Allah'ın Yeniden Dirilttiği Sahâbe

İMAN

Ashâb-ı kirâm, îman nîmetinin bedelini ödemek için büyük cefâlara katlandılar. Mekkeʼde yıllarca zulüm, işkence ve ambargolara mâruz kaldılar. Evlerini, servetlerini, yurtlarını bırakıp sırf kalplerindeki îmânı muhâfaza için Medîneʼye hicret ettiklerinde ise, bir taraftan müşrikler, bir taraftan münâfıklar, bir taraftan da Yahudilerin, yani üç kıskacın arasında bir tevhid ve var oluş mücâdelesi verdiler.

ÎMÂNI UĞRUNA İŞKENCELERE MÂRUZ KALAN SAHÂBÎ

Îmânı uğruna en ağır işkencelere mâruz kalmış sahâbîlerden biri olan Habbâb bin Eret -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:

“Bir gün Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Kâbe’nin gölgesinde iken yanına varıp kendisine müşriklerden gördüğümüz işkenceleri şikâyet tarzında anlattık. Ardından da bu işkencelerden kurtulmamız için Allah’tan yardım dilemesini taleb ettik. O da bize şöyle buyurdu:

«Sizden evvelki nesiller arasında, yakalanıp bir çukura konan, sonra testere ile baştan aşağı ikiye bölünen ve demir taraklarla etleri tırmıklanan, fakat yine de dîninden dönmeyen mü’minler olmuştur. Allâh’a andolsun ki O, bu dîni tamamlayacak, hâkim kılacaktır… Ne var ki siz sabırsızlanıyorsunuz!..»(Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr 29, Menâkıb 25, İkrâh 1)

EN KÂRLI ALIŞVERİŞ

Ashâb-ı kirâmdan Abdullah bin Revâha -radıyallâhu anh- Akabe Beyʼatiʼnde bulunan Medînelilerden biriydi. Medîneliler Akabeʼde yalnız Allâhʼa ibadet edip şirk koşmamak ve Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼi kendi canlarını korudukları gibi korumak üzere beyʼat ettikten sonra sordular:

“–Böyle yaparsak karşılığında bize ne var?”

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- cevâben:

“–Cennet var!” buyurunca, oradakiler:

“–Ne kârlı bir alışveriş! Bundan ne döneriz, ne de dönülmesini isteriz!” dediler. (İbn-i Kesîr, Tefsîr, II, 406)

İşte Abdullah bin Revâha -radıyallâhu anh-, Mûte Harbiʼnde bu kârlı Cennet alışverişini tamamladı. Allah Rasûlüʼnden şehîd olacağı müjdesini alarak, savaşta can vereceğini bile bile, yüzünü dahî kırıştırmadan, bilâkis büyük bir huzur ve tevekkül ile muhârebeye katıldı. Kendisine dünyayı tatlı, ölümü acı göstermek isteyen nefsinin vesveselerine kulak tıkayıp servetini beytü’l-mâle, canını da Allâh’a takdîm ederek Cennet-i Âlâ’ya uçtu.

ESAS HAYAT, ÂHİRET HAYATI

Muhtelif sahâbîler de; “ulaşabildiğimiz son mekân kabrimiz olsun” heyecanıyla dünyanın dört bir tarafına sefer ettiler. O diyarlarda hâlleriyle ve kālleriyle tebliğde bulunarak gönüllere tevhîdin mührünü vurdular. Böylece Allah ve Rasûlü ile yaptıkları bey’atlerine sâdık kaldılar.

Medîneli müslümanların yapmış oldukları bu bey’at ile alâkalı olarak -daha evvel de zikrettiğimiz- şu âyet-i kerîme nâzil oldu:

“Allah, mü’minlerden mallarını ve canlarını, onlara (verilecek) Cennet karşılığında satın almıştır. Onlar, Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler. (Bu,) Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’ân’da Allah üzerine hak bir vaattir. Allah’tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır? O hâlde yapmış olduğunuz bu alışverişten dolayı sevinin! İşte bu, büyük kurtuluştur.” (et-Tevbe, 111)

Sahâbe-i kirâm, hep bu âyet-i kerîmenin muhtevâsıyla îmanlarını test ediyorlardı. Zira onlar, hâdiseleri dâimâ îman vecdi ile âhiret penceresinden seyrediyorlardı. Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-Efendimizʼin buyurduğu; “Esas hayat, âhiret hayatıdır.” (Buhârî, Rikāk, 1) hakîkatini, lâyıkıyla idrâk etmişlerdi.

Bu sebeple dünyevî sıkıntılar, gelip geçen çile ve ıztıraplar, onların gözünde ehemmiyetini kaybetmişti. Dünyada nasîb olan Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼle beraberlik saâdetini, âhirette de yaşayabilmek için, Allah yolundaki bütün çile ve zahmetleri âdeta nîmet ve rahmet bilmişlerdi.

ŞEHÂDET İÇİN YARIŞAN SAHABE EFENDİLERİMİZ

Yine sahâbeden Sa‘d bin Hayseme -radıyallâhu anhumâ-, Akabe Bey’atleri’nde seçilen on iki temsilciden biri idi. Sa‘d ile babası Hayseme, Bedir günü, kimin gazveye gideceği hususunda kur’a çektiler. Kur’a, Sa‘d’a çıktı. Babası:

“‒Yavrucuğum, bugün fedakârlıkta bulun, beni kendine tercih et de senin yerine gazveye ben gideyim!” dedi. Sa‘d -radıyallâhu anh-:

“‒Babacığım! Bunun sonunda Cennetʼten başka bir şey olsaydı, dediğini yapardım!” dedi.

Ve nihâyet Sa‘d -radıyallâhu anh- âdeta düğüne gider gibi Bedir’e gitti ve orada şehâdet şerbetini içti. Babası Hayseme -radıyallâhu anh- da Uhud günü şehidlik mertebesine kavuştu. (İbn-i Hacer, el-İsâbe, III, 47, no: 3156)

ALLAH'IN YENİDEN DİRİLTTİĞİ

Câbir bin Abdullah -radıyallâhu anhumâ- da şöyle demiştir:

“Uhud Harbi’nden önceki gece, babam beni yanına çağırdı ve:

«–Nebî -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in sahâbîlerinden ilk şehîd edilecek kişinin ben olacağımı sanıyorum. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’den sonra, benim için geride bırakacağım en kıymetli kişi sensin. Borçlarım var, onları öde. (Yetim kalacak) kardeşlerine dâimâ iyi muâmelede bulun.» dedi.”

Diğer bir rivâyete göre, bu îman heyecanını oğluyla da paylaşma arzusunu şöyle dile getirdi:

“–Câbir! Evde himâyeye muhtaç kızlar olmasaydı senin de şehîd olmanı isterdim!..”

Câbir -radıyallâhu anh- devamla der ki:

“–Sabahleyin babam ilk şehîd düşen kişi oldu. Bir başka şehîd ile onu bir kabre defnettim. Sonra onu müstakil bir kabre defnetmek istedim. Altı ay sonra onu mezarından çıkardım. Bir de ne göreyim: Kulağı(nın bir kısmı) hâriç, bütün vücudu, kabre defnettiğim günkü gibiydi! Onu yalnız başına bir mezara defnettim.” (Buhârî, Cenâiz, 78)

Hazret-i Câbir -radıyallâhu anh- bir başka rivâyette de şöyle anlatır:

“Bir defasında ben mahzun bir hâlde iken Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile karşılaşmıştım. Bana:

«–Seni niye böyle üzgün görüyorum?» buyurdu.

«–Babam Uhud’da şehîd oldu. Geride, bakıma muhtaç kalabalık bir âile ve bir hayli de borç bıraktı.» dedim. Bunun üzerine:

«–Allâh’ın babanı nasıl karşıladığını sana haber vereyim mi?» buyurdu. Ben de; «–Evet!» deyince sözlerine şöyle devam etti:

«–Allah, hiç kimse ile yüz yüze konuşmaz, dâimâ perde arkasından konuşur. Ancak, babanı diriltti ve onunla perdesiz konuştu:

“–Ey kulum, ne dilersen Ben’den iste, vereyim!” buyurdu.

Baban:

“–Ey Rabbim, beni dirilt, Sen’in yolunda tekrar şehîd olayım!” dedi.

Allah Teâlâ Hazretleri:

“–Ama Ben daha önce; ölenlerin artık dünyaya geri dönmeyeceklerine hükmettim.” buyurdu.[1]

Baban da:

“–Ey Rabbim, öyleyse (benim hâlimi) arkamda kalanlara bildir!” dedi. Bu talep üzerine şu âyet-i kerîmeler nâzil oldu:

«Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilâkis onlar diridirler; Allâh’ın, lûtuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile mesrur bir hâlde Rabʼleri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehîd kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesini vermek isterler.» (Âl-i İmrân, 169-170)” (İbn-i Mâce, Mukaddime, 13/190)

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2016 – Mart, Sayı: 360, Sayfa: 032