“Andolsun” Diyerek Rabbimiz Neye Dikkat Çekiyor?
Nihâyetsiz nimet ve ihsanlarıyla kullarına rahmet ve inayetini gösteren Yüce Rabbimiz, özellikle değerini takdir etmekte insanlığın çoğu zaman âciz kalacağı nimetlerini ve sırlarla dolu kâinât âyetlerini “Andolsun ki…” diyerek yeminli ifadelerle kullarına takdim eder ve onların sırlarla dolu hakikatlerine dair işâretler verir.
Dil bilimciler, ilâhî mesajda bu nevi yeminli ifadelerin hikmeti hakkında derler ki: Rabbimiz bir konuda -mecbur olmadığı halde- yeminli bir ifadede bulunuyor ise orada muhataplar tarafından yeterince anlaşılamayacak derecede azametli ve derin bir mesele var demektir. Ya da muhatapların gönüllerinde, verilen bilgiyle çelişen negatif duygular ve ön kabullere dayalı örtülü bir inkâr duruşu söz konusudur. Veya en azından ilâhî mesajı dinleyenlerin dikkatini o konuda yoğunlaştırmak murad edilmektedir.
Şimdi bu çerçevede Hazret-i Peygamber hakkında yeminli ifadelerle takdim edilen ilâhî hakikatlere bir nazar edelim:
“Hikmet dolu Kur’an’a andolsun ki, sen elbette gönderilen peygamberlerdensin. Dosdoğru bir yol üzeresin.” (Yâsin, 2-4)
“Andolsun ki, Allah, kendi içlerinden bir peygamber göndermekle mü’minlere büyük bir lütuf ve ihsanda bulunmuştur. O peygamber onlara Allah’ın âyetlerini okumakta, kendilerini arıtıp tertemiz kılarak geliştirmekte, Kitabı ve hikmeti öğretmektedir. Hâlbuki onlar daha evvel gerçekten apaçık bir sapıklık içinde idiler.” (Âl-i İmrân, 164)
“Andolsun ki, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir.” (et-Tevbe, 128)
“Kaleme ve satır satır yazdıklarına andolsun ki (ey Resûlüm!) … Sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin.” (el-Kalem, 2, 4)
“Andolsun, Allah’ın Resûlünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.” (el-Ahzâb, 21)
AYETLERDEKİ “ANDOLSUN” YEMİNİ BİZE NE ANLATIYOR?
“(Ey Resûlüm!) Senin ömrüne andolsun ki, onlar, sarhoşlukları içinde bocalıyorlar. (el-Hicr, 72)
Şimdi bu âyetlerde Rabbimizin “Andolsun….” diyerek dikkat çektiği; Resûlullâh’ın şahsiyetine, peygamberliğine, vazifesine ve hususiyle mü’minler için ne ifade etmesi gerektiğine bir bakalım:
Öncelikle O -sallallahu aleyhi ve sellem-, Allah’ın bir peygamberidir. Sıradan bir elçi değil, Allah elçisidir. Öyleyse O’na gösterilen saygı ve muhabbet, Allah’a gösterilmiş olacaktır. O’na itaat, gönderene itaattir. Zira O, kendi hevâsından konuşmayacaktır. Rehberliği ve kılavuzluğu Allah adınadır. O’nu dinlemeyen ya da görmezden gelen, Hakk’ın râzı olacağı bir kulluktan mahrum kalacaktır.
O, sırat-ı müstakîm (dosdoğru bir yol) üzeredir. Yani Hak ve hakikate ulaşmak isteyen, onun yolunu takip etmek durumundadır. İnanç, ibâdet, muamelât ve ahlâkta, hulâsa hayatın her alanında en doğru, en kısa ve en kolay yol, onun gösterdiği ve yürüdüğü yoldur. Diğer yollar çıkmaz sokaktır. O’na rağmen yol tutmak isteyen, bilerek ya da bilmeyerek keçi yollarına sapmıştır. Artık başına geleceklerden ancak kendisi sorumludur.
MÜMİNİN İDRAK ETMESİ GEREKEN 4 NİMET
Müminler için Hakk’ın yüce bir nimetidir. Şükrü kolay kolay ödenemeyecek azametli bir nimet. Karşısında saygıyla, muhabbetle, hayranlıkla ve yüksek bir edeple durulacak bir nimet. Rahmân ve Rahîm olan Mevlâmızın tüm âlemlere bir rahmet eseri olarak lütfettiği bir nimet. Bu nimetin ufuklarını ve derinliklerini bütünüyle keşfetmek zor ise de hususiyle şu dört alandaki nimet oluşunu her mü’min idrâk etmek durumundadır:
Birincisi, O bize Allah’ın âyetlerini okur. Âlemlerin Rabbinin yüce mesajları, O’nun gönlünden diline, dilinden de bize aktarılır. Yüce Yaratıcı’nın hem sözlü kelâmı olan Kur’ân-ı Kerim âyetlerini ve hem de kâinât ve hâdiselerde saklı olan ilâhî âyetlerini o bize okur, izini sürer ve o âyetlere giden nice nice yollar açar. Bu yönüyle O, kimsenin kendiliğinden erişemeyeceği bu ulvî nimete aracılık etmiş olur.
İkincisi, bizleri arıtıp tertemiz kılar. Bozuk ve bâtıl inançlardan, zâhirî ve batınî günah ve kirlerden, davranışlara yansıyan her çeşit çirkinlikten, insaniyete yakışmayan ahlâkî yozlaşma ve rezaletten arındırır. Hatta bununla da kalmaz, en güzel ve en mütekâmil bir kişiliğe eriştirme adına şefkatli bir mürebbilik yapar.
Üçüncüsü, Kitâb’ı öğretir. Hakk’ın ezelî ve ebedî hükümlerinin ne olduğunu bildirir. Farzları, haramları, güzeli ve çirkini, hulâsa ilâhî hudutların açık-seçik bir çerçevesini sunar.
Dördüncüsü, hikmeti öğretir. İlk insandan son insana kadar insanlığın riâyet edegeldiği en temel doğruları, fıtratın prensiplerini, hayata ve hâdiselere dair sünnetullahı ve daha nice Rabbânî prensip ve hükümleri beşeriyete aktarır.
O’nun fıtratının ve şahsiyetinin en belirgin özelliği, merhamet ve şefkat yüklü oluşudur. Rahmân ve Rahîm olan Mevlâmız, O’nu bütün âlemlere rahmetinin bir eseri olarak, bereketli bir yağmur misâli, diriltici ve tekâmül ettirici bir vasıfla göndermiştir. O, mü’minlerin ayağına bir dikenin bile batmasına razı olmayan bir gönle sahiptir. Hatta inkâr eden hiçbir kimse kalmasın diye çırpınan ve bu uğurda kendini bile yıpratan bir gayreti vardır. Affedici ve ayıp örtücüdür. O’na inanan bir ümmet için böyle bir peygamberin nasibine düşmek ne büyük bir ikrâm-ı ilâhîdir.
O’nun ahlâkının yüceliğine Mevlâmızın şâhitliği vardır. İnsanın şeref nişânı ahlâkıdır. Rabbin râzı olacağı ve insanın şerefiyle mütenasip ahlâkî kemâlâtın ne olduğunu merak eden fazilet arayıcılarına ne güzel bir adrestir O! Ahlâkı satırlarda yazmak nispeten kolaydır ve fakat onun örneğini sunmak zordur. İnsanlığın şeref burcunda böyle müşahhas bir ahlâk âbidesinin var oluşu, takdir edilebilirse beşeriyet için ne büyük bir ilâhî armağandır!
Rabbin rızasını ve vuslatını arzulayanların, ebedî hayatını mâmur kılmak isteyenlerin ve Hak’la daimî bir beraberlik ufkunda Rabbin zikriyle hemhâl olmak azminde olanların, taklit, tebaiyyet ve nihâyet aynîleşebilecekleri en güzel örnek (üsve-i hasene olan) Habibullah Efendimizdir –sallallâhu aleyhi ve sellem-. Kul olduğunun farkında olan ve kulluğunu hayatının en önemli meselesi kılan gerçek akıl sahibi müminler için bu örneklik ve önderlik ne büyük bir lutf-i ilâhîdir.
Hülâsa Resûlullah –sallallâhu aleyhi ve sellem-, hayatına Hakk’ın yemin ettiği bir Mustafâ ve Müctebâ’dır. Yani Hakk’ın Zâtı’na elçi olarak seçtiği ve kulluğundan razı olduğu bir insan-ı kâmildir. Öyleyse insânî kemâlât burcuna doğru yolculuğa niyetlenmiş ve yola çıkmış her bir fert için, adım adım izlenecek yegane öncü ve örnek O’dur. O, bu yönüyle de hayatının her safhasıyla bir nimet-i uzmâdır.
Nimeti tanımayan elbette ondan istifade edemeyecektir. İşte buna binâendir ki merhameti ve keremi bol olan Yüce Rabbimiz, kullarına bu yüce nimetini yeminli ifadelerle bizzat kendisi tanıtmıştır. Böyle olmasına rağmen, inkârcılar şöyle dursun, mü’minler içinde bile bu aziz nimeti gereği gibi takdir edemeyen kimseler tarih boyunca var olmuş ve olmaya da devam etmektedirler. Onu sadece ilâhî vahyi tebliğ eden bir elçi olarak görmekte ve diğer fonksiyonlarını görmezden gelmektedirler. Buna nasipsizlikten başka ne denilebilir ki!
Nimete her şeyden önce saygı gerekir. Sonra da o nimeti gönderene şükür gerekir. Esasen bu iki husus, imanlı yüreklerde doğması gereken ilk duygulardır. Peygamber nimetinden gereği gibi istifade için ise bunların yanında engin bir muhabbet ve edeb de son derece lüzumludur. Muhabbetten yana kuru ve donuk kimselerin, söz ve hâliyle edebe riâyet etmeyenlerin, hakikatte bu rahmet pınarından istifade ve istifazası (feyz ve bereket devşirmesi) elbette söz konusu olamayacaktır. Zaten bu gibi kimselerin yüreğinde, istifadeye yönelik bir niyet bile oluşamayacaktır. Bu ve benzeri hâllerden Allah’a sığınırız. Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli seyyidinâ Muhammed.
Kaynak: Dr. Adem Ergül, Altınoluk Dergisi, 374. Sayı
YORUMLAR