Altınoluk (Mizab) Ne Demek?

Altınoluk (Mizab) nedir, ne anlama gelir? Kâbe’nin olduğuna neden altınoluk deniyor?

Altınoluk, Kâbe damına konulan ve Arapça’da mîzâbü’r-rahme, Farsça’da mîzâb-ı rahmet denilen oluktur.

ALTINOLUK NEDİR?

Arapça’da oluk karşılığı mes‘ab veya mîzâb kelimesi kullanılmakta olup mîzâbın Farsça’dan geçtiği veya “akmak” mânasına gelen “vzb” kökünden türemiş olduğu şeklindeki görüşler yanında bu kelimenin mes‘abın bozulmuş şekli olduğu da ileri sürülmüştür. (bk. Jean Deny, s. 12) Türkçe’de Altınoluk diye anılan Kâbe’nin oluğu için ise daha çok mîzâbü’l-Kâ‘be (mîzâb-ı Kâ‘be) ve mîzâbü’r-rahme (mîzâb-ı rahmet) tabiri kullanılmaktadır. Türkçe ve Farsça’da rahmet kelimesinin mecazen yağmur mânasını da ifade etmesi, bu tabire adı geçen dillerde ikili bir anlam kazandırmıştır.

Altınoluk Kâbe’nin Rükn-i Şâmî ile Rükn-i Garbî denilen köşeleri arasındaki kuzeybatı duvarının üstünde ve bu duvarın ortasına gelecek şekilde yerleştirilmiştir. Böylece Kâbe damında biriken yağmur suları bu duvara bakan Hicr’e akmaktadır. Altınoluk’un ucunda, muhtemelen suyun aşağı doğru hafifçe akmasını sağlamak için yapılmış lihyetü’l-mîzâb (oluğun sakalı) veya zaknü’l-mîzâb (oluğun çenesi) denilen bir çıkıntı mevcuttur.

KÂBE’NİN DAMINA KONULAN İLK OLUK

Hz. İbrâhim Kâbe’yi inşa ettiğinde üstünü örtmemişti. Daha sonra Kusay b. Kilâb tarafından yeniden yapılışında üstünün ağaç ve hurma dallarıyla örtüldüğü biliniyor. Hz. Peygamber otuz beş yaşında iken Kureyş tarafından inşa edilmesi sırasında da üstü açık olan Kâbe, iki sıra halinde altı direğe dayanan bir tavan ile örtüldü ve Hicr’e bakan kuzey duvarının üstüne de bir oluk yerleştirildi. (bk. Ezrakī, I, 164) Kâbe damına konulan ilk oluk budur. Bundan sonra da gerek Kâbe’nin muhtelif zamanlarda yapılan tamirleri sırasında yıprandığı dikkate alınarak, gerekse bazı hükümdarlarca yeni olukların hediye edilmesi gibi vesilelerle Kâbe’nin oluğu tamir edilmiş veya değiştirilmiştir. Abdullah b. Zübeyr 64 (684) yılında Kâbe’yi yeniden inşa ettirdiğinde, tavanı bu defa üç direğe oturtuldu ve oluk da eski yerine yerleştirildi. (bk. Ezrakī, I, 209) İbnü’z-Zübeyr’in Kâbe’yi genişletmek üzere Hicr istikametine kaydırdığı ve üzerinde mîzâbın bulunduğu duvar, 74 (693) yılında Haccâc tarafından tekrar içe çektirildiğinde oluk yine eski yerine konuldu.

KÂBE’NİN OLDUĞUNA NEDEN “ALTINOLUK” DENİYOR?

Kâbe’nin oluğu ilk defa Emevî Halifesi Velîd b. Abdülmelik’in (705-715) emri ile Mekke Valisi Hâlid b. Abdullah tarafından altınla kaplatıldı. Altınoluk diye anılması da bundan sonradır. Bu oluk 4 zirâ uzunluğunda ve sekiz parmak eninde ve yüksekliğinde idi. (bk. Ezrakī, I, 212, 291) Altınoluk, Mekke’de kendi adıyla anılan meşhur ribâtın sahibi ve Râmuşt lakabıyla meşhur Ebü’l-Kāsım İbrâhim b. Hüseyin el-Fârisî’nin yaptırdığı olukla 539 (1144-45) yılında yenilendi. 542’de (1147-48) bu oluğun yerine Abbâsî Halifesi Müktefî-Billâh’ın hediye ettiği oluk konuldu. Abbâsî Halifesi Nâsır’ın (1180-1225) koydurttuğu oluğun dıştan görünen kısmı ise gümüş kaplamaydı. 717 (1317-18) yılında el-Melikü’l-Müeyyed oluğu ahşaba çevirdi. 843’te (1439-40) Emîr Zeynüddin tarafından oluk yine ahşap olarak yenilendi ve altın yaldızla kaplatıldı.

Kanûnî Sultan Süleyman 960 (1553) yılında gümüş levhayla kaplı bir oluk gönderdi; eskisi de muhafaza edilmek üzere İstanbul’a getirildi. (bunun için Mekke Emîri Şerif Şehâbeddin Ahmed’e gönderilen nâme-yi hümâyunun sûreti için bk. Mir’âtü’l-Haremeyn, I, 791-794) Bundan sonra Kâbe’nin oluğu bir süre gümüş oluk diye anıldı. 1612 yılında, Sultan 1. Ahmet’in iyice yıpranan Kâbe duvarlarını takviye için hazırlattığı dışı gümüş, üzeri altın kaplı demir kuşaklarla birlikte Mekke’ye gönderilen gümüş üzerine altın kaplı oluk da yerine konularak eskisi İstanbul’a getirildi. Mîzâb-ı rahmet bundan sonra yine Altınoluk diye anılmaya başlandı. 3 Nisan 1630 tarihinde meydana gelen selde Kâbe’nin bazı duvarlarının yıkılması üzerine yapılan onarım çalışmaları sırasında tavan ve onu tutan üç direk de tamir edilerek daha önce 1. Ahmet tarafından koydurulan ve enkaz toplama çalışmaları sırasında bulunarak muhafaza edilen Altınoluk, 1 Nisan 1631 tarihinde yerine konuldu. 1043 (1633-34) yılında IV. Murat bu oluğu yeniden altınla kaplattırdı. 1273’te (1856-57) Sultan Abdülmecit eskiyen bu oluğun yerine yeni bir Altınoluk koydurttu. Şimdi mevcut olan Altınoluk budur.

“KÂBE BÜTÜNÜYLE KIBLEDİR, KENDİ KIBLESİ İSE YÜZÜDÜR”

Kâbe ve çevresinin kutsiyeti yanında bizzat Kâbe’nin belli başlı bazı yerlerine ayrı bir önem atfedilmiş olup bunlardan biri de mîzâbın bulunduğu yerdir. Kıble Kudüs’ten Kâbe yönüne doğru değiştirildiğinde, Medine’de Mescid-i Nebevî’nin kıblesi tam mîzâbın bulunduğu tarafa isabet etmişti. Böylece Resûlullah Medine’de iken hep bu tarafa namaz kılmış, Mekke’ye geldiğinde ise makām-ı İbrâhim’in bulunduğu taraftan Kâbe’ye yönelmeyi tercih etmiştir. (bk. Ezrakī, I, 174; II, 31) Bununla birlikte Resûlullah’ın Kâbe etrafında muhtelif cihetlere yönelerek namaz kıldığı da olmuştur. (bk. Fâsî, I, 81-82) Abdullah b. Amr b. Âs, “Kâbe bütünüyle kıbledir, kendi kıblesi ise yüzüdür (yani Kâbe kapısı ve makām-ı İbrâhim’in bulunduğu doğu tarafı); eğer bu tarafa yönelerek namaz kılamazsan Hz. Peygamber’in kıblesine yönel” demiştir ki bu da Rükn-i Şâmî ile Altınoluk arasında kalan yerdir. (bk. Ezrakī, I, 351; II, 19) “Hayırlı insanların içeceğinden için, seçkinlerin namazgâhında namaz kılın” diyen İbn Abbas’a bunların ne olduğu sorulduğunda, “Hayırlıların içeceği zemzem, seçkinlerin namazgâhı da mîzâbın altıdır” diye cevap vermiştir. (bk. Ezrakī, I, 318; II, 53) Eskiden Kâbe’de her mezhep imamı ayrı ayrı namaz kıldırırken Hanefî makamı da bu tarafta bulunuyordu.

Hz. Peygamber’in tavaf esnasında mîzâbın altına geldiğinde, “Allahım! Senden ölüm anında rahat, hesap anında da af dilerim” (اللهمّ إنّي أسألك الراحة عند الموت والعفو عند الحساب) diye dua ettiği bilinmektedir (bk. Ezrakī, I, 319). Hac ile ilgili bazı kitaplarda, “Mîzâb altında dua eden hiçbir kimse yoktur ki duası kabul edilmesin” meâlinde bir hadis de zikredilmektedir (bk. Muhibbüddin et-Taberî, s. 310). Atâ b. Ebû Rebâh şöyle der: “Kim Kâbe’nin oluğu altında durur da dua ederse duası kabul olunur ve anasından doğduğu günkü gibi günahlarından arınır.” (bk. Ezrakī, I, 318; Fâsî, I, 80)

Kaynak: DİA

İslam ve İhsan

KABE’NİN İNŞASI

Kabe’nin İnşası

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.