Allah'ın Yeminlerini Boşa Çıkarmayacağı Kimseler
Şeyh Sâdî buyurur: “Düşman gözüyle bakılırsa, hüner ve mârifet bile bir ayıp olarak görülür. Dünyaʼyı aydınlatan Güneş, yarasanın gözüne çirkin gelir. Biri, birisini sevmez ve ona sevmeyerek bakarsa, o, Hazret-i Yûsuf gibi güzel de olsa gözüne çirkin görünür. Lâkin sevgi gözüyle bakarsa, ifrit ve şeytan bile gözüne melek gibi görünür.”
ALLAH'IN YARATTIĞI KULLARI HOR GÖRMEK ÇİRKİN BİR DAVRANIŞTIR
Cenâb-ı Hak, insana rûhundan üflemiş yâni “ilâhî vuslat”a nâil olma istîdat ve kâbiliyetleri ihsân etmiş, onu mükerrem olarak ve “ahsen-i takvîm” üzere yaratmıştır. Bu sebeple de kullarını çok sevmekte ve onların Âdem -aleyhisselâm-’ın yaratıldığı cennete nâil olmalarını arzu etmektedir. Bu yüzden, Allâh’ın yaratıp kıymet verdiği kullarını hor görmek, yâni ibâdullâhı istihkâr etmek, çok çirkin ve mahzurlu bir davranıştır!
İNSANLARIN KALPLERİNİ YARIP BAKMAK MÜMKÜN DEĞİLDİR
Hakikatte Allah katında kimin ne durumda olduğunu kimse bilemez. Cenâb-ı Hak, üstünlüğü takvâ şartına bağlamıştır. Takvâ da kalptedir. Kalbin pencereleri ise sadece Allâh’a açıktır. İnsanların kalplerini yarıp bakmak mümkün olmadığından, Hak katında kimin daha üstün olduğunu anlamak da imkânsızdır. Bu hususta Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle îkâz eder:
“Saçı-sakalı birbirine karışmış, eski püskü elbiseler içinde, kimsenin îtibâr etmediği niceleri vardır ki, Allâh’a yemin etse, Allah onun yeminini boşa çıkarmaz.” (Tirmizî, Menâkıb, 54/3854)
“Size cennetlikleri bildireyim mi? Onlar hem zayıf oldukları hem de halk tarafından zayıf görüldükleri için kimsenin ehemmiyet vermediği, fakat «şöyle olacak» diye yemin etseler, isteklerini Allâh’ın gerçekleştireceği kimselerdir. Size cehennemliklerin kimler olduğunu söyleyeyim mi? Katı kalpli, kaba, cimri ve kurularak yürüyen kibirli kimselerdir.” (Buhârî, Eymân 9, Tefsîr 68/1, Edeb 61; Müslim, Cennet 47)
MÜSLÜMANA YAKIŞAN HÜSN-İ ZAN BESLEMEKTİR
O hâlde bir müslümana yakışan, Allâh’ın kullarına karşı hüsn-i zan beslemek, hürmetkâr olmak, onlara değer vermek ve güzel muâmelede bulunmaktır.
Bu hususta Cenâb-ı Hakk’ın mü’minlere kesin emri şu şekildedir:
“Ey mü’minler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki de onlar, kendilerinden daha hayırlıdır. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha hayırlıdır. Kendi kendinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lâkaplarla çağırmayın. Îmandan sonra fâsıklık ne kötü bir isimdir! Kim de tevbe etmezse işte onlar zâlimlerdir.” (el- Hucurât, 11)
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Asr-ı Saâdetten Günümüze Faziletler Medeniyeti -2, Erkam Yayınları