır. Şimdi bu sıfatları inceleyelim.
Zati Sıfatlar
Sadece Allah Teâlâ’nın zatına mahsus olan, yaratıklardan herhangi birine verilmesi caiz ve mümkün olmayan sıfatlardır. Zati sıfatların zıtları, Allah hakkında düşünülemediği, bu sebeple sonluluk ve eksiklik ifade eden bu özelliklerden O’nun tenzih edilmesi gerektiğinden bu sıfatlara tenzihi ve selbi sıfatlar da denilmiştir. Zati sıfatlar şunlardır:
- Vücud: Var olmak demektir. Allah vardır. Varlığı başkasından değil, zatının gereğidir, varlığı zorunludur (vâcibül vücud). Vücud’un zıttı olan yokluk (adem), Allah Teâlâ hakkında düşünülemez. Vücud sıfatına “sıfat-ı nefsiyye” de denilmiştir.
- Kıdem: Ezeli olmak, başlangıcı olmamak demektir. Hiçbir zaman dilimi düşünülemez ki o zamanda Allah henüz var olmamış olsun. Ne kadar geriye gidersek gidelim, O’nun var olmadığı bir zaman yoktur, olmamıştır. Çünkü Allah sonradan meydana gelmiş bir varlık değildir. Ezeli (kadim) bir varlıktır. Allah’ın varlığı zorunlu (vacibu’l-vücud) olduğu için ezeli olması da zorunludur.
- Beka: Varlığının sonu olmamak, ebedi olmak demektir. Allah’ın sonu yoktur. Zaten başlangıcı olmayan bir varlığın sonunun olması düşünülemez. Bekanın zıddı olan fena yani sonlu olmak Allah hakkında düşünülemez. Ne kadar ileriye gidilirse gidilsin, Allah’ın olmayacağı bir an yoktur, olmayacaktır. Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın ezeli ve ebedi oluşu şöyle anlatılır:
“O, ilktir, sondur...”[3]
“...Allah’ın zatından başka her şey yok olucudur. ...”[4]
4. Muhalefetün li’l – havadis: Sonradan olan şeylere benzememek demektir. Allah’tan başka her varlık sonradan olmuştur. Allah, sonradan olan şeylerin hiçbirisine hiçbir yönden benzemez. Allah, kendisi hakkında bizim hatırımıza gelenlerin daima ötesinde bir varlıktır. Bu sıfatın zıddı olan sonradan olana benzemek ve denklik, Allah hakkında düşünülmesi imkansız olan bir özelliktir. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmuştur:
“...O’nun (benzeri olmak şöyle dursun), benzeri (nin misli dahi) yoktur. O işitendir, görendir.”[5]
Bu ayet Allah’ı noksan sıfatlardan tenzih ederken, kemal sıfatlarıyla da nitelemektedir.
5. Kıyam binefsihi: Varlığı kendiliğinden olmak, var olmak için bir başka varlığa ihtiyaç duymamak demektir. Allah kendiliğinden vardır. Var olmak için bir yaratıcıya, bir yere, bir zamana, bir sebebe muhtaç değildir. Başkasına muhtaç olmak (Kıyam biğayrihi), Allah hakkında düşünülemez. Kur’an-ı Kerim’de bu sıfat ile ilgili olarak şöyle buyrulur:
De ki: “O, Allah’tır, bir tektir. Allah Samed’dir. (Her şey O’na muhtaçtır; O, hiçbir şeye muhtaç değildir.)” [6]
“ Ey insanlar ! Allah’a muhtaç olan sizsiniz. Zengin ve övülmeye layık olan ancak O’ dur.”[7]
6. Vahdaniyet: Allah Teâlâ’nın zatında, sıfatlarında ve fiillerinde bir ve tek olması, eşi, benzeri ve ortağının bulunmaması demektir. Vahdaniyetin zıddı olan ‘birden fazla olmak’, ‘eşi ve ortağı bulunmak’, Allah hakkında düşünülmesi imkansız olan sıfatlardandır.
Kur’an’da İhlas suresi aynı zamanda Allah’ın bu sıfatını da anlatır:
‘‘… O’ndan çocuk olmamıştır (Kimsenin babası değildir). Kendisi de doğmamıştır (kimsenin çocuğu değildir). Hiçbir şey O’na denk ve benzer değildir.”[8]
Subûti Sıfatlar
Varlığı zorunlu olan ve kemal ifade eden sıfatlardır. Bu sıfatlar Allah diridir, irade edendir, güç yetirendir anlamında Allah’ın hayat, irade ve kudret sıfatları gibi müsbet (olumlu) ifadelerle Allah’ı tanıttığı için, subuti sıfatlar adını almışlardır. Subuti sıfatların zıtları olan özellikler, Allah hakkında düşünülemez. Bu sıfatlar ezeli ve ebedi olup, yaratılanların sıfatları gibi sonradan meydana gelmiş değildir. Ehl-i Sünnet alimlerine göre ister hayy (diri), alîm (bilen), kadîr (güç sahibi) gibi gramer olarak sıfat kelimeler olsun, ister hayat, ilim, kudret gibi mastar kalıbındaki kelimeler olsun, bütün subûti sıfatlar Allah’a verilebilir. Bu sıfatlar kainatla ilgili sıfatlardır. Zati sıfatlar sadece Allah’ın zatına verilip, yaratıklardan herhangi birine hiçbir şekilde verilemezken, subuti sıfatlar yaratıklar hakkında da kullanılabilir. Ancak ne var ki Allah’ın ilmi, kudreti, iradesi, sonsuz, mutlak, ezeli ve ebedidir, kemal ve mükemmellik ifade eder. Kulların ki ise sonlu, sınırlı, sonradan yaratılmış, eksik ve yetersiz sıfatlardır. İsimlendirmede bir benzerlik olsa bile, Allah’ın sıfatları hiçbir şekilde yaratıkların sıfatlarına benzemez. Subûti sıfatlar sekiz tanedir:
Hayat: Diri ve canlı olmak demektir. Yüce Allah diridir ve hayat sahibidir. Her şeye mesela kuru ve ölü toprağa can veren O’dur. O, Ezeli ve ebedi bir hayata sahiptir. Hayat sıfatı, Allah’ın varlığının kemali için zorunlu olduğu gibi ilim, irade, kudret gibi sıfatlara sahip olmak için de zorunludur. Hayat sıfatının zıddı olan ölü olmak, Allah hakkında düşünülemez. Kur’an’da bu sıfatla ilgili olarak şöyle buyrulur:
“Ölümsüz ve daima diri olan Allah’a güvenip dayan...”[9]
“(Artık bütün ) yüzler, diri ve her şeye hakim olan Allah için eğilip boyun bükmüştür...”[10]
İlim: Bilmek demektir. Allah her şeyi bilendir. Olmuşu, olanı, olacağı, gelmişi, geçmişi, gizliyi, açığı bilir. Allah’ın bilgisi yaratılanların bilgisine benzemez; artmaz, eksilmez. O sonsuz ilmiyle her şeyi bilir. Alemde görülen bu düzen, tertip ve şaşmaz ahenk, Allah’ın sonsuz ilminin en büyük göstergesidir. İlim sıfatının zıddı olan cehl (bilgisizlik), Allah hakkında düşünülmesi imkansız olan sıfatlardandır. Kura’n-ı Kerim’de ilim sıfatı ile ilgili şöyle buyrulur:
“...O karada ve denizde ne varsa bilir. O’nun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez...” [11]
Semi‘: İşitmek demektir. Allah işitir. İster gizli ister açık söylensin Allah işitir, duyar. Bir şeyi duyması, o arada ikinci bir şeyi işitmesine engel değildir. Allah işitmek için her hengi bir organa ve alete muhtaç değildir. İşitmemek ve sağırlık Allah hakkında düşünülmesi mümkün olmayan bir sıfattır.
Kur’an’da şöyle buyrulur:
“Şüphesiz ki Allah (her şeyi) işitendir, (her şeyi) görendir.”[12]
Basar: Görmek demektir. Yüce Allah her şeyi görür. Hiçbir şey Allah’ın görmesinden uzak kalmaz. Aydınlıkta ve karanlıkta saklı ve açık ne varsa Allah hepsini görür. Görmemek (âmâlık) Allah hakkında düşünülmesi imkansız bir sıfattır. Allah’ın işitme ve görme sıfatlarının mükemmel olduğunu bildiren ayetlerin birinde şöyle buyrulur:
“(Allah), gözlerin hain bakışını, kalplerin gizlediğini bilir. Allah adaletle hükmeder. O’nu bırakıp taptıkları ise hiçbir şeye hükmetmezler. Şüphesiz ki Allah hakkıyla işiten ve görendir. ”[13]
İrade: Dilemek, istemek demektir. Allah dilediğini isteyendir. Varlıkların durumlarını ve özelliklerini belirleyen onların hepsini yaratan Allah’tır. Allah’ın dilediği olur, dilemediği olmaz. İrade sıfatının zıddı olan, iradesizlik ve mecburiyet, Allah hakkında düşünülemez. Kur’an’da buyrulur:
“De ki: Mülkün gerçek sahibi olan Allah’ım. Sen mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden de mülkü alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini de alçaltırsın...”[14]
“Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. O dilediğini yaratır. ...”[15] ayetleri irade sıfatının nakli delillerindendir.
Bu sebeple bür Müslüman yapacağı işle alakalı mutlaka “İnşallah!” (Allah dilerse olur) demeyi unutmamalı, bunu bir prensip haline getirmelidir. Kur’an’da buyrulur:
“Hiçbir şey hakkında sakın ‘yarın şunu yapacağım’ deme! Ancak, ‘İnşallah/Allah dilerse yapacağım’ de.”[16]
Allah Teâlâ’nın iki türlü iradesi vardır:
Tekvinî irade: Bütün yaratılmışları içine alan iradedir. Tekvini iradenin tecelli etmesiyle varlıklar meydana gelir.
“Biz bir şeyin olmasını istediğimiz zaman ona sözümüz sadece “ol” dememizdir. Hemen oluverir.”[17] ayetinde bildirilen tekvinî bir iradedir.
Teşriî irade: Yüce Allah’ın bir şeyi sevmesi ve istemesi sebebiyle o işin yapılmasını emretmesi demektir. Allah’ın teşriî irade olarak bir şeyi dilemiş olması, o işin her kul üzerinde meydana gelmesini gerekli kılmaz.
Mesela, “ Muhakkakki Allah adaleti, iyiliği ve akrabaya yardım etmeyi emrediyor (irade ediyor)...”[18] mealindeki ayet bu kabildendir.
Kudret: Gücü yetmek demektir. Allah sonsuz bir güç ve kudret sahibidir. Kudret sıfatının zıddı olan acizlik ve güç yetirememek, Allah hakkında düşünülemez. O’nun kudretinin yetmeyeceği hiçbir iş yoktur. Kainatta her şey Allah’ın güç ve kudretiyle olmaktadır. Güneş sisteminden galaksilere kadar bütün kainattaki bütün varlıkların hayat düzeni Allah’ın kudretinin açık delilidir. Kur’an’da buyrulur:
“Allah gece ile gündüzü birbirine çeviriyor. Şüphesiz bunda basiret sahipleri için mutlak bir ibret vardır. Allah her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üstünde sürünür, kimi iki ayağı üstünde yürür, kimi dört ayağı üstünde yürür. Allah dilediğini yaratır. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir.”[19]
Kelâm: Söz, konuşma demektir. Allah hiç bir mahlukata benzemeyen bir kelam sıfatına sahiptir. Allah bu sıfatının tecellisiyle peygamberlerine kitaplar indirmiş, bazı peygamberler ile de vahy yoluyla konuşmuştur. Kur’an’a bu manada “Kelamullah/Allah’ın kelamı” denilir. Ezeli olan kelam sıfatının mahiyetini anlamaya insanın idraki yetmez. Zira Allah’ın konuşması insanda olduğu gibi hava titresimlerinin algılanması ve bu titreşimlerin zihin tarafından anlamlandırılması şeklinde değildir. Yani ses ve harflerden meydana gelmiş değildir. Zaten kelamın zıddı olan konuşamamak ve dilsizlik Allah hakkında düşünülmesi imkansız sıfatlardır. Allah Teâlâ kendi zatına mahsus kelam sıfatıyla peygamberlerine vahyederek emreder, yasaklar ve haberler verir. Kur’an’da buyrulur:
“Musa tayin ettiğimiz vakitte (Tur’a) gelip de Rabbi onunla konuşunca ‘Rabbim! Bana (kendini) göster, seni göreyim’ dedi...”[20]
“De ki: Rabbimin sözlerini (yazmak) için bütün denizler mürekkep olsa ve bir o kadar da ilave getirsek dahi, Rabbimin sözleri bitmeden önce deniz tükenecektir.” [21]
h.Tekvin: Yaratmak, yok olanı yokluktan varlığa çıkarmak demektir. Yüce Allah yegane yaratıcıdır. O, ezeli ilmiyle bilip dilediği her şeyi sonsuz güç ve kudretiyle yaratmıştır. Kainatta Allah’ın yaratmadığı hiçbir şey yoktur. Zerreden kürreye kadar herşey O’nun yararttığıdır. Âyette:
“Allah her şeyin yaratıcısıdır. O, her şeye vekildir.”[22] buyrulmuştur.
ALLAH’IN FİİLÎ SIFATLARI
Allah’ın zatına özel fiilleri vardır. Bu fiilleri, hem olumlu hem de olumsuz ifadelerle Allah’a nispet etmek caizdir. Mesela “falana çocuk verdi” demek caiz olduğu gibi “falana çocuk vermedi” demek de caizdir. “Falana nimet verdi” denilebildiği gibi, “Falana nimet vermedi, onu cezalandırdı” da denilebilir. Allah’ın fiili sıfatlarının aslı tekvin sıfatıdır. Allah’ın zatına özel fiiller beş sıfat altında toplanır.
Yaratmak (halk ve îcad): Allah her şeyin yaratıcısıdır. Varlığını aklen düşünebileceğimiz her şeyi Allah’ın yaratması mümkündür. Fakat O, dilerse yaratır, dilerse yaratmaz. Hiçbir şeyi yaratmaya veya yaratmamaya mecbur değildir. O iyiliği de kötülüğü de yaratır. Fakat iyiliği seçmemizden hoşnut olur, kötülüğü seçmemize razı olmaz. Yarattığı şeyler ne olursa olsun Allah’ın sonsuz ilim ve hikmetinin bir gereğidir. O’nun her yaptığında bir hikmet vardır. Ne var ki bizim aklımız ve idrakimiz bu sebeplerin ve hikmetlerin hepsini anlayabilecek kadar güçlü değildir.
Kul bir fiili yapmak istediğinde Allah O fiili yaratır. Fakat Allah’ın yarattığı bütün fiillerin sonucu kullara aittir. Çünkü kul fiili nasıl tercih etmişse, Allah onu öyle yaratmıştır.
Allah mutlak yaratıcıdır. Allah’ın dilediğini dilediği zaman var etmesine veya yok etmesine karşı çıkacak veya engel olacak hiçbir kuvvet mevcut değildir. Her varlık, Allah’ın yaratmasıyla var olduğu gibi, varlığını sürdürebilmek için de Allah’ın, onun varlığını devam ettirmesine muhtaçtır.
Nimet vermek ve azap etmek (ten’îm ve ta’zib): Yüce Allah, kullarından dilediğine nimetini artırır, dilediğine da azaltır. Hak edene mükafat verir, müstahak olana da azap eder. Dilerse en küçük bir günahı cezasız bırakmaz, dilerse küfür ve şirk dışındaki büyük bir günahı bağışlar. Ancak, bu iki fiil ona gerekli ve zorunlu değildir. Bir ayette şöyle buyrulur:
“...O, dilediğini bağışlar ve dilediğine azap eder. Göklerde, yerde ve ikisinin arasında ne varsa mülkiyeti Allah’a aittir...”[23]
Hidayet etmek ve dalâlete sevk etmek (hidayet ve idlâl): Cenab-ı Hakk’ın dilediğine hidayet, dilediğine dalalet yaratması caizdir. Allah’tan başka insanları hidayete erdiren ve dalalete düşüren gerçek bir fail yoktur. Her ikiside Allah’ın fiilidir. Ancak Allah Teâlâ’nın bir kul için dalalet yaratması, o kulun tercihini kötü bir şekilde yapmasından, iradesini kötüye kullanmasındandır. İnsan kendi kendini ve iradesini dalalete yöneltmedikçe, ilahi irade ve kudret onu dalalete zorla sevk etmez. Ehl-i Sünnet bilginlerine göre;
“... Allah dilediğini dalalete yöneltir, dilediğini doğru yola iletir...”[24]
Bu ayeti kerimeden kasıt, “Allah dilediği kimse için hidayeti, dilediği kimse için dalaleti yaratır.” demektir.
Peygamber göndermek ve kitap indirmek: Allah Teâlâ kullarına değer verir ve onların hayrını ister. O’nun rahmeti ve lütfu her varlığı kuşattığı için insanlara doğru yolu gösterecek peygamberler göndermiş, bazen de peygamberlerden bir kısmına indirdiği kitaplarla doğruyu ve gerçeği açıklamıştır. O’nun peygamberler göndermesi ve kitaplar indirmesi bütün fiillerinde olduğu gibi kendisine vacip (mecbur) değil, caizdir. Dilerse peygamber göndermeyebilir, kitap indirmeyebilirdi. O, kullarına merhametli olduğu için lütfetmiş, peygamberler göndermiş ve kitaplar indirmiştir. Ayette buyrulur:
“Hiçbir ümmet yoktur ki, aralarında bir uyarıcı (peygamber) gelip geçmiş olmasın.”[25]
Yine Peygamberimize hitaben buyrulur:
“Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik.”[26]
Ba’s ve Haşr: Ba’s, Allah Teâlâ’nın kullarını öldürdükten sonra tekrar diriltmesi, haşr da bir araya toplayarak hesaba çekmesidir. Kur’an-ı Kerim’de
“Sonra da şüphesiz kıyamet gününde tekrar diriltileceksiniz.”[27]
“De ki : Onları ilk defa yaratmış olan diriltecek...”[28]
“...Bir de bakarsın ki, onlar kabirlerinden kalkıp, koşarak Rablerine giderler.”[29] buyrularak Allah’ın insanları tekrar diriltip bir araya toplayacağı bildirilir. Kulları tekrar diriltip bir araya toplamak, Allah’a için vacip (mecbur) değil caizdir.
Dipnot:
[1] En’âm sûresi, 103. ayet
[2] Suyûtî, el- Câmiu’s – sağîr, Aclûnî, Keşfu’l- hafâ, 1, 311.
[3] Hadîd sûresi, 3. ayet
[4] Kasas sûresi, 88. ayet
[5] Şûrâ sûresi, 11. ayet
[6] İhlas sûresi, 1-2. ayetler
[7] Fâtır sûresi, 15. ayet
[8] İhlas sûresi, 3-4. ayetler
[9] Furkân sûresi, 58. ayet
[10] Tâhâ sûresi, 111. ayet
[11] En’âm sûresi, 59. ayet
[12] Hacc suresi, 75. ayet
[13] Mü’min sûresi, 19- 20. ayet
[14] Ali İmrân sûresi, 26. ayet
[15] Şûrâ sûresi, 49. ayet
[16] Kehf suresi, 23. ve 24. ayetler
[17] Nahl sûresi, 40. ayet
[18] Nahl sûresi, 90. ayet
[19] Nûr sûresi, 44- 45. ayetler
[20] Âraf sûresi, 143. ayet
[21] Kehf sûresi, 109. ayet
[22] Zümer sûresi, 62. ayet
[23] Mâide sûresi, 18. ayet
[24] Fâtır sûresi, 8. ayet
[25] Fâtır suresi, 24. ayet
[26] Enbiyâ sûresi, 107. ayet
[27] Mü’minûn sûresi, 16. ayet
[28] Yâsîn sûresi, 79. ayet
[29] Yâsîn sûresi, 51. ayet