Allah’ın ve Peygamberimizin Yolu

İMAN

Sırat ne demek? Allah’ın ve Peygamberimizin (sav.) yolu nedir? Sırât-ı müstakîm ifadesi ne anlama gelir? İstikâmet üzere olmak neyi gerektirir? Dünyada nasıl bir imtihandayız?

Hz. Câbir’in anlattığına göre Peygamber Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- bir gün ashâbıyla sohbet ederken önüne bir çizgi çizdiler ve “Bu Allah Teâlâ’nın dosdoğru yoludur” buyurdular. Sonra o çizginin sağına ve soluna ikişer çizgi daha çizdiler ve:
“Bunlar da şeytanın yollarıdır” buyurdular. Daha sonra mübarek ellerini ortadaki çizginin üzerine koydular ve şu âyet-i kerimeyi okudular: “Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. (Başka) yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah’ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları emretti.” (En’âm, 153) (İbn-i Hanbel, III, 397)

Sırat Nedir?

Sırat yutmak mânâsına gelir. Lokma nasıl ağızda kaybolursa, yürüyerek gözümüzün önünden uzaklaşan insanı da yol yutar. Sıratın bir dünyada olanı bir de cehennemde kurulanı vardır. Dünyadaki sırat, sırât-ı müstakîm; cehennemde kurulan sırât-ı cahîm’dir. Sırât-ı müstakîm, Peygamberimiz ve O’na basiretle tâbi olanların dosdoğru yolu; sırât-ı cahîm ise zalim inkârcıların, onların yoldaşlarının ve Allah’ın dışında taptıklarının sevk edilip geçemeyecekleri cehennem üzerine kurulan yoldur. Her iki yol da mensubunu yutacak kadar zorludur. Dünyadaki sıratta kalabilen, ahiretteki sırattan da sâlimen geçecektir.

Allah’ın Yolu

Sırât-ı müstakim Rabbimizin yoludur. “Ben, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a dayandım. Çünkü her canlının kontrolü O’nun elindedir. Şüphesiz Rabbimin yolu dosdoğru yoldur.” (Hud, 56) “Rabbimin yolu dosdoğru yoldur” diye çevrilen kısmın “Rabbim dosdoğru yol üzerindedir” şeklinde tercümesi de mümkündür. Allah’ın yolunun dosdoğru yol olması, O’nun hüküm ve tasarruflarının adalete uygun olması, zulümden uzak bulunmasıdır. İbn-i Arabi’ye göre istikamet, varlık veya yaratılış amacına uygun davranmaktır. İstikamet kâinatın temel yasası, bir mânâsıyla mîzandır. İstikameti bozulan insan karada ve denizde fesada sebep olur.

Peygamberimizin Yolu

Sırât-ı müstakîm Rasûlullah Efendimizin de yoludur. O yol hedefe ulaştıran en kısa yol anlamında sevâü’s-sebîl’dir. Bir âyette Peygamber Efendimize şöyle söylemesi emredilmiştir: “De ki: ‘İşte bu benim yolumdur. Ben, Allah’a basiret üzere çağırıyorum; ben ve bana uyanlar (bunu yapıyoruz). Allah’ı ortaklardan tenzih ederim! Ve ben ortak koşanlardan değilim.’” (Yusuf, 108) Bazı müfessirler bu ayette geçen yol mânâsındaki “sebîl” kelimesine “mesele, dert” mânâsı vermiştir. Evet, Peygamberimiz ve O’nun nurlu izinden gidenlerin bir meselesi ya da derdi varsa bu dosdoğru yolu takip etmeleri ve böylelikle kurtuluşa ermeleridir.

Kendilerine Nimet Verilenlerin Yolu

Sırât-ı müstakîm “kendilerine nimet verilenlerin yoludur.” (Fatiha suresi) Yolun somut ve açık bir yol olduğunun delili işte bu ifadedir. Bu yol, yolcusu ile bilinen bir yoldur. Yol dendiğinde anlaşılması gereken o yol üzere yürüyenlerdir. Fatiha’da geçen bu ifade ile biz biliriz ki sırât-ı müstakim, kendisine nimet verilenlerin gittiği yoldur. Kendisine nimet verilenler; peygamberler, sıddîklar, şühedâ ve sâlihlerdir. Dolayısıyla yola hidayet edilmek, yolda olanların gönlüne, yanına ve yöresine dâhil edilmektir. Âyetin devamı yolu başka olanları da (gazaba uğramışlar ve sapmışlar) nazara vererek doğru yolun sınırlarını iyice netleştirir. Sırât-ı müstakîm takva önderlerinin takip ettiği yoldur. “Evvel refik sonra tarîk” sözü boşuna söylenmemiştir.

Sahabeden birisi Hz. Peygamber’den, başka söze ihtiyacı kalmayacak değerde bir nasihat istemişti. Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem Efendimiz: “Allah’a iman ettim de, sonra da dosdoğru ol!” buyurdular (Müslim, İman, 62). Bu hadis aslında “Rabbimiz Allah’tır” dedikten sonra istikamet sahibi olanları övgüyle anan iki farklı ayetle (Fussilet 30 ve Ahkaf 13) irtibatlıdır. Rasûlullah Efendimiz ilgili ayeti okuduktan sonra, “Rabbimiz Allah’tır” diyerek iman eden insanların önemli bir bölümünün daha sonra küfre döndüğünü söylemiş, ardından da şunu ilave etmiştir: “Her kim îmanla ölürse işte o istikamet sahibi olanlardandır.” (TDİA, İstikamet) Ne yapıp edip Müslüman olarak can verme derdi, aslında istikameti koruma derdidir.

Kıyametin Devası

Kıyamet sahnelerinin yaşandığı bir zamandayız. Nebevî ifadeyle sur sahibi boruyu ağzına almış, üfürdü üfürecek. Ne var ki bizim kalbimiz, gözümüz ve kulağımız istila altında. Bir mâlâyani bombardımanının altında istikametimizi koruma derdindeyiz. Gazze’de Filistinli kardeşlerimizin üzerine düşen fiziki bombalar kadar feci ve şiddetli inkâr bombaları kendimiz, ailemiz, milletimiz ve millet-i İslamiyemizin zihinlerine ve kalplerine düşüyor, bu durumda nasıl diri kalacağız? Gözlerimiz, kulaklarımız, zihinlerimiz ve kalplerimiz can çekişiyorken kendimizi ve ailemizi yakıtı insan ve taşlar olan ateşten nasıl koruyacağız? Kim bilir her gece kaç zihin inkâra sapıyor, kaç gönle mühür vuruluyor… Kıyametimiz kopuyor, nasıl sâlim kalacağız, kimden ve ne şekilde yardım alacağız?

Çâre Rasûlullah Efendimiz’dir. O’nun gibi yaşamak, O’nun yaşadığını anlatmak ve O’nun yaşadığı ile dipdiri doğrulmak zorundayız. Çare O’nun çağrısını evimizde, işimizde, beldemizde, cemiyetimizin her köşesinde işittirmektir. “Ey iman edenler! Sizi hayat verecek şeylere çağırdıklarında Allah ve Rasûlünün çağrısına uyun” (Enfal, 24) îkâzı bugünün çürütücü ve öldürücü ikliminde nasıl da anlamını buluyor… Çağrıya icabet etmeyenin cezası anında kesiliyor. Allah kulu ile kalbi arasına giriyor. Sırât-ı müstakîmin tam ortasına oturmuş melun ve çetesi altımızdan, üstümüzden, sağımızdan, solumuzdan, önümüzden ve arkamızdan, göremediğimiz yerlerden üzerimize üşüşüyor, hayatımızı, diriliğimizi, çocuğumuzu, ailemizi ve dinimizi gasp ediyor.

İstikamet Nedir?

İstikamet, Allah Rasûlü’nün çağrısına uyarak diriliği korumaktır. İstikamet, heyecanı muhafaza etmek, tazeliğini sürekli güncellemektir. O En Güzel İnsan bir keresinde başını yağmur tanelerinin ıslatmasına müsaade etmişti. Niye böyle yaptığını soranlara verdiği cevap muazzamdır: “Bu yağmur damlaları Rablerinden yeni geliyorlar, onlarla teberrük ediyorum.” (Ebû Dâvud, Edeb 114) Yağmur damlalarının tazeliğinden kendi ahdinin tazeliğine vesile bulan Peygamberimizi örnek almaya vesile olacak duyuş ve hissedişe ancak tefekkür ibadetimizi artırarak kavuşabiliriz. Tefekkür, istikameti korumak için gereken azıktır, rızıktır, silahtır. Din heyecanla yaşanır, heyecan hayret vadisinde bahşedilen tefekkür ile elde edilir.

Tefekkürün tabii neticesi; doğrulmak, ayağa kalkmak ve dünyanın üzerine kararlılıkla yürümektir. Bu yürüyüşün adı amel-i sâlihtir. Kur’ân’ımızdaki en dikkat çekici ifadelerden birisi iman ve amel-i sâlih birlikteliğidir. İman eden, göğsünde bulduğu genişlikle iyilerle ve iyilerden olma çabası ile yaşamaya gayret eder. Amel-i sâlih, ifsadın karşısına ıslahı koyan ameldir; aktif iyiliktir, organize kötülüğün karşısında organize iyiliğin safında durmaktır. Hak için, hakkın gösterdiği yol ve yöntemlerle ortaya konan, Allah’ın kullarının ya bedenine ya zihnine ya da kalbine faydası olan her amel müteselsil bir bereketle bizi bu dünyada istikamet yolunda tutacak, öte tarafta bâkiyat olarak Cennet ve Cemâlullah ile buluşturacaktır.    

İmtihandayız. Burası durma ve kenarda kalma yeri değil, burası köprüdür. Köprüde durulmaz, köprüden geçilir. Yürümek zorundayız. Dünyaya indirildiğimiz andan itibaren yürüyoruz. Menzil-i maksudumuz çıkarıldığımız evimizdir. Allah bizi selamet menziline çağırıyor. Düşman, yolumuzun üzerinde pusu kurmuş, taraftarları ile gözümüzü, kulağımızı, zihnimizi ve kalbimizi çalmaya, bizi yoldan çıkarmaya çalışıyor. Yolu bitirmek, menzile varmak zorundayız. Bisiklet sürer gibiyiz. Durursak düşeriz. Ellerimiz bisikletin gidonunu tutarken, ayaklarımız tekerlekleri çeviriyor. Gözlerimiz hem temaşada hem de yoldaki düşmana karşı tetikte. Ne durmaya ne de molaya vaktimiz var. Yol uzun, düşman kavi, yolculuk zor.

İstikamet Üzere Olmak

Sırattayız. Burada istikamet üzere olmak için, Peygamber vârisi sâlih ve sadıklarla aynı yolu ve tempoyu tutturmamız gerekiyor. O tempoya, imanla birlikte amel-i sâlihe hız vererek ulaşacağız. Üzerinde seyrettiğimiz sırat bir tür otobandır. Otobanın nerede son bulduğu da bellidir, otobana nereden girilip çıkılacağı da… Ama gâfil olan otobanda bile kaybolur. Kaybolmamak için kendi fıtrat ve mizacımıza uygun şeridi yani sebili bulmamız gerekiyor. Bunun da çaresi amel-i sâlihtir. Sırat üzerinde birçok sebil (sübul) var. Allah kendi yolunda güzel işler yapanları kendi şeritlerine sevk ediyor. Dahası bir de tarik (rota veya araç) veriyor ki o da yoldaki seyrimizi hem güzelleştiriyor hem kolaylaştırıyor. Yolunu tutturmuş, şeridi, rotası belli aracı hiçbir düşmanın durdurmaya ya da saptırmaya gücü yetmeyecektir.

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hz. Ali radıyallahu anh’a “Allâhümmehdinî ve seddidnî: Allah’ım! Beni doğru yola ilet ve o yolda başarılı kıl! de” (Müslim, Zikir 78) duasını öğretmişlerdi. Hepimizin muttasıl hidayetle yolumuzu doğrultmaya ihtiyacımız var. Bunu okuduğumuz her Fatiha’da Rabbimizden istiyoruz. Bu istikamet üzere hidayette olma ihtiyacını fark edelim. Dünya bizi boğuyor, günahlar nefesimizi kesiyor ve dört bir tarafta isyan ve tuğyan ile kıyamet sahneleri yaşanıyor. Kurtuluşumuz Allah ve Rasûlü’nün kulağımızı, zihnimizi ve kalbimize hayat veren çağrısındadır. İman en büyük imkânımız, iman ettikten sonra amel-i sâlih işlemek hüsrandan kurtuluş fırsatımızdır. Rabbimiz hepimizi istikamet üzere seyirde muvaffak eylesin.

Kaynak: Mehmet Lütfi Arslan, Altınoluk Dergisi, Sayı: 463