Altın Silsile’nin İlk Halkası
Sevr Mağarası, kulu sonsuz esrâr fezâsından, vâsıl-ı ilallâh kılacak temel kalbî eğitimin başlangıç mekânı ve ilâhî yolculuğun ilk merhalesi olmuştur.
Mekke’deki on üç yıllık teblîğ ve irşâd mücâhedesinden sonra, Allâh Resûlü’ne -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ikinci bir mağara olarak gösterilen Sevr, Hirâ’dan farklı bir mânevî tedrîs mekânı idi.[1] Orası, ilâhî esrâr ve kudret akışlarını müşâhede etmek, insan ve kâinât kitâbındaki hikmetleri okumak içindi. İlâhî esrâra gark olma ve kalbi inkişâf ettirme dersânesi idi.
İKİNİN İKİNCİSİ
Buradaki misâfirlik, üç gün, üç gece sürdü. Yalnız değildi. Arkadaşı, peygamberlerden sonra insanların en üstün ve kıymetlisi olan Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh- idi. Hazret-i Ebûbekir, O’nunla mağarada üç gün arkadaşlık yapma şeref, izzet ve fazîletine ermiş, “ikinin ikincisi” olmuştu. Varlık Nûru, bu azîz arkadaşına:
لاَ تَحْزَنْ اِنَّ اللهَ مَعَنَا
“…Mahzûn olma; Allâh bizimle berâberdir!..” (et-Tevbe, 40) buyurmakla, aynı zamanda Allâh ile berâber olma (maiyyet) sırrını telkîn ediyordu. Bu, gizli zikir tâlîminin ilk başlangıcı ve gönüllerin Allâh’a açılarak itmi’nâna ermesiydi.
ALTIN SİLSİLE
Yâni Sevr Mağarası, kulu sonsuz esrâr fezâsından, vâsıl-ı ilallâh kılacak temel kalbî eğitimin başlangıç mekânı ve bu ilâhî yolculuğun ilk merhalesi olmuştur.
Hazret-i Peygamber’in -sallâllâhu aleyhi ve sellem- nûr menbaı olan kalp âlemindeki esrârı ümmetine fâş etmesi, ilk defâ Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh- ile bu mağarada başlamış, kıyâmete kadar devâm edecek Altın Silsile’nin ilk halkası oluşmuştur.
SEVGİNİN ŞARTI
Îman, gücünü Hazret-i Peygamber’e muhabbetten almıştır. Bütün ulvî yolculukların temel sâikı, O’na olan muhabbettir ve Hakk’a vuslatın yegâne yolu, O’na muhabbet ile noktalanmıştır. Çünkü sevginin şartı, aşkın kânunu, sevilen kişiye duyulan muhabbet ve o aşktan dolayı o kişinin sevdiği şeyleri de sevmektir. Muhabbetin taze tutulması da mânevî râbıta ile mümkündür.[2] İlâhî muhabbeti, ham ve sığ bir idrâk ile kavrayabilmek mümkün değildir.
Hazret-i Ebûbekir’in Peygamber Efendimiz’le kalbî râbıtasını ifâde eden şu hâdisenin, her gönle kendi ufku ve istîdâdı ölçüsünde bir tesir bırakacağı kanaatindeyiz:
Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh-, Resûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile her sohbetinde apayrı bir zevk ve lezzetle mütelezziz olurlar, esrâr-ı nübüvvetin en samîmî mahremi olduklarından, müstesnâ tecellîlere nâil olarak yanlarında iken bile Allâh Resûlü’ne hasret içinde kalırlardı.
FENA Fİ’R-RESUL NE DEMEK?
Nitekim Hazret-i Peygamber’in -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“−Ebûbekir’in malından istifâde ettiğim kadar başka hiçbir kimsenin malından faydalanmadım...” ifâdesi karşısında, Ebûbekir -radıyallâhu anh- gözyaşları içinde:
“−Ben ve malım, yalnızca Sen’in için değil miyiz yâ Resûlallâh?” (İbn-i Mâce, Mukaddime, 11) demek sûretiyle kendisini her şeyiyle berâber Hazret-i Peygamber’e -sallâllâhu aleyhi ve sellem- adadığını ve O’nda fânî olduğunu göstermiştir. (Bu mânevî makâm, tasavvufta “Fenâ fi’r-Resûl” olarak ifâde edilmektedir.)
[1] Sevr, Hira’dan farklı olarak değişik bir tedrîs mekânıydı. Hira’da îman tohumları atılmış, Sevr’de ise güçlenen îmandan sonra ihsân ve tasavvuf tohumları ekilmişti. Bu gösteriyor ki, kalb önce şeriatı yaşamalı, sonra da tasavvufa istidat kazanmalıdır.
[2] Râbıta hakkında tafsîlatlı mâlumât için bkz. Osman Nûri TOPBAŞ, Îmandan İhsâna TASAVVUF, s. 249-257, İstanbul 2002.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hz. Muhammed Mustafa 1, Erkam Yayınları
HZ. MUHAMMED (S.A.V.) KİMDİR? HZ. MUHAMMED’İN (S.A.V) HAYATI