Anadolu’nun Türk ve Müslüman Yurdu Haline Gelmesi
Anadolu Türk ve Müslüman yurdu haline nasıl gelmiştir?
Sultan Alparslan, Büyük Selçuklu Devleti’nin çok önemli hükümdarlarından birisidir. Babası Çağrı Bey’dir. Kısa süren hayatını at sırtında geçirdi.
Devrinin en önemli hâdisesi, 1071 yılında meydana gelmiş bulunan Malazgirt Meydan Muharebesi’dir. Bu muharebe neticesinde Anadolu’nun kapısı Türklere tamamen açılmış ve Anadolu artık müslümanların yurdu olmuştur.
Bizans imparatoru Romen Diyojen komutasında yaklaşık üç yüz bin kişilik bir haçlı ordusuna karşı Sultan Alparslan idaresinde kırk bin cengâver vardı. İmparator galip geleceğinden o kadar emindi ki, bütün barış görüşmelerini reddetti.
Allah Teâlâ’nın; “…Nice az topluluk vardır ki, Allâh’ın izniyle çok topluluğa gâlip gelmiştir. Allah, sabredenlerle beraberdir.” (el-Bakara, 249) âyet-i kerîmesi bir kez daha tecellî etti ve müslümanlar büyük bir zafer kazandılar.
SULTAN ALPARSLAN’IN SÖZLERİ
Bu zaferi anlamak için o gün Sultan Alparslan’ın hâlet-i rûhiyesine ve konuşmalarına bakmak gerekir. Alparslan, yapılan istişareler neticesinde bir Cuma sabahı bu büyük savaşa hazırlanırken “Ölürsem kefenim bu olsun!” diyerek ak giysiler giymiş, ordugahtaki kumandanları toplamış ve onların önünde Allâh’a şöyle yakarışta bulunmuştur:
“Ey Allâh’ım! Sana tevekkül ettim ve bu cihadda Sana yöneldim. Şu an Senin huzurunda secdeye kapanıyor ve yalvarıyorum. Bu sözlerim, benim gerçek duygularımı yansıtmıyorsa, beni ve beraberimdeki yardımcılarımı kahret! Eğer içtenliğimi kabul edersen bu cihadda düşmanlara karşı bana yardımcı ol ve beni muzaffer kıl!”
Bu duâdan sonra Sultan, kumandanlarına şu hitâbede bulundu:
“-Ben, Allâh’a kendini veren muhtesipler gibi sabırlıyım ve hayatını tehlikelere atan kimselerin yaptıkları gibi, gâzilerin başında savaşacağım. Eğer Allah, beklediğim üzere, beni başarıya ulaştırırsa, bu güzel bir sonuç olacaktır. Eğer durum bunun tersi olursa, oğlum Melikşah’ı yerime geçirip ona itaat etmenizi vasiyet ederim.”
Büyük bir heyecan ve inançla Sultan’ı dinleyen kumandanlar, hiç duraksamadan, hep bir ağızdan:
“-Baş üstüne!” dediler.
Sultan, 26 Ağustos 1071 Cuma günü bütün kumandan ve askerleriyle birlikte Cuma namazını edâ etti ve onlara son olarak şu hitâbede bulundu:
“-Ey askerlerim ve kumandanlarım! Daha ne zamana kadar biz azınlıkta düşman çoğunlukta olarak böyle bekleyeceğiz? Ben, müslümanların câmilerde, bizler için duâ etmekte oldukları bu saatlerde düşmanın üzerine atılmak istiyorum. Gâlip gelirsek, arzu ettiğimiz sonuç gerçekleşecektir. Aksi takdirde şehid olarak Cennet’e gideriz. Beni izlemek isteyenler gelsinler. İstemeyenler ise serbestçe geri dönebilirler. Bugün burada ne emreden bir sultan, ne de emir alan bir asker vardır. Bugün ben de sizlerden biri olarak, sizinle birlikte savaşacağım. Biz, müslümanların eskiden beri yapageldikleri bir gazâ yapıyoruz.”
Dinleyenler, hep bir ağızdan:
“-Ey Sultan! Biz senin askerin olarak sen ne yaparsan, biz de aynı şeyi yapar ve sana yardımcı oluruz. İstediğin biçimde hareket et!” dediler.
Hep beraber düşmanın üzerine yürüdüler. Cenâb-ı Hak, bugüne kadar dînini yüceltmek uğrunda savaşan bütün mücâhidleri azîz eylesin; şehîd ve gâzilerin mekânını Cennet, makamlarını âlî eylesin. Bizi de şehâdet arzu ve hedefiyle yaşatsın, Cennet’te râzı olduğu o güzel kullara komşu kılsın. Âmîn.
Kaynak: Zâhide Topçu, Şebnem Dergisi, Sayı: 186