Allah’ın Varlığının Aklî Delilleri Nelerdir?
Allah’ın varlığının aklî delilleri nelerdir? Allah’ın varlığını ispat eden deliller...
Bir kısım İslam alimlerine göre insandaki yüce bir yaratıcıya inanma ihtiyacı, yaratılıştan olduğu için Allah’ın varlığına dair dışarıdan deliller aramaya, hatta mantıkî ve aklî deliller sunmaya ihtiyaç yoktur. Fıtratı bozulmamış olan, ruhu hastalanmamış her insan Allah’ın var ve bir olduğunu bilir ve anlar. Yoksa Allah’ın varlığına dair deliller sadece insanı uyarmak ve içindeki şuurunu artırmak içindir. Nasıl ki, mıknatıs ile demir birbirine yaklaşınca mıknatıs demiri çeker. Çünkü bu onun yaratılışında gizlenmiştir. İşte insan da yaratılış özelliği (fıtratı) bozulmadıkça aklı ve vicdanı yardımıyla Yaratınını bulacaktır. Çünkü insan, kendi iç dünyasına ve dış dünyada Allah’ın varlığını ispat eden şeylere bakarak, Allah’ın varlığını bunlardan anlayabilecek özellikte yaratılmıştır. Zira insanın kendi yaratılışı da bizzat Allah’ın varlığının açık bir delilidir.
İslam bilginlerinin çoğuna göre insan, kendi varlığı ve kainat üzerinde tefekkür ederek Allah’ın varlığına dair deillere ulaşabilecek akla ve şuura sahiptir.
“O’nu gözler idrak edemez. Fakat O, gözleri idrak eder.”[3] ayeti, Allah’ın duyularla doğrudan doğruya idrak edilemeyeceğini ortaya koymaktadır. Fakat duyular, asıl Allah’ı tanıyacak olan akla ve kalbe malzeme temin ederler. Bu malzeme de yaratılmış olan her şeydir, kainatın ahenk ve düzenidir. İnsan aklı ile bu işaret ve delillerden hareketle Yaratıcıyı bulmaya çalışır. Bir ayette:
“İnsanlara ufuklarda ve kendi nefislerinde ayetlerimizi göstereceğiz ki, Allah’ın, gerçek olduğu, onlara iyice belli olsun...”[4] buyrulmuştur.
ALLAH’IN VARLIĞINI İSPAT EDEN DELİLLER
Alimlerin hem dış dünyanın gözlemlenmesi, hem de bizzat insanın kendi yaratılışının incelenmesi sonucu ortaya koydukları Allah’ın varlığını ispat eden deliller şunlardır:
1- Fıtrat Delili: Yaratılışı bozulmamış ve acziyetinin farkında olan her insan, sonsuz kudret sahibi bir yaratıcıyı kabul eder. Allah’ın varlığına inanmak insanda tabii bir duygu ve şuur halidir. İnsandaki Allah şuurunun oluşumu fıtri olduğundan sağlıklı her insanda doğuştan vardır.
Bu fıtrat duygusuyla Allah’a inanmaya Kur’an şöyle davet eder:
“Hakka yönelen bir kimse olarak yüzünü dine çevir. Allah’ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata sımsıkı tutun. Allah’ın yaratmasında hiçbir değiştirme yoktur. İşte bu dosdoğru dindir. Fakat insanların çoğu bilmezler.”[5]
“İnsana bir zarar geldiği zaman, yan yatarak, oturarak veya ayakta durarak (o zararın giderilmesi için ) bize dua eder. Fakat biz ondan sıkıntısını kaldırınca, sanki kendisine dokunan bir sıkıntıdan ötürü bize dua etmemiş gibi geçip gider...”[6]
2- Hudûs Delili: Kelam bilginlerinin meşhur bir delilidir. Âlemin ve ondaki varlıkların sonradan var olduğu gerçeğinden hareketle âlemin bir var ediciye bir yaratıcıya muhtaç olduğu, bu düşünceden hareketle de Allah’ın varlığını ispatlayan bir delildir. Çünkü bu kainatta her varlık, sonradan meydana gelmiştir ve var olmayı da kendi istememiştir. Onların bir zaman ve mekanda var olmasını isteyen bir var edici (yaratıcı) olmalıdır. O da Allah’tır.
“İnsan düşünmezmi ki, daha önce o hiçbir şey olmadığı hâlde biz kendisini yaratmışızdır.”[7] ayeti hudûs delilinin anafikrini ifade eder.
3- İmkân Delili: Bu delil daha çok İslam âlimlerinin, alemin ‘‘vacip’’ (varlığı zorunlu) değil, ‘‘mümkin’’ (varlığı da yokluğu da mümkün) bir varlık olduğu ve var olmak için bir sebebe ihtiyaç duyduğu esasından hareketle Allah’ın varlığını ispat ettikleri bir delildir.
“Acaba onlar herhangi bir yaratıcı olmadan mı yaratıldılar? Yoksa kendileri mi yaratıcıdırlar ?”[8] ayeti, imkan deliline bir örnektir.
4- Nizam Delili: Bu delil ile, tabiatta cereyan eden olaylarda duyularla idrak edilebilen büyük ahenge ve şaşmaz düzene bakılarak, alemdeki bu düzenin, her şeyi bilen ve her şeye güç yetiren bir yaratıcının eseri olduğu ifade edilir. Bu delile gaye, hikmet, itkan ve inayet delili adı da verilir.
“(İnsanlar) devenin nasıl yaratıldığına, göğün nasıl yükseltildiğine, dağların nasıl dikildiğine, yeryüzünün nasıl yayıldığına bir bakmazlar mı ?”[9] ayetlerinde nizam delilinden misaller bulmak mümkündür.
Nizam delili aynı zamanda Allah’ın eşinin, denginin, benzerinin olmadığı, O’nun tek olduğunu (tevhid) da gösterir.
“Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka İlahlar bulunsaydı, yer ve gök kesinlikle bozulup gitmişti...”[10]
ALLAH’IN VARLIĞINA DAİR AKLİ DELİLLERE ÖRNEKLER
Günümüzde Allah’ın varlığına dair ileri sürülen deliller, genellikle materyalizmin tesadüf iddiasının ve evrimciliğin[11] reddedilmesini hedef almaktadır.
Mantık kuralları içinde kalmak şartıyla kâinatın var oluşunda göz önünde bulundurulabilecek üç ihtimal vardır:
- Kâinat kendiliğinden var olmuş, kendi kendisini yokluktan varlığa çıkarmıştır.
- Kainat tesadüfen meydana gelmiştir.
- Bu kainatı yaratan ve ondaki düzeni sağlayan bir yaratıcı vardır. O da Allah’tır.
Bizim ispatlamak istediğimiz ihtimal üçüncüsüdür. Ancak ilk iki ihtimalin yanlışlığını ortaya koymamız gerekir.
1- Birinci İhtimal: Kâinatın oluşumunda böyle bir ihtimalden söz etmek, mantık dışıdır.
Çünkü, sebep-sonuç kanununa göre, her sonucun bir sebebi, her eserin bir müessiri her yaratılanın bir yaratıcısı vardır. Kâinat da var olduğuna göre, onu da var eden bir sebep vardır. Kainatın kendi kendine var olması, ressam olmadan çok güzel bir tablonun kendiliğinden ortaya çıkması, işci ve ustalar olmaksızın binanın kendi kendine ortaya çıkmış olması gibi, aklın ve mantığın kabul edemeyeceği bir düşünce biçimidir.
Şair Necip Fazıl bu gerçeği şöyle ifade eder:
Yön yön sarılmışım ne yana baksam,
Sarılan olur da saran olmaz mı?
Kim bu yüzü çizen sanatkâr ressam;
Geçip de aynaya soran olmaz mı?
Yine bir başka şair de durumu şöyle özetler:
Olduysa yok iken bu mekân kendi kendine,
Ey usta yükselirdi şu han kendi kendine!..
Damlarda diktiğin bacalar söylüyor sana,
Nâr[12] olmadan tüter mi duman kendi kendine?..
Bir kez bıraksa hâline ya bağı bahçıvan,
Buğdaydan ayrılır mı saman kendi kendine?
Devrânı döndüren yüce bir kudret olmasa,
Hiç şaşmadan döner mi cihan kendi kendine?..
Kainatın var olmak için bir başka sebebe ihtiyaç duymadığı ihtimalinin ne kadar çürük ve mantık dışı olduğunu, Kur’an-ı Kerim şu ayette bildirir:
“Acaba onlar herhangi bir yaratıcı olmadan mı yaratıldılar? Yoksa kendileri mi yaratıcıdırlar? Yoksa gökleri ve yeri onlar mı yarattı? Hayır! Onlar bir türlü anlayıp inanmazlar”[13]
2- İkinci İhtimal: Kainatın tesadüfen meydana gelmesi ihtimali de en az birincisi kadar akıl ve mantık dışıdır. Çünkü yeryüzünü, insanları, hayvanları, bitkileri ve diğer varlıkları meydana getiren şeyin tesadüf olması mümkün değildir. Milyonlarca seneden beri, bir milimetre bile sapmadığı yörüngesinde dünyayı döndüren bir irade vardır. Çok büyük olmalarına rağmen güneşi ve gezegenleri bir yörünge üzerinde birbirleriyle çarpışmadan, dehşet verici bir süratle hareket ettiren şeyin tesadüf olmasını hangi akıl kabul edebilir? Onlarca trilyon hücreden oluşan insanın bedenin organların harika bir şekilde çalışması ve bunlar arasındaki irtibat, düzen ve ahengin tesadüfe bağlanması elbette mümkün değildir.
Kur’an-ı Kerim tesadüfü reddederken, yaratılış hakikatini insanlığın idrakine şöyle sunar:
“Yeryüzünde birbirine komşu kıtalar, üzüm bağları, ekinler bir kökten ve çeşitli köklerden dallanmış hurma ağaçları vardır. Bunların hepsi bir su ile sulanır. (Böyle iken) yemişlerinde onların bir kısmını bir kısmına üstün kılarız. İşte bunlarda akıllarını kullanan bir toplum için ibretler vardır.”[14]
3- Üçüncü İhtimal: İlk iki ihtimalin yanlışlığı ortaya konulunca artık akıl için üçüncü ihtimali kabullenmekten başka çıkar yol yoktur. O da, bu kainatı yaratan ve ondaki düzeni sağlayan sonsuz ilim ve kudret sahibi bir Yaratıcının var olmasıdır yani O’nun varlığına inanmaktır. Bu yaratıcı da yüce Allah’tır. Bir ayette şöyle buyrulur:
“ ... Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında şüphe mi var? ..”[15]
Akaid ve kelam âlimleri, alemin yaratıcısı olan Yüce Allah’ın birliğini ispatlamak için de çeşitli deliller kullanmışlardır. Bu delillerden biri şudur:
Bir an, sonsuz irade ve kudrete sahip iki ilâhın (tanrının) var olduğu düşünelim. Bu iki ilah kainatı yaratma konusunda aralarında; ya anlaşacaklar, ya da anlaşmazlığa düşeceklerdir. Eğer anlaşmazlarsa, iki sonsuz irade ve kudret arasında çatışma meydana gelir. Kainatı ikisi de kendisi yaratmak isteyeceğinden ikisi de yaratamaz dolayısıyla, o zaman da alem oluşmaz veya iki tane kainat oluşması gerekirdi. Halbuki şuan bir kainat vardır. Eğer bu iki ilah, aralarında anlaşmışlarsa, bu anlaşma, bir mecburiyet sonucu olur. Zira her ikisi de bazı isteklerinden vazgeçmek zorunda kalacak. Bu durumda her iki ilahın da bir yönüyle eksik iradeli veya aciz kalması söz konusudur. Her iki ilah da tam olarak kendi istediği gibi bir kainat yaratamayacaktır. Dolayısıyla iradesi eksik veya aciz bir varlığın ilah olması sözkonusu değildir. Çünkü ilah demek, sonzuz iradeye sahip dilediğini dilediği zaman yapacak sınırsız bir kuvvet ve kudrete sahip varlık demektir . İlah âciz olamaz. Bütün bu ihtimaller imkansız olunca, alemin yaratıcısı olan tek bir yüce ilahın yani Allah’ın birliği de zorunlu olur.
Kaynak: İslam Akaidi, Erkam Yayınları