Anne-babanın Evladına En Büyük Mirası
Müsbet veya menfî alışkanlıklar, insanı belli şahsiyet ve karakterlere büründürür. Artık insan umûmiyetle, kazandığı bu alışkanlıklar istikâmetinde bir hayat sürer.
Şahsiyet ve karakterin teşekkülünde, verâsetten gelen husûsiyetlerin belli bir payı vardır. Anneden, babadan, dededen, nineden vs. gelen bu husûsiyetlere göre, kardeşler arasında bile birtakım farklılıklar meydana gelir. Fizikî farklılıklar, rûhî farklılıklar, kâbiliyet ve istîdat farkları hâsıl olur. Fakat bütün bu husûsiyetler, ham ve işlenmeye muhtaç mâdenler gibidir. O istîdatların, tâlim ve terbiye neticesinde, hakka ve hayra yönlendirilmesi elzemdir.
EVLATLARA BIRAKILACAK İKİ MİRAS
İki türlü miras vardır: Biri maddî mirastır ki, vârislerin onu nasıl kullanacağı, hayra mı şerre mi sermaye edeceği meçhuldür. Diğeri ise mânevî mirastır. Evlâtlara bırakılması gereken en mühim miras, onları “İslâm şahsiyet ve karakteri”yle teçhiz edebilmektir.
Şu kıssa, ârif gönüllerin miras anlayışını ne güzel îzah etmektedir:
Dört büyük halîfeden sonra İslâm tarihinin beşinci büyük halîfesi sayılan Ömer bin Abdülazîz’e veziri:
“–Efendim, Beytülmâl’den aldığınız tahsisâtın kâfî gelmediği görülüyor. Biraz daha fazlasını emir buyursanız da, bir kısmını ihtiyaten biriktirip vefâtınızdan sonra evlât ve torunlarınızın zarurî ihtiyaçları için bıraksanız?!” dedi.
Ömer bin Abdülazîz (r.aleyh), bu teklife şu muhteşem cevâbı verdi:
“–Eğer geride kalan evlâtlarım sâlih kimselerden olurlarsa, onların sıkıntıya düşmelerinden korkmam. Zira Cenâb-ı Hak:
«...Allah sâlih kullarının velâyet ve vesâyetini bizzat deruhte eder.» (el-A’râf, 196) buyurmuştur. Cenâb-ı Hak, onların velîsi ve vasîsi olduktan sonra, onların ileride karşılaşacakları hâllerden hiç endişe etmem.
Yok, sâlih değil de sefih olacaklarsa, böyleleri hakkında da yine Kur’ân-ı Kerîm’de;
«Mallarınızı sefihlere vermeyiniz…» (en-Nisâ, 5) buyrulmuştur. Bu ilâhî nehye rağmen, sefih olacak çocuklarıma mal mı toplayacağım?!”1
ANNE-BABANIN EVLADINA EN BÜYÜK MİRASI
Yine hikmet ehli bir zât da şöyle der:
“Bir kul öldüğünde, malı hususunda iki musibetle karşılaşır ki, daha önce bunlar gibisini hiç görmemiştir:
Birincisi; bütün malının elinden alınmasıdır. Diğeri de; bütün malı elinden gitmesine rağmen bunların hepsinden tek tek hesâba çekilmesidir.”
Dolayısıyla bir anne-babanın evlâdına bırakabileceği en büyük miras, onun ebedî hayatını mâmur kılacak mânevî kıymetlerdir.
Bu mânevî mirasa sahip çıkan nesiller, maddî mirası da zâyi etmezler. Bilâkis onu Hakk’ın rızâsı istikâmetinde sarf ederler. Elinden, dilinden, hâlinden, kālinden, örnek şahsiyet ve karakterinden, güzel ahlâkından ve fazîletlerinden ümmet-i Muhammed’in istifâde ettiği, sâlih mü’minlerden olurlar. Böylece, geçmişleri için de bir sadaka-i câriye ve rahmet vesîlesi teşkil ederler.
Bu itibarla bizler de evlâtlarımızla vaktinde güzelce alâkadar olmalı, onların tertemiz yüreklerine, Allah ve Peygamber sevgisini, Kur’ân ve Sünnet kültürünü aşılamalıyız. Mârifetin iltifâta tâbî olduğunu unutmayıp yavrularımızda mânevî güzelliklerin neşv ü nemâ bulması için, onları hediye ve iltifatlarla teşvik etmeliyiz.
“HADİS EZBERLEMEK TARİFSİZ LEZZET VERİRDİ”
İmam Mâlik Hazretleri der ki:
“Ben her hadis ezberlediğimde, babam bana bir hediye verirdi. Öyle bir zaman geldi ki, babam hediye vermese bile hadis ezberlemek bende târifsiz bir lezzet hâline geldi.”
Böyle bir terbiye ile yetişen İmam Mâlik Hazretleri, hem bir mezhep imamı oldu, hem de ardında Muvatta isimli, sahih rivâyetlerden oluşan mûteber bir hadis kitabı bırakarak ümmete büyük bir hizmette bulundu.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 366. Sayı. Ağustos 2016
Dipnot:
1-) Ebu'l-Ûlâ Mardin, Huzur Dersleri, İstanbul 1966, II-III, 769-770
YORUMLAR