Amre Hatun Kimdir?

İslâm’ın güzîde hanımlarından Amre Hatun’un kısaca hayatını yazımızda okuyabilirsiniz.

Basra’da yaşamış zâhidelerden olan Amre Hatun, aslen İranlı olan meşhur sûfî Habîb el-Acemî -kuddise sirruh-’un hanımıdır. Evlenmeden önceki hayatında da ibadete düşkün olan Amre Hanım, vaktinin çoğunu ilme ve tâate ayırırdı.

Habîb el-Acemî, evliliğinin ilk yıllarında istikamet problemi yaşamış, hayatını helâl-haram hassasiyeti olmadan sürdürmüştü. Zengindi, yaptığı ticaretlerin yanı sıra paradan para kazanmayı, tefeciliği, fâiz yemeyi kendisine meslek edinmişti. Mal ve para hırsı ile ne yaptığının farkında olmayan Habîb, civardaki birçok kişiden alacaklıydı ve kendisinden borç alıp da ödeyemeyenlerin mallarına el koyuyordu. Amre Hanım ise fâiz ateşinin kocasını da kendisini de yakmasından korkuyor, kocasının tevbe etmesi ve düzelmesi için sürekli Rabbine yalvarıyordu.

Habîb el-Acemî, bir gün borçlusunun evine gitti. Borçlu kişi evinde yoktu ve kapıyı hanımı açtı.

“-Kocam evde yok, bende de sana verilecek bir şey yok! Evde koyun boynu var, istersen onu vereyim.” diyen kadının teklifini kabul eden Habîb, başka borçludan da odun ve ekmek alarak evine getirdi.

Hanımına ateş yakarak koyun boynunu pişirmesini söyledi. Et kaynamaya başlayınca çömleğin içinin sâfî kan olduğunu gördüler. Amre Hanım:

“-Tefeciliğin belâsından ne hâle uğradık!” deyince yüreğine bir kor düştü, yaptıklarına pişman oldu.

Hak Teâlâ’nın korkusuyla kalbi titreyen Habîb el-Acemî, nemli gözlerle Hasan-ı Basrî Hazretleri’nin meclisine gitti. Orada nasûh bir tevbe ile yaptıklarından yüz çevirdi. Fâizden, tefecilikten elde ettiği bütün malları dağıttı. Ticaretten elde ettiği helâl kazancını da infak etti. Bu duruma en çok sevinen Amre Hatun oldu, duâları kabul olmuş; kocası, tevbe ve istiğfar ile doğru yola girmişti.

Ferîdüddîn Attâr Hazretleri’nin Tezkiretü’l-Evliyâ adlı eserinde şöyle bir hâdise nakledilmiştir:

Bir gün Amre Hanım, kocasına nafakalarının bittiğini söyledi. Habîb el-Acemî de ertesi gün hanımına:

“-Çalışmaya gidiyorum.” diyerek evden çıktı ve Fırat Nehri’nin kenarına gelip bütün gün ibadetle meşgul oldu. Akşam eve geldiğinde Amre Hatun:

“-Nerede çalıştın da eve hiçbir şey getirmedin?” diye sorunca:

“-Öyle bir Zât’ın işinde çalışıyorum ki gâyet cömerttir. O Zât’ın kereminden utandım da bir şey isteyemedim. Muhakkak ücret vereceğini söylüyorlar, on gün sabret!” dedi.

Her gün Fırat Nehri’nin kenarına gelip ibadetle meşgul olan Habîb el-Acemî -kuddise sirruh-’un onuncu gün gelince gönlü daraldı:

“-Bu akşam hanımıma ne diyeceğim?” diyerek endişe etti. O gün hanelerine beyaz elbiseli kimseler gelerek, pek çok erzakla biraz da para bırakarak:

“-Bunları kocanızın çalıştığı yerin sahibi gönderdi. Eğer, Habîb işini artırırsa, biz de ücretini artırırız diye söyledi.” dediler.

Mahcup bir şekilde eve gelen Habîb el-Acemî, evden yemek kokuları geldiğini fark etti. Amre Hatun onu karşılamaya çıkınca:

“-Kime çalışıyorsan, hakikaten ikram ve ihsan sahibi bir Zât’mış. Bugün öğle vaktinde şunları yollamış, ayrıca Habîb işini artırırsa, Biz de ücretini artırırız diye haber göndermiş!” dedi.

Habîb el-Acemî ise “On gün çalıştım, bana bu ihsanlarda bulundu. Demek daha fazla çalışırsam kim bilir neler verecek?” düşüncesi ile Fırat Nehri kenarına küçük bir zâviye yaparak her gün orada ibadetlerine devam etti.

İslâm’ın güzîde hanımlarından Amre Hatun’un mekânı Cennet, makâmı âlî olsun. Rabbimizden bize de bu takvâ ve itaatle yoğrulmuş gönül kıvâmını nasîb etmesini niyâz ederiz.

İstifade Edilen Kaynaklar: Erhan Yetik, “Habîb el-Acemî”, TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul 1996, 14/370; Selim Uğur - H. Erdem Uğur, Sâliha Hanımlar 2, İstanbul, 2020, 160-163; Ferîdüddîn Attar, Tezkiretü’l-Evliyâ, İstanbul, 2013, 236-241.

Kaynak: Merve Güleç, Altınoluk Dergisi, 444. Sayı

İslam ve İhsan

ALİME VE SALİHA KADINLAR

Alime ve Saliha Kadınlar

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.