Anadolu Dervişinin Ramazan’ı
Anadolu Dervişleri Ramazan’ı nasıl yaşardı?
Ramazân-ı şerif; Anadolu insanının ve Osmanlı medeniyetinin fertlerinin ruh dünyasında, çok muhterem bir mevkii hâizdi.
Oruç, bütün âzâlara tutturulur, takvâ duygusu toplumun her köşesine yayılırdı. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in rüzgârlardan daha cömert hâle geldiği bu mübârek mevsimde, ecdâdımız da muazzam bir cömertlik sergilerdi.
ESKİ RAMAZANLAR
Meselâ; Hatice Turhan Sultan, Ramazanlarda Yeni Cami çeşmelerinden bal şerbeti akıtılmasını vakfiyesine koymuştu. Hem de zamanın en iyi balıyla hazırlanması şartıyla... Bu ikram, saray çevresine değil, cami cemaati olan herkese takdim ediliyordu. Çok yaygın olan bir başka Ramazan âdeti:
Hayır yapmak isteyen bir kişi bakkala gider, veresiye defterini açtırır, imkânı olmayıp da borç yazdırmış insanların kayıtlarından herhangi bir sayfayı açtırır ve onun borcunu öderdi. Kimin borcunu ödediğini bilmez, husûsen bilmek istemezdi.
Ramazan boyunca iftarlar verilirdi. Fakat davetlerde fakir-fukarânın unutulmamasına ihtimam gösterilirdi. Şimdiki gibi lüks lokantalarda ve sadece muayyen bir grubu davet etmek gibi yanlış davranışlar yoktu. Rahmetli babam Musa Efendi, Ramazân-ı şerîfe çok îtinâ gösterirdi. Evimiz huzur ve neşe ile dolardı. İftarların mânevî lezzetine ise doyum olmazdı.
Meselâ bu iftarlarda; bir gün temizlik işçileri davet edilirdi. Kendilerine îtibar edilerek izzet ve ikramda bulunulurdu. Diğer bir gün faytoncular / arabacılar davet edilirdi. Bir gün hoca efendiler, bir başka gün komşular, diğer bir gün de akrabalar buyur edilirdi. Herkese, teşriflerine teşekkür olarak seviyelerine göre hediyeler ikrâm edilirdi.
DİŞ KİRASI
Bütün bu gayretlerdeki niyetler; bir mü’min gönlüne girebilmek, bir gönül sarayı inşâ etmek, fukarâ ve gurebâdan ulemâya kadar herkesin duâsı ile âbâd olabilmek arzusu idi. Sonra da çıkarken eskilerin «diş kirası» tâbir ettikleri kabilden ihtiyaçlarına göre hediye paketleri hazırlanırdı. Bu hediyeye, bu ismin verilmesi de bir başka zarâfet ve nükte idi:
“Daveti kabul etmekle, dişlerinizi bizim için yormuş oldunuz. Bu da onun kirasıdır.” denmek istenirdi. Diş kirası an‘anesinin güzel bir misâli de muhterem pederim Musa Efendi’den dinlediğim şu kıssadır:
Hayırseverlikleriyle meşhur Yûsuf Kâmil Paşa ve eşi Zeynep Hanım’ın konaklarının kapısı Ramazân-ı şerif boyunca herkese açık olurdu. Ramazân’ın birinci gününden itibaren konağın kapısı açılır, Ramazân’ın sonuna kadar kapanmazdı. Kim gelir geçerse; iftar vakti gelir, kimseye sormadan istediğini yer, kimseye ayrım yapılmazdı.
Sultan Abdülaziz de bir gün, Yûsuf Kâmil Paşa ve Zeynep Hanım’ın konağına iftara gelir. İzzet-ikramdan sonra sıra «diş kirası»na gelir. Sadrazam Yûsuf Kâmil Paşa, o muhteşem konağın tapusunu ve diğer birtakım evrakını gümüş bir tepsiye koyar, diş kirası olarak Sultan Abdülaziz’e takdim eder. Padişah alır, bu nezâket, zarâfet ve incelik karşısında;
“–Çok mütehassis ve memnun oldum; ben de size hediye ettim.” der ve aldıklarını iade eder. Zeynep Hanım da Şeyh Hamdullah hattı ve altın suyuyla yazılmış tezhibli bir Kur’ân-ı Kerim mushafını; padişaha lâyık bir diş kirası olarak, gümüş bir tepside sunar. Padişah bu kıymetli eseri alır, üç defa öpüp başına götürür ve kabul eder.
Hayırseverliğiyle meşhur bu ailenin birçok hayrıyla beraber, isimleriyle yâd olunan Zeynep Kâmil Hastahânesi de; bugün ayaktadır ve bir sadaka-i câriye olarak senelerdir amel defterlerine hasenât yazdırmaya devam etmektedir. Ramazan’da ve her zaman, Osmanlı toplumundaki varlıklı kesimin infak hassâsiyetini şu kıssa ne güzel aksettirir:
Sultan III. Mustafa, bir Ramazan’da Şeyhülislâm Mehmed Emin Efendi’nin konağına iftara gitmişti. Söz esnasında;
“–Mehmed Emin Efendi; arada size gelmek isterim, fakat konağınız pek uzak yerde!” dedi. Mehmed Emin Efendi de, nezâket ve tevâzu içinde üstü kapalı bir îzahta bulundu:
“–Sultanım! Sayenizde yakın yerlerde bir ev tedâriki mümkündür, lâkin gördüğünüz şu civar hânelerin hiçbirinde mutfak yoktur.” Bu ince açıklama, hayli kapalı olduğundan dolayı Padişah, şaşkınlıkla sordu:
“–Acayip, bu evlerde yemek pişirmezler mi?” Bunun üzerine Mehmed Emin Efendi; mahcûbiyet ve mahviyet içinde, Sultan’a; gönül dünyasının hassâsiyetini yansıtan şu cevabı verdi:
“–Sultanım! Cümlesinin sabah ve akşam yemekleri zarûreten âcizâne fakirhâneden gider. Onun için buradan ayrılmak istemem.” (Süheyl ÜNVER, Bir Ramazan Bin Bir İstanbul, s. 64)
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Anadolu Dervişinin Gönül Dünyası, Yüzakı Yayıncılık
YORUMLAR