Ankebût Suresi 60. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri
Ankebût Suresi 60. ayeti ne anlatıyor? Ankebût Suresi 60. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...
Ankebût Suresi 60. Ayetinin Arapçası:
وَكَاَيِّنْ مِنْ دَٓابَّةٍ لَا تَحْمِلُ رِزْقَهَاۗ اَللّٰهُ يَرْزُقُهَا وَاِيَّاكُمْۘ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
Ankebût Suresi 60. Ayetinin Meali (Anlamı):
Nice canlılar var ki, hayatları için gerekli olan rızkı yanlarında taşıyamaz. Onların da sizin de rızkınızı veren Allah’tır. O, her şeyi hakkiyle işiten, her şeyi hakkiyle bilendir.
Ankebût Suresi 60. Ayetinin Tefsiri:
İnsanın
yaratılış gâyesi Allah’a kulluktur. Bunun için dünyaya gönderilmiştir. Ona
vatan, can, mal ve diğer bütün imkânlar hep bu gâye uğrunda kullanmak üzere
verilmiştir. Dolayısıyla bunlar gâye değil, Allah’a kulluk için birer
vesiledir. Yüce Rabbimizin, yeryüzünün yeterince geniş olduğunu beyân ettikten
sonra, yalnızca kendine kulluk yapılmasını emretmesi, bulunduğumuz yerde
Allah’a kulluk zorlaştığı zaman hicret etmeye açık bir teşviktir. Âyet-i
kerîme, o dönemde Mekke’de müşriklerin baskısı altında dinî vazifelerini yerine
getirmede zorlanan müslümanlara Medine’ye veya müsait yerlere hicreti tavsiye
etmektedir. Nitekim onlar önce Habeşistan’a, sonra da Medine’ye hicret
etmişlerdir.
Hicret
söz konusu olunca insanın karşısına bazı engeller çıkabilir:
Birincisi;
insan içinde doğduğu, büyüdüğü, havasıyla suyuyla hemhâl olduğu vatanını,
yurdunu ve milletini terk etmekte zorlanabilir. Şunu bilmek gerekir ki,
müslümanın gerçek vatanı, Allah’ın emirlerini yerine getirdiği ve Allah’ın
yasaklarından uzak durduğu yerdir. Onun için aslolan vatan millet değil Allah’a
kulluktur. Eğer belirli bir dönemde vatan, millet sevgisi ile Allah’a kulluk
çatışırsa, gerçek bir mü’mine gereken vatan, millet sevgisini bir kenara
bırakıp Allah’a ibâdeti seçmektir.
İkincisi;
insan, canına bir tehlikenin ârız
olmasından ve keyfinin bozulmasından endişe edebilir. Bu hususta da endişeye ve
korkuya gerek yoktur. Çünkü dünya hayatı fânidir ve her insan mutlaka
ölecektir. O halde dünya hayatına ve dünya zevklerine fazla heves etmemek
gerekir. Hiç kimse bu dünyaya ebedi yaşamak için gelmemiştir. Bu sebeple, asıl gayemiz
hayatımızı kurtarmak, onu garanti altına almak değil, imanımızı nasıl
koruyacağımızın ve Allah’a kulluğun gereklerini nasıl yerine getireceğimizin
derdine düşmektir. Zira hepimiz ölecek, sonunda Allah’ın huzuruna dönecek ve
orada dünyadaki tercihlerimize göre bir karşılık göreceğiz. İman edip sâlih
ameller işleyenleri; Allah yolunda meşakkatlere sabredip, fani sevdâlara değil,
yalnızca Allah’a güvenip dayananları orada çok güzel mükâfatlar beklemektedir.
Üçüncüsü;
hicret edip yerini yurdunu terk eden insan, elindeki imkânlardan mahrum
kalacağı için rızık endişesine kapılabilir. Bu endişeye de gerek yoktur. Çünkü
karada, havada ve denizde gördüğümüz nice canlı, hayvan veya kuş kendi
rızıklarını beraberlerinde taşımazlar. Onları Allah rızıklandırır; nereye
gitseler, Allah’ın lütfuyla rızıklarını bulurlar. Bu sebeple, imanımız ve
kulluğumuz uğrunda yurtlarımızdan ayrılmak zorunda kaldığımızda yiyecek bir şey
bulamamak gibi bir endişe yersizdir. Böyle kuruntularla cesaretimizi zedelemeye
gerek yoktur. Çünkü Allah, sayısız canlıya rızkını verdiği gibi, aynı kaynaktan
bizi de rızıklandıracaktır. Bu hususta mühim olan Allah’a tam olarak güvenip
dayanmaktır.
Nitekim
Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Eğer
siz Allah’a gereği gibi güvenip dayansaydınız, Allah, kuşları doyurduğu gibi
sizi de rızıklandırırdı. Kuşlar sabahları kursakları boş olarak çıktıkları
hâlde akşam doymuş olarak dönerler.” (Tirmizî, Zühd 33; İbn Mâce, Zühd 14)
Hz.
Mevlânâ, rızık konusunda yersiz endişelere düşmenin gereksizliğini şöyle bir
misalle anlatır:
“Ansızın
bir arslan geldi, adamın birini kaptı, ormana çekti götürdü. O adam, ormana
doğru çekilip götürülürken ne düşündü ise, ey din üstadı, sen de onu düşün.
Kazâ ve kader arslanı bizi ölüm ormanına doğru çekip götürüyor. Halbuki canımız
dünya işleri ile, sanatla oyalanmaktadır. Nitekim halk da, boğazına kadar acı
suyun içine batmış gibi yoksulluktan ödü kopar. İnsanlar yoksulluktan,
fakirlikten korkacakları yerde, o yoksulluğu yaratandan, yâni Allah’tan
korksalardı, çekinselerdi, onlara yer yüzünde defineler, hazîneler belirirdi.”
(Mevlânâ, Mesnevî, 2202-2206. beyitler)
Aslında
Rezzâk-ı Mutlak’ın, bütün varlıkları yaratan ve rızıklandıranın Allah Teâlâ
olduğunu, O’na kul olmayı kibirlerine yediremeyen inkârcılar bile
kabullenmektedirler:
Ankebût Suresi tefsiri için tıklayınız...
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri
Ankebût Suresi 60. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...
YORUMLAR