Allah'tan Ümit Kesilmez
En’âm sûresindeki “O, merhamet etmeyi kendi zâtına farz kıldı.”1 müjdesi gönüllerimize olanca sıcaklığıyla doğuyor; bir umut ve merhamet aşısı olup inancımızı tahkim ediyor.
Düşünün; göklerin ve yerin yaratıcısı, sahibi olan Allah Teâlâ dünyada kâfirlere, günahkârlara çabucak azap göndermeye kadirdir. Fakat O, mecbur olmamakla beraber, bizzat kendi lütuf ve kereminden kullarına merhamet edeceğini va’dediyor. Bütün kullara merhametli davranıyor, inkâr edenleri hemen cezalandırmıyor, kendine dönmeleri için onlara mühlet tanıyor ve pişman oldukları takdirde tövbelerini kabul edeceğini haber veriyor.
Yüce Mevlâ sırf bir lütuf ve ihsân olmak üzere mahlûkatı hakkında merhameti takdir ederek onlara tevcih etmiştir. İlâhî merhametin genişliğine bakın ki, bir güzel amelde bulunan kimseye en az on misliyle mükâfat vereceğini bildiriyor. Bir kötü amelden dolayı da bir misli cezadan başka vermiyor. “Rahmetim gazabımı geçti.”2 buyuruyor. O’nun kutlu elçisi (s.a.v.) de, kendisinden müşriklere beddua etmesini isteyenlere; “Ben beddua etmek için gönderilmedim. Sadece rahmet olarak gönderildim.”3 cevabını veriyor.
Âyet-i kerîmedeki “merhamet etmeyi kendi zâtına farz kıldı.” cümlesinde farziyetin “ketebe/yazdı” fiiliyle ifade edilmesinde, ibârenin zerafetinden başka hikmetler olduğuna inanıyoruz. Bunun bir anlamı “ümitvar olmak” demekse, bir diğeri de ahlâk-ı ilâhîyi kuşanma adına, merhamet deryâsından ne kadar hissedar olabildiğimizi sorgulamak olmalıdır.
Dipnotlar: 1) 6/12. 2) Buhârî, Tevhid 15. 3) Müslim, Birr, 87.
Kaynak: Cafer Durmuş, Altınoluk Dergisi, 366. Sayı, Ağustos 2016