Amme Suresi Arapça Türkçe Okunuşu ve Meali - Nebe Suresi Oku Arapça Türkçe

Amme Suresi Arapça, Türkçe okunuşu, meali, tefsiri ve fazileti nedir? Amme (Nebe) Suresi kaç ayettir? Amme (Nebe) Suresi ne anlatıyor? Nebe Suresi’nin (Amme) fazileti nedir? Amme Suresi ne zaman ve nerede indirilmiştir? Amme Suresi Arapça oku, dinle. Amme Suresi hakkında bilinmesi gereken her şey haberimizde.

Kur'an'da geçen ismi ile Nebe Suresi fakat halk arasında yaygın olarak kullanılan ismi ile Amme Suresi, Mekke döneminin sonlarında nâzil olmuştur. Nebe Sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 40 âyettir. İsmini, ikinci âyette geçen “mühim haber” mânasına gelen (nebe) kelimesinden alır. (Amme), (Tesâül) (Mu‘sırât) isimleriyle de anılır. Bu sûreyle başlayan Kur’ân-ı Kerîm’in son cüzü, “Amme cüzü” olarak bilinir. Mushaf tertîbine göre 78, iniş sırasına göre ise 80. sûredir.

Peygamber Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmaktadır:

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- buyurdu ki: "Nebe Suresini öğreniniz ve öğretiniz. Bu sureyi okuyan kimseye Allah’u Teala kıyamet gününde Kevser şarabından içirir." (Bursevi, Ruhul-Beyan, 10/313)

Amme (Nebe) Suresi hakkında metnimizde sizler için hazırladıklarımız:

  • Amme (Nebe) Suresi Dinle (Fatih Çollak Hocaefendi)
  • Amme Suresi Arapça Oku
  • Amme Suresi Türkçe Okunuşu
  • Amme (Nebe) Suresi Meali
  • Amme Suresi İlgili Hadis-i Şerifler
  • Amme Suresinin Fazileti ve Okumanın Faydaları
  • Amme Suresinin Konusu Nedir?
  • Nebe (Amme) Suresi’nin Tefsiri
  • Yasin Suresi, Fetih Suresi, Ayetel Kürsi, Amenerrasulü ve Namaz Sureleri

AMME (NEBE) SURESİ ARAPÇA DİNLE TAKİP ET - VİDEO (FATİH ÇOLLAK HOCA)

AMME SURESİ ARAPÇA

  • Nebe (Amme) Suresi 1. Sayfa

  • Nebe (Amme) Suresi 2. Sayfa

AMME SURESİ TÜRKÇE OKUNUŞU*

(*Türkçe okunuşlarından Kur'an-ı Kerim okumak uygun görülmemektedir. Ayetler Türkçe olarak arandıkları için aramalarda çıkmak için sitemize eklenmiştir.)

Bismillahirrahmanirrahim

1. Amme yetesâelûn(yetesâelûne).
 
2. Anin nebeil azîm(azîmi).
 
3. Ellezî hum fîhi muhtelifûn(muhtelifûne).
 
4. Kellâ se ya’lemûn(ya’lemûne).
 
5. Summe kellâ se ya’lemûn(ya’lemûne).
 
6. E lem nec’alil arda mihâdâ(mihâden).
 
7. Vel cibâle evtâdâ(evtâden).
 
8. Ve halaknâkum ezvâcâ(ezvacen).
 
9. Ve cealnâ nevmekum subâtâ(subâten).
 
10. Ve cealnâl leyle libâsâ(libâsen).
 
11. Ve cealnân nehâre meâşâ(meâşen).
 
12. Ve beneynâ fevkakum seb'an şidâdâ(şidâden).
 
13. Ve cealnâ sirâcen vehhâcâ(vehhâcen).
 
14. Ve enzelnâ minel mu’sırâti mâen seccâcâ(seccâcen).
 
15. Li nuhrice bihî habben ve nebâtâ(nebâten).
 
16. Ve cennâtin elfâfâ(elfâfen).
 
17. İnne yevmel faslı kâne mîkâtâ(mîkâten).
 
18. Yevme yunfehu fîs sûri fe te’tûne efvâcâ(efvâcen).
 
19. Ve futihatis semâu fe kânet ebvâbâ(ebvâben).
 
20. Ve suyyiratil cibâlu fe kânet serâbâ(serâben).
 
21. İnne cehenneme kânet mirsâdâ(mirsâden).
 
22. Lit tâgîne meâbâ(meâben).
 
23. Lâbisîne fîhâ ahkâbâ(ahkâben).
 
24. Lâ yezûkûne fîhâ berden ve lâ şerâbâ(şerâben).
 
25. İllâ hamîmen ve gassâkâ(gassâkan).
 
26. Cezâen vifâkâ(vifâkan).
 
27. İnnehum kânû lâ yercûne hısâbâ(hısâben).
 
28. Ve kezzebû bi âyâtinâ kizzâbâ(kizzâben).
 
29. Ve kulle şey’in ahsaynâhu kitâbâ(kitâben).
 
30. Fe zûkû fe len nezîdekum illâ azâbâ(azâben).
 
31. İnne lil muttakîne mefâzâ(mefâzen).
 
32. Hadâika ve a’nâbâ(a’nâben).
 
33.  Ve kevâ’ibe etrâbâ(n).
 
34. Ve ke’sen dihâkâ(dihâkan).
 
35. Lâ yesmeûne fîhâ lagven ve lâ kizzâbâ(kizzâben).
 
36. Cezâen min rabbike atâen hısâbâ(hısâben).
 
37. Rabbis semâvâti vel ardı ve mâ beynehumâr rahmâni lâ yemlikûne minhu hitâbâ(hitâben).
 
38. Yevme yekûmur rûhu vel melâiketu saffâ(saffen), lâ yetekellemûne illâ men ezine lehur rahmânu ve kâle sevâbâ(sevâben).
 
39. Zâlikel yevmul hakku, fe men şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ(meâben).
 
40. İnnâ enzernâkum azâben karîbâ(karîben), yevme yanzurul mer’u mâ kaddemet yedâhu ve yekûlul kâfiru yâ leytenî kuntu turâbâ(turâben).

AMME (NEBE) SURESİ MEALİ

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla...

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla...

1. Birbirlerine hangi şeyi sorup duruyorlar?

2. O büyük haberi mi?

3. Ki kendileri hakkında anlaşmazlık içindedirler.

4. Hayır; yakında bileceklerdir.

5. Yine hayır; yakında bileceklerdir.

6. Biz, yeryüzünü bir döşek kılmadık mı?

7. Dağları da birer kazık?

8. Sizi çift çift yarattık.

9. Uykunuzu bir dinlenme yaptık.

10. Geceyi bir örtü yaptık.

11. Gündüzü bir geçim-vakti kıldık.

12. Sizin üstünüze sapasağlam yedi-gök bina ettik.

13. Parıldadıkça parıldayan bir kandil (güneş) kıldık.

14. Sıkıp suyu çıkaran (bulut)lardan 'bardaktan boşanırcasına su' indirdik.

15. Bununla taneler ve bitkiler bitirip-çıkaralım diye.

16. Ve birbirine sarmaş-dolaş bahçeleri de.

17. Şüphesiz o hüküm (fasl) günü, belirlenmiş bir vakittir.

18. Sur'a üfürüleceği gün, artık siz dalga dalga geleceksiniz.

19. O sırada gök açılmış ve kapı kapı olmuştur.

20. Dağlar yürütülmüş, artık bir serab oluvermiştir.

21. Gerçekten cehennem, bir gözetleme yeridir.

22. Taşkınlık edip-azanlar için son bir varış yeridir.

23. Bütün zamanlar boyunca içinde kalacaklardır.

24. Orada ne serinlik tadacaklar, ne bir içecek.

25. Kaynar sudan ve irinden başka.

26. (İşlediklerine) Uygun olan bir ceza olarak,

27. Doğrusu onlar, hesaba çekileceklerini ummuyorlardı.

28. Bizim ayetlerimizi yalanlayabildikleri kadar yalanlıyorlardı.

29. Oysa Biz, herşeyi yazıp saymışızdır.

30. Şimdi tadın. Size artık azaptan başkasını arttırmayacağız;

31. Gerçek şu ki, muttakiler için 'bir kurtuluş ve mutluluk' vardır.

32. Nice bahçeler ve üzüm bağları.

33. Göğüsleri henüz tomurcuklanmış yaşıt kızlar.

34. Dopdolu kadehler.

35. İçinde, ne 'boş ve saçma bir söz' işitirler, ne bir yalan.

36. Rabbinden bir karşılık olmak üzere yeterli bir bağış(tır bu).

37. Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbi Rahman olan (Allah); O'na hitap etmeye güç yetiremezler.

38. Ruh ve meleklerin saflar halinde duracakları gün; Rahman'ın kendilerine izin verdikleri dışında olanlar konuşmazlar. (Konuşacak olan da,) Doğruyu söyleyecektir.

39. İşte bu, hak gündür. Şu halde dileyen Rabbine bir dönüşyolu edinsin.

40. Gerçekten Biz sizi yakın bir azab ile uyardık. Kişinin kendi ellerinin önceden takdim ettiklerine bakacağı gün, kafir olan da: "Ah, keşke ben bir toprak oluverseydim" diyecek.

AMME (NEBE) SURESİ İLE İLGİLİ HADİSLER VE OKUMANIN FAZİLETİ

Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: "Nebe Suresini öğreniniz ve öğretiniz. Bu sureyi okuyan kimseye Allah’u Teala kıyamet gününde Kevser şarabından içirir." (Bursevi, Ruhul-Beyan, 10/313)

Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: "İkindi namazından sonra Nebe suresini (vird olarak) okursa, Allah’u Teala o kimsenin rızkını artırır (kazancına bereket ihsan eder), Ona dünya dağları ağırlığınca iyilikler yazılır. Kıyamet günü yüce Allah her bir kılını nurlu kılar. Dünyadan cenneteki makamını görmeden de çıkmaz." (Ebûl-Leys Semerkandî, Tefsirul-Kur’ân, 6/362)

Hz. Peygamber’in Nebe’ sûresini Mürselât sûresiyle birlikte namazın bir rek‘atında okuduğu bilinmektedir (Buhârî, 6, 28; Müslim, 275-279).

“Amme yetesâelûn sûresini okuyan kimseye Cenâb-ı Hak kıyamet gününde soğuk içecekler lutfedecektir” meâlindeki rivayetin (Zemahşerî, VI, 303; Beyzâvî, IV, 374) mevzu olduğu belirtilmiştir (Zemahşerî, I, 684-685, Muhammed et-Trablusî, II, 725).

NEBE (AMME) SURESİ NE ANLATIYOR? NEBE SURESİNİN KONUSU NEDİR?

Nebe’ sûresinin konusu öldükten sonra dirilmenin vukuu ve âhiretteki hayatın kısa tasvirinden ibarettir. Sûre, “İnkâr yoluna saplananlar kendi aralarında neyi tartışıp duruyorlar, üzerinde bir türlü anlaşamadıkları o büyük haberi mi?” ifadesiyle başlar ve ardından onun tartışma kabul etmeyen bir gerçek olduğunu yakında anlayacakları ifade edilir (âyet: 1-5). Burada söz konusu edilen “büyük haber”in bazı müfessirlerce Kur’an olduğu söylenmişse de sûrenin devamından anlaşılacağı üzere kişiye sorumluluk duygusu kazandıran ve davranışlarını kontrol etme bilinci aşılayan kıyamet günüdür (İbn Kesîr, VII, 195).

Bir yönüyle Allah’ın kudretinin yüceliğini gösteren işaret, bir yönüyle de kullar için büyük nimet olan varlık ve hâdiselere değinilir. Bunları yaratan kudretin, âhiret hayatını var etmeye elbette muktedir olduğuna işaret edilerek, kıyâmet ve cehennemden dehşetli, ibretli sahneler aktarılır. Buna mukâbil, gönülleri Allah saygısıyla dopdolu olup O’na karşı gelmekten sakınanlar için hazırlanan nimetler hatırlatılır. Âhiretin gerçekliği bir kez daha vurgulanarak, insanlık yakında başlarına gelecek korkunç bir azaba karşı uyarılır, imana dâvet edilir.

NEBE (AMME) SURESİ TEFSİRİ

Nebe’ sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 40 âyettir. İsmini, ikinci âyette geçen “mühim haber” mânasına gelen (nebe’) kelimesinden alır. (Amme), (Tesâül) (Mu‘sırât) isimleriyle de anılır. Bu sûreyle başlayan Kur’ân-ı Kerîm’in son cüzü, “Amme cüzü” olarak bilinir. Mushaf tertîbine göre 78, iniş sırasına göre ise 80. sûredir.

Rahmân Rahîm Allah’ın ismiyle…

  • 1- Müşrikler birbirlerine neyi sorup duruyorlar?
  • 2- Belli ki o büyük dehşetli haberi soruyorlar.
  • 3- Hani aralarında anlaşmazlığa düştükleri o haberi.
  • 4- Hayır, anlaşmazlığa ne hâcet! Yakında onun ne olduğunu bilecekler.
  • 5- Evet, evet! Yakında gerçeği öğrenecekler.

Buradaki “büyük haber”den maksat, Rasûlullah (s.a.v.)’in nübüvveti, bilhassa ona indirilen Kur’an ve onun son derece tesirli bir üslupla tekrar tekrar bildirdiği kıyâmet haberidir. Herkesin iman ve amelinin sorulacağı âhiret günüdür. “Kur’an’ın bildirdiği bu gerçekler, pek büyük ve çok önemli bir haberdir” (Sãd 38/67) âyeti ise, bu büyük haberin Kur’an olduğuna işaret eder. Kur’an peyderpey inmeye başladığı zaman imandan nasibi olanlar ona inanıyor, inanmayanlar ise birbirlerine ve etraflarına sorup duruyor, “Kulağımıza gelen bu şeyler neyin nesidir? Muhammed peygamber mi olmuş? Tevhide ve âhirete imana mı çağırıyormuş? Hele o kıyâmet haberi de nedir? Ölüler dirilecek, herkes yaptıklarından hesâba çekilecekmiş, öyle mi?” diyorlardı. Herkes bir şey söylüyor, kimi tamâmen inkâr, kimi tereddüt ediyordu. İşte burada onların, Kur’an ve nübüvvet gibi iki mühim hâdise karşısında içine düştükleri ihtilaf ve kafa karışıklığı canlı bir tablo hâlinde tasvir edilmektedir.

Halbuki hiç de ihtilaf etmelerine gerek yoktu. Çünkü yakında Kur’an’ın verdiği her haberin, husûsiyle kıyâmetin kesin bir gerçek olduğunu bileceklerdi. Zira, şimdi beyân edileceği üzere gözümüzün önünde cereyan eden muazzam varlık ve hâdiseleri yaratan Allah, söz verdiği üzere kıyâmeti koparıp âhiret hayatını getirmeye de elbette güç yetirecektir.

Burada tefekkür nazarlarımıza arz edilen delil ve nimetlerden birincisi yeryüzüdür:

  • 6- Biz yeryüzünü bir döşek yapmadık mı?

اَلْمِهَادُ (mihâd) kelimesinin “beşik” mânası da vardır. Dolayısıyla bu ta­bir, dünyanın, âhiret hayatına yönelik bir terbiye ve gelişme vasıtası olduğuna işaret eder. Bu sûretle dünya hayatı, uzun seneleriyle, âhiret genişliği ve sonsuzluğu karşısında kısa bir beşik hayatı olmaktan başka bir manzara göstermez. Beşeriyeti, bir müddet zevk, safâ ve çile kucağında sallayan, sonra da ebediyete doğru uykuya salan dünya, hakîkaten hem şu geçici hem de sonsuz hayatın beşiğidir. İnsan, ilim ve hikmetleri elde ettikten sonra bile ebediyetin azameti ve kemâli karşısında yine bir bebek olmaktan kurtulamaz. Nihâyet dünya ve ölüm hatıralarıyla dolu olarak hakikat sabahına ve asıl hayata kavuşur.

İkincisi dağlardır:

  • 7- Dağları da onu sağlam tutan birer kazık.

İlâhî kudret dağları yeryüzü çadırına birer kazık olarak çakmıştır. Muazzam büyüklük ve ağırlıktaki bu dağlar yeryüzünü sağlam tutar. Sallanmasına ve çalkalanmasına mâni olur. (bk. Enbiyâ 17/31) Deniz sularının yeryüzünü istilasını engeller. Rüzgârların, bulutların ve yağmurların çeşitli akımlarla dağılımını sağlar. İçlerindeki madenler ve sular, üstlerindeki çeşitli bitki ve ormanlar ile dağların insan hayatı üzerinde sayılamayacak faydaları vardır. Demek ki dağlar hem jeolojik olarak arzın kazıkları, hem de sağladığı faydalar itibariyle insan hayatının kazıkları mesâbesindedir.

Üçüncüsü insanın erkek ve dişi hâlinde çift olarak yaratılmasıdır:

  • 8- Sizi çiftler hâlinde yarattık.

Âilevî, içtimâî hayat ve insan neslinin bekâsı insanın çift olarak yaratılması gerçeğine bağlanmıştır. Gerçi bu durum sadece insana mahsus değildir. İnsanla birlikte hayvanlar, bitkiler, canlı cansız tüm varlıklar çift olarak yaratılmıştır. Yüce Allah, kâinat nizamını her şeyin çift oluşu üzerine kurmuş, tekliği zâtına ait kılmıştır. (bk. Yâsîn 36/36; Zâriyât 51/49)

Dördüncüsü uykudur:

  • 9- Uykunuzu bir dinlenme kıldık.

سُبَاتًا (sübât) kelimesinin kesmek, faaliyetlerini durdurmak, rahat et­mek, salgın ölüm gibi mânaları vardır. Bu mânaların her biri, uykunun çeşitli yönleriyle alakalıdır. Allah Teâlâ uykuyu insan için bir dinlenme, huzur ve rahat vakti kılmıştır. Uyku esnâsında beden, bütün meşgalelerden kesilerek huzur ve sükûna erer. Ruh, uykuda insana, aslî vatanından esintiler nakleder. Vücudlar müşterek bir ölüm tatbîkâtı içinde fânîliklerinden sıyrılarak ölüler gibi Hakk’ın tasarruflarına açıkça teslim olurlar. Herkes yerde ve her şey uykuda olduğu halde, ruhlara akseden intibâ ve tecellîler başka başka olur.

Beşincisi gecedir:

  • 10- Geceyi, karanlığı ile sizi örten bir örtü yaptık.

لِبَاسًا (libâs), sırta giyilen iç çamaşırdan ziyâde, uyku esnâsında üste yorgan gibi örtülen örtü mânasındadır. Uyku insanı dinlendirir. Gece karanlığı da insanı yorgan gibi sarar. Onun ayıp yerlerini ve gizli kalması gereken şeylerini gizler. Güneşin ışığından ve ısısından korur. Aynı zamanda gece, açıktan erilemiyecek bir takım gâyelere ermek için bir pusu hizmeti görür. Gündüz maişet temini kastıyla koşuşturan insanlar, gece dinlenmek için hânelerine ve yuvalarına dönerler. Rabbimizin bahşetmiş olduğu gece elbisesi, çok kazanma hırsı ile helâke doğru koşan insanları bu tehlikeden muhâfaza eder; tabiatın ve insan bedeninin belirli bir denge içerisinde devam etmesini sağlar. Mü’min geceyi bir yorgan gibi üzerine bürünerek kaybettiği maddî ve mânevî güçleri tekrar kazanmak için Allah’a yönelir, mânevî hazları kuşanır ve takvâ elbisesini giyer. Gecenin umûmî baskı kanunu altında, sırtları toprak bilmeyen cebbarlar da dâhil olmak üzere herkes zavallı bir halde yerlere serilmiş yatarken sâlih kimseler ve ibâdete dalanlar nefeslerini ömür tesbihi hâlinde bir bir Hakk’a sayarlar. Allah’ın heybetinden ürpererek ihsana ererler ve hayâ duyguları artar. Sözleri tesir ve sağlamlık kazanır. Gece libâsına bürünmüş olan yakarış ve dualar da, hedeflerini daha kolay bulur.

Altıncısı gündüzdür:

  • 11- Gündüzü geçiminiz için çalışma zamanı kıldık.

İnsanların maişetlerini temin edebilmeleri için İlâhî kudret onu aydınlık kılmıştır. Gündüz geçinmek, çalışıp çabalamak zamanıdır.

Yedincisi yedi kat göğün yaratılmasıdır:

  • 12- Üstünüzde yedi kat sapasağlam gök bina ettik.

Allah Teâlâ bunları çok sağlam bir şekilde bina etmiştir. İnsanların yaptığı binalar gibi, zamanın geçmesiyle eskiyip yıpranmazlar. Gökyüzünde kütleleri, hızları, yörüngeleri farklı milyarlarca galaksi ve yıldız dolaştığı halde hiçbir çarpışma ve düzensizlik meydana gelmez. (bk. Mülk 67/3-4)

Sekizincisi güneştir:

  • 13- Oraya alev alev yanan, parıl parıl parıldayan bir lamba olarak güneşi astık.

سِرَاجًا (sirâc) lamba, وَهَّاجًا (vehhâc) ise alev alev yanan, şa’şaalı bir şe­kilde parıl parıl parıldayan demektir. Güneş, içinde sıkışan ve yoğunlaşan maddelerin birleşip bütünleşmesiyle çok büyük bir alev topu hâlini almıştır. Yüzey sıcaklığı 6000 santigrat derece, iç sıcaklığı ise 20 milyon santigrat derecedir. Güneş’te her saniye 564 milyon ton hidrojen 560 milyon ton helyuma dönüşür. Aradaki 4 milyon tonluk fark gaz maddesi de enerji ışın hâlinde uzaya yayılır.

Dokuzuncu ve onuncu deliller de şöyle beyan edilir:

  • 14- Sıkışıp yoğunlaşmış yağmur dolu bulutlardan şarıl şarıl su indirdik;
  • 15- Onunla tâneler ve bitkiler bitirelim diye.
  • 16- Ağaçları birbirine sarmaş dolaş olmuş yemyeşil bağlar, bahçeler yetiştirelim diye.

Bütün bu ilâhî kudret nişâneleri ve azamet tecellileri, dikkatlerimizi iki mühim noktaya çeker:

Birincisi; bu muazzam ve muhteşem nizam bir tesadüf sonucu kendi kendine oluşmamıştır. Üstelik eşsiz bir nizam ve âhenk içinde kendinden istenileni yerine getirmektedir.

İkincisi; kâinatta hiçbir şey maksatsız yaratılmamıştır. Her şeyin bir sebebi, hikmeti ve gâyesi vardır. Aynı şekilde insan da boşuna yaratılmamıştır. O, dünya hayatında verilen bunca nimetlerle imtihana tâbi tutulmuştur ve bir gün yaptıklarının hesâbını verecektir. İşte o, gelmesi kesin olan kıyâmet günüdür:

  • 17- Şüphesiz o hüküm ve ayrışma günü, vakti kesin olarak belirlenmiş bir gündür.
  • 18- O gün sûra üfürülür, siz de bölük bölük gelirsiniz.
  • 19- Gökyüzü açılır, kapı kapı olur.
  • 20- Dağlar yerlerinden koparılıp yürütülür, bir serâp hâlini alır.

âyette geçen اَلْفَصْلُ (fasl) iki şeyi birbirinden ayırmak demektir. Dolayısıyla burada hakkın bâtıldan ayrılması, hüküm verilerek insanların aralarının ayrılması mânasında kullanılır. “Fasıl Günü” de gerçeğin ortaya çıktığı, insanların hesaplarının görüldüğü, aralarındaki anlaşmazlıkların halledildiği kıyâmet günüdür. Dünyada bağların ve bahçelerin bir hasat mevsimi olduğu gibi, insanların dünyada yaptıkları işlerin hesâbının görüleceği, hakkında ihtilafa düştükleri şeyin ayan beyân ortaya çıkacağı ve bütün dâvaların görüleceği bir kıyâmet günü gelecektir.

Şimdi dikkatler öncelikle cehennem ve cehennemlikler üzerine çekilir:

  • 21- Cehennem pusuda, içine düşecek suçluları beklemektedir.
  • 22- O, azgınların dönüp varacakları bir yerdir.
  • 23- Orada sonsuz devirler boyunca kalacaklar.
  • 24- Ne bir serinlik tadacaklar orada, ne de bir içecek.
  • 25- Onların içeceği sadece kaynar su ve irin olacak;
  • 26- Günahlarına uygun bir ceza olarak.
  • 27- Çünkü onlar hesâba çekilmeyi ummuyorlardı.
  • 28- Bu yüzden âyetlerimizi yalanlayıp duruyorlardı.
  • 29- Biz ise onların yaptığı her şeyi bir bir sayıp kayıt altına alıyorduk.
  • 30- Onlara şöyle denir: “Şimdi tadın azâbı! Bundan böyle size, azâbınıza azap katmaktan başka bir şey yapacak değiliz.”

Cehennem 21. âyette مِرْصَادًا (mirsãd) olarak tavsif edilir. Mirsãd, gözetleme yeri demektir. Cehennem bekçileri, oraya gelecek suçluları gözetlemektedirler. Bu kelimenin “gözetleyici” mânası da vardır. Buna göre cehennemin bizzat kendisi azgınları gözetlemektedir. Böylece o, âdeta akıllı bir canlı olarak tasvir edilir. Nitekim Mülk sûresi 8. âyette, cehennemin içine atılacak suçlulara karşı kızgınlıktan kükreyip durduğu, öfkesinden çatlayacak hâle geldiği tasvîrî bir ifadeyle canlandırılmaktadır.

âyetteki اَلْاَحْقَابُ (ahkâb) kelimesinin, devamlılık ve birbiri ardını izleme mânalarını içeren asır, birbirini tâkip eden birçok seneleri içine alam devir ve belirsiz bir zaman gibi anlamları vardır. Seksen sene, yetmiş bin sen, her biri bin sene demek olan âhiret günleriyle seksen yıl diyenler de olmuştur. Ancak “devamlılık ve birbiri ardını tâkip etme” mânalarının olması, ebediliği ifade etmektedir. Bu sebeple müddetinin ne kadar olduğu, cehennemin ebedî olduğu gerçeğine tesir edecek bir öneme sahip değildir.

âyetteki اَلْغَسَّاقُ (ğassâk), cehennemde yananların yaralarından akan irin demektir. Bunun son derece soğuk ve dondurucu su mânası da vardır. Hâsılı onlara işe yarar, insan fıtratına uygun ne bir yiyecek ne de bir içecek verilecek; yiyecek içecek olarak verilen şeyler bile onların azabını artıracaktır. Çünkü âhirete inanmama ve Allah’ın âyetlerini yalanlamaya en uygun ceza budur.

İnsanları yaptıkları kötülüklerden vazgeçirmek, küfür ve şirk bataklığından kurtarıp görmedikleri âhirete iman etmeye sevk edebilmek için korku faktörü, teşvik ve mükâfat unsurundan daha etkilidir. Bu sebeple burada da cehennem ehlinin göreceği azab öncelikle anlatıldı. Şimdi de teşvik unsuru olan çeşitli nimet sofralarının kapıları aralanmaktadır:

  • 31- Gönülleri Allah’a saygıyla dopdolu olup O’na karşı gelmekten sakınanlar için büyük bir kurtuluş vardır.
  • 32- Muhteşem bahçeler ve üzüm bağları,
  • 33- Göğüsleri tomurcuklanmış aynı yaşta dilberler,
  • 34- Dolup taşan kadehler, hep onlar içindir.
  • 35- Orada ne boş bir söz işitirler, ne de bir yalan.
  • 36- Bütün bunlar Rabbinden, yaptıklarına yeterli bir karşılık, çok iyi hesaplanmış bir mükâfattır.

اَلْكَوَاعِبُ (kevâ‘ib) göğüsleri yeni tomurcuklanmış gümüş memeli dilberler demektir. اَلأتْرَابُ (etrâb) da aynı yaşta dilberler anlamındadır. Cennetin dilberleri taze olduğu gibi, erkekleri de tazedir. Çünkü hepsi genç yaştadır.

Görüldüğü üzere kullarına lutf u keremi sonsuz olan Allah ki:

  • 37- O, göklerin, yerin ve bu ikisi arasında bulunan her şeyin Rabbidir. O Rahmân’dır. Kimse O’nun huzûrunda söz söylemeye güç yetiremez.
  • 38- O gün Rûh ve melekler saf saf dizilir. Rahmân’ın izin verdiklerinden başkası konuşamaz. Konuşan da ancak doğru ve uygun olanı söyler.

âyette geçen اَلرُّوحُ (Rûh) hakkında, rûhlar üzerinde vazfeli, onları bedenlere sevk eden bir melek, genel olarak bütün rûhların cins ismi ve büyük bir melek diye izahlar yapılır. Bundan maksadın, Cebrâil (a.s.) olduğu da söylenir.

Sakın unutulmasın ki:

  • 39- İşte bu, kesin olarak gelecek gündür. Öyleyse dileyen, kendisini Rabbine ulaştıracak bir yol tutsun.
  • 40- Doğrusu biz sizi, gelmesi yakın bir azaba karşı uyardık. O gün insan bizzat kendi elleriyle ne hazırlayıp gönderdiğine bakacak; kâfir ise tamâmen ümidini yitirip: “Âh ne olurdu, keşke toprak olsaydım” diyecektir.

Enes b. Mâlik (r.a.) anlatıyor: Rasûlullah (s.a.v.)’e bir adam geldi ve:

“– Yâ Rasûlallah! Kıyâmet ne zamandır?” dedi. Efendimiz (s.a.v.):

“– Kıyâmet için ne hazırladın?” diye sorunca o da:

“– Allah ve Rasûlü’nün sevgisini” cevabını verdi. Bunun üzerine Peygamberimiz:

“– Öyleyse sen sevdiğinle beraber olacaksın” buyurdu.

Bu hâdise üzerine Enes (r.a.) şöyle derdi: “İslâma girmekten başka hiçbir şey bizi, Nebiyy-i Ekrem (s.a.v.)’in “Muhakkak sen sevdiğinle berabersin” sözü kadar çok sevindirmemiştir. İşte ben de Allah’ı, Rasûlü’nü, Ebûbekr’i ve Ömer’i seviyorum ve onlarla beraber olmayı umuyorum, her ne kadar onların yaptıkları amelleri yapamadımsa da.” (Müslim, Birr 163)

Zira öte dünyada insanın varacağı yer ve orada alacağı derece, kendi iradesiyle yapmış olduğu işlere göre olacaktır. O gün insan önceden dünyada yaptığı amellerine bakacak; imanı olan Allah’ın rahmeti ile kurtulacak, kâfir ise bütün ümidlerini yitirdiğinde “ah ne olaydı keşke toprak olaydım, keşke hiç irade sahibi insan olarak yaratılmasaydım da hesâba maruz kalmasaydım” diyecektir. Dünyadayken Allah’ın verdiği bu önemli haberde ihtilaf eden kâfirler o gün hakikati anlayarak hayvanlara özenip toprak olmayı veya dünya hayatında dikkafalı olmak yerine toprak gibi mütevazi olup hakka itaat etmiş olmayı arzu ederek hasret ateşlerine yanacaklardır. (Tefsir / Prof. Dr. Ömer Çelik)

AYETEL KÜRSİ - AMENARRASULÜ - NAMAZ SURELERİ

İLGİLİ SURELER

İslam ve İhsan

YASİN SURESİ

Yasin Suresi

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • EMEĞİ GEÇEN HERKEZDEN ALLAH RAZI OLSUN

    teşekkürler...

    Fatih hocam bu mesajı gördüyseniz Ömer Adıgüzel diye bi öğrencinizi tanıyormusunuz istanbulda şuan benim hafızlık hocam lütfen cevap verin

    kuranı azımüşşan şefaat eder biiznillahi teala

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.