Ashab-ı Darvan Kıssası
Dünyaya gösterilen hırs, er veya geç fakat daima boşa çıkar. İnsan uhrevî kıymetlere iştiyaklı olmalı, onlara gayret etmelidir. Darvan ehli de, hırs gösterdikleri dünya malının ellerinden gitmesiyle, ondan daha hayırlı olana, uhrevî nimetlere yönelmişlerdir.
Cenâb-ı Hak, hîlekâr, düzenbaz ve hâinleri aslâ sevmediğini bir âyet-i kerîmede şöyle beyân buyurur:
“…Şüphesiz Allâh hâinleri sevmez.” (el-Enfâl, 58)
En büyük hıyânet ise Allâh’a ve Rasûlü’ne karşı yapılandır. Cenâb-ı Hak bu hususta da biz kullarını şöyle îkâz buyurmaktadır:
“Ey îmân edenler! Allâh’a ve Rasûl’e hâinlik etmeyin; (aksi hâlde) bile bile kendi emânetlerinize hâinlik etmiş olursunuz.” (el-Enfâl, 27)
Kullarının hakkını gasbetmek sûretiyle Allâh Teâlâ’nın emir ve yasaklarına ihânet eden, netîcede ise kendi emânetlerine ihânet ettiklerini fark eden “Darvan Ashâbı”nın şu ibretli kıssası, ihânetin zararının sâdece hâinlere döneceğini çok açık bir şekilde beyân etmektedir:
ASHAB-I DARVAN
Rivâyete göre Yemenli cömert bir zâtın San’a yakınlarında üzüm, hurma ve ekin bahçesi vardı. Bu cömert kişi, mahsûl toplama zamanında fakirlere, gariplere ve zayıflara öşür payını fazlasıyla ve bolca ayırırdı. Vefâtına yakın, evlâdlarını toplayıp onlara bu usûlü devâm ettirmelerini vasiyet etti. Fakat o sâlih zât vefât edince, çocuklarının gözünü mal hırsı bürüdü. Kendi aralarında:
“–Âilemiz hayli kalabalık, mal ise az. Artık fakirlere bir şey vermeyelim! Onlar gelip istemeden de mahsûlleri toplayalım...” diyerek ahitleştiler.
Allâh -celle celâlühû-, onların bu kötü niyetleri üzerine, bahçelerini yakıp harâbe hâline getirerek simsiyah kıldı. O büyük bahçe, tanınmaz hâle gelmişti. Bu durumu gören cimri evlâdlar şaşırdılar:
“–Acabâ yanlış bir yere mi geldik?” dediler.
Oysa babalarının öşürü cömertçe dağıtıp muhtaçların duâsını alması, bahçeye ziyâdesiyle bereket veriyordu. Bütün fakirler ve garipler, o bahçeden istifâde ediyorlardı. Lâkin babalarının fakirlere dağıttığı öşür, gözlerinde büyüyor ve onu vermek istemiyorlardı. Onlar, Allâh’ın o bahçeye verdiği bereketin nereden geldiğinin farkında değillerdi. Çünkü gaflet, onların kalblerini kör etmişti.
Bunun içindir ki Cenâb-ı Hak:
“Gâfillerden olma!” (el-A’raf, 205) buyurmaktadır.
“Ashâb-ı Darvan” kıssası olarak bilinen bu hâdise, Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle anlatılmaktadır:
“Biz, vaktiyle «bahçe sâhipleri»ni imtihan ettiğimiz gibi onları (Allâh Rasûlü’ne karşı çıkan müşrikleri) de imtihan edeceğiz. Hani bahçe sâhipleri, sabah olurken (kimse görmeden) mahsullerini devşireceklerine yemîn etmişlerdi. Onlar istisnâ da etmiyorlardı. (İnşâallâh demiyorlar ve yoksulların payını ayırmıyorlardı.) Fakat onlar daha uykudayken Rabbinin katından gönderilen kuşatıcı bir âfet bahçeyi sarıverdi de bahçe kapkara kesildi. (Beri tarafta ise) onlar, sabah olurken: «–Mâdem devşireceksiniz, haydi erkenden mahsûlünüzün başına gidin!» diye birbirlerine seslendiler. Derken: «–Aman, bugün orada hiçbir yoksul yanımıza sokulmasın!» diye fısıldaşa fısıldaşa yola koyuldular. (Evet, yoksullara yardıma) güçleri yettiği hâlde, onları yardımdan mahrûm etmek niyet ve azmi ile erkenden yola çıktılar.” (el-Kalem, 17-25)
Bahçelerine varıp da cimriliklerinin ve hîlekârlıklarının âkıbetini karşılarında görünce, pişmanlık ateşiyle yandılar. Cenâb-ı Hak, onların şaşkınlık ve nedâmetlerini de şöyle anlatır:
“Fakat bahçeyi gördüklerinde: «–Biz mutlakâ yolumuzu şaşırmış olmalıyız!» dediler. Yanlış yere gelmediklerini anlayınca da şöyle dediler: «–Yok yok, doğrusu biz felâkete uğramışız!» En insaflıları ise: «–Ben size Allâh’ı tesbîh etmenizi söylememiş miydim!» dedi. «–Rabbimizi tesbîh ederiz; doğrusu biz (kendi kendimize) yazık etmişiz!» dediler. Ardından, birbirlerini kınamaya başladılar. Nihâyet şöyle dediler: «–Yazıklar olsun bize! Gerçekten biz azgın kişilermişiz! Belki Rabbimiz, bize bunun yerine daha iyisini verir. Çünkü biz (artık) Rabbimizi (O’nun rızasını) arzuluyoruz.»” (el-Kalem, 26-32)
Bu âyetlerde fakirin, garibin öşür hakkını vermemek için onlara hîlekârlık yapan merhametsiz bahçe sâhiplerinin hazin âkıbetlerini bir ibret olarak Cenâb-ı Hak ne güzel bildiriyor. Kalblerdeki bütün niyetler Cenâb-ı Hakk’a açıktır. O’nun azameti, her şeyi kaplamıştır.
Allâh Teâlâ bu kıssayı şu mühim îkâz ile nihâyete erdirir:
“İşte azap böyledir. Âhiret azâbı ise, elbette daha büyüktür. Keşke bilselerdi!” (el-Kalem, 33)
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Nebiler Silsilesi 2, Erkam Yayınları