Araf Suresinin 147. Ayeti Ne Anlatıyor?

KUR’ÂNIMIZ

Araf suresinin 147. ayetinde ne anlatılmak isteniyor? Amellerin imanla kıymet bulduğunu bildiren âyet; Araf suresinin 147. ayetinin meali ve tefsirini yazımızda okuyabilirsiniz...

Ayet-i kerimede şöyle buyrulur:

وَالَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَلِقَٓاءِ الْاٰخِرَةِ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْۜ هَلْ يُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ۟

Âyetlerimizi ve ahirete kavuşmayı asılsız sayanlar var ya, onların amelleri boşa çıkmıştır. Onlar, yapmakta olduklarından başka bir şey sebebiyle cezalandırılmazlar. (A‘râf, 7/147)

AMELLER, İMAN İLE KIYMET BULUR

Bilgi:

Allah’ın varlığı ve birliğini gösteren âyetleri ve delilleri yok sayıp onlara inanmayan, hatta yalan sayan ve hesapların görüleceği ahirete kavuşmayı inkâr edenler dünyada ve ahirette hüsrana uğrayacaklardır. İnkârlarının bir sonucu olarak, görünüşte iyi ve yararlı gibi olanları da dâhil olmak üzere, bütün amelleri boşa çıkacaktır. Bu sonuç, onlar için bir haksızlık değil, yalnızca yaptıklarının bir karşılığıdır.

Mesaj:

  1. Yaptığımız güzel işler, imanımız sayesinde anlam kazanır ve bir değer ifade eder.
  2. İnkârcıların hiçbir faaliyeti, Allah katında değerli değildir.

Kelime Dağarcığı:

Amel: İş, faaliyet, davranış.

Cezâ: Karşılık.

Kaynak: Diyanet, Kur'an-ı Kerim'den Serlevha Ayetler

TEFSİR

  1. Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları âyetlerimi anlamaktan uzaklaştıracağım. Çünkü onlar her ne mûcize görseler, ona inanmazlar. Doğru yolu görseler, onu yol edinmezler. Buna karşılık azgınlık ve taşkınlık yolunu görseler hemen onu uyulacak yol olarak benimserler. Bunun sebebi, onların âyetlerimizi yalanlamaları ve bunları anlamaktan büsbütün uzak durmalarıdır.
  2. Âyetlerimizi ve bir gün âhiretle yüz yüze gelecekleri gerçeğini yalanlayanların bütün amelleri boşa gitmiştir. Hem başka nasıl olacaktı ki? Yoksa yaptıklarından başka bir şeyin karşılığını mı göreceklerdi?

Hakları olmadığı halde, tamâmen nefsâniyetlerinin tesir ve sâikiyle kendilerini büyük görenler, kendilerini insanların en faziletlisi sayıp başkalarına yukarıdan bakanlar, Cenâb-ı Hakk’ın kelâmî, kevnî ve enfüsî ne kadar âyeti, varlığının delili varsa onları idrakten, onların istikâmetinde hareketten ve onların müjdelediği şeref ve saadeti tatmaktan alıkonacaklardır. Bu bir ilâhî kanundur. Zira bu haksız davranışları sebebiyle kalpleri mühürlenmiştir.

Allah Resûlü (s.a.s.) kibrin ne büyük bir günah olduğu hususunda şöyle buyurur:

“Kibir hakkı kabul etmemek ve insanları küçümsemektir.” (Müslim, İman 147; Ebû Dâvûd, Libâs 26)

“Kalbinde zerre kadar kibir olan kimse cennete giremez.” ( Ebû Dâvûd, Libâs 26)

Kur’ân-ı Kerîm, kendisini, Allah’a kul olmaktan, O’nun emirlerine boyun eğmekten daha üstün gören; gönderdiği peygamberler, indirdiği kitaplar ve gösterdiği mûcizelere aldırış etmeyen; sanki o Allah’ın kulu ve Allah da onun Rabbi değilmiş gibi davrananları, “kibirli, gururlu ve kendini beğenmiş” kimseler olarak vasıflandırır. Allah’a karşı açıkça sergilenen böyle bir küstahlığın hiçbir haklı gerekçeye dayanması mümkün değildir. Zira hiçbir kulun Allah’ın arzında ve sadece O’nun verdiği nimetler ile yaşarken, sanki O’nun kulu değilmiş gibi bir tavır içinde olmaya elbette hakkı yoktur. Bu sebeple âyette “haksız yere büyüklük taslayanlar” (A‘râf  7/146) kaydı getirilmiştir.

Âyette geçen سَب۪يلَ الرُّشْدِ  (sebîle’r-rüşd), Kur’ân-ı Kerîm’de iman ve sâlih amellerle ifade buyrulan bütün iyilik ve güzellikleri içine alan ve dosdoğru yol olan İslâm yoludur. سَب۪يلَ الْغَيِّ (sebîle’l-gayy) ise başta küfür, şirk, nifak olmak üzere her türlü sapıklık, azgınlık, kötülük ve bozgunculuğu içine alan azgınlık yoludur. İşte kibir ve gurur hastalığına yakalananlar, bunu tedavi etmedikleri sürece ne bir peygambere kulak verme, ne de ona tabi olma istidadı gösterebilirler. Hangi tür bir mûcize, işaret ve delil görürlerse görsünler, ona iman etmezler; kalplerinin kuvveti inanma başarısını göstermeye yetmez. Az önce tarif edildiği üzere “doğru yolu” görseler, onu yol edinmeye yanaşmazlar. Ona tabi olmak nefislerine ağır gelir. Fakat “azgınlık yolu”nu görür görmez hemen ona yönelirler. Bunun da esas sebebi Allah’ın âyetlerini yalanlamaları ve onları yeterince okuma, araştırma, anlama ve tefekkürden gafil olmalarıdır.

Allah’ın âyetlerini ve âhiret gününün varlığını yalanlayıp, o artık gecesi olmayan ebedî günde Allah’ın huzurunda hesap vereceklerini kabul etmeyenlerin dünyadaki akrabayı ziyaret, darda kalmışlara yardım, fakirlere iyilik ve buna benzer diğer amelleri boşa çıkacak ve bu amellerden hiçbir fayda göremeyeceklerdir. Bütün emekleri heba, bütün akıbetleri zarar ve felaket olacaktır. Zira yaptıklarının karşılığı ancak budur.

Bu iki âyet-i kerîmeden hareketle hidâyetten nasip alamayıp bütün emekleri boşa gidecek ve ebedî hüsrâna uğrayacak talihsiz bir toplumun belli başlı hususiyetlerini şu şekilde özetlemek mümkündür:

›    Yeryüzünde haksız yere büyüklenmek; kibir ve gurura kapılmak,

›    Bu mezmûm hastalığın bir neticesi olarak Allah’ın ayetlerini anlamaktan yüz çevirmek,

›    Hangi mûcize, ne kadar kuvvetli delil olursa olsun hiçbirine inanmamak; hiçbirini dikkate almamak,

›    Doğru yolu reddetmek,

›    Azgınlık yolunu tercih edip ona sımsıkı sarılmak,

›    Allah’ın ayetlerini yalanlamak,

›    Allah’ın âyetlerini okuma, araştırma ve üzerinde tefekkürden gafil olmak,

›    Âhiret gününe kavuşmayı yalanlamak.

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri, kuranvemeali.com