Ashâb-ı Kirâmın Gençliği
Gençlik, Allah Teâlâ’nın kullarına lûtfettiği en büyük nimetlerden biridir. Gençlik devrinde insanın bedeni gibi aklı, zekâsı, hâfızası, idrâki, anlayışı ve hissiyâtı da en kuvvetli hâlinde olur. Bu sebeple dürüst bir şekilde çalışan genç adam, Allah Teâlâ’nın izniyle dâimâ başarılı olur.
En hayâtî kararlar ancak gençlikte alınabilir. Zira genç bir insan, farklılıklara ve yeni gelişmelere yaşlı birinden daha çabuk intibak eder. Bu sebeple İslâm’ın ilk günlerinden îtibâren gençler, Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’e daha çabuk tâbî oldular. Buna mukâbil Ebû Leheb, Ebû Cehil, Ümeyye bin Halef, Velid bin Muğîre, As bin Vâil gibi kalpleri zindana dönmüş olan sabit fikirli yaşlıların çoğu ise, İslâm’a şiddetle karşı çıktılar, bir türlü teslim olamadılar. Medîne-i Münevvere’de ise Buâs Harbi’nde yaşlılar ve kabile reisleri öldüğü için liderlik ve kibir yarışı hafiflemiş, gücü ve idâreyi kaybetme korkusu azalmıştı. Geri kalan gençler lider oldular ve farklı çözümler aramaya başladılar. Efendimiz (s.a.v)’in dâvetiyle karşılaşınca da kolayca İslâm’ı kabul ettiler. İslâm için çok mühim bir dönüm noktası olan Hicret’i onlar gerçekleştirdi. Bütün Arap kabilelerini karşılarına almayı göze alarak Peygamber (s.a.v) Efendimiz’i Medîne’ye dâvet ettiler. Bu uğurda canlarını ve mallarını ortaya koydular.
GENÇ YAŞTA MÜSLÜMAN OLAN SAHABELER
Mübârek dinimiz, bu gençlerin gönül iklîminde inkişâf etti. Çoğu, çocuk denecek kadar genç yaşta Müslüman olan ashâb-ı kirâm, küçük yaşlarda dinleri uğrunda nice meşakkatlere katlandılar. Onların aşk ve fedâkârlıkla îfâ ettiği hizmetler sâyesinde, nice beldeler hidâyetle nurlandı ve İslâm ahlâkıyla huzûra kavuştu. Önce Mekkeli, sonra da Medineli gençler bu hususta emsalsiz bir destân yazdılar.
Abbas (r.a), 2. Akabe Bey’atı’na gelen Medîneli hey’etin yüzlerine bakınca onların hiç tanımadığı insanlar olduğunu görmüş ve endişeyle Peygamber Efendimiz’e şöyle demiştir:
“‒Ey kardeşimin oğlu! Sana gelen şu insanlar kimdir bilmiyorum! Hâlbuki ben Yesrib ehlini tanırım… Bunlar benim tanımadığım insanlar, bunlar hep genç!” (Ahmed, III, 339)
HAZRET-İ EBÛ BEKİR'İN OĞLU ABDULLAH
Hicret esnâsında Rasûlullah (s.a.v) ile Ebû Bekir (r.a) Sevr Dağı’ndaki bir mağaraya çıkıp orada üç gece gizlenmişlerdi. Hz. Ebû Bekir’in oğlu Abdullah (r.a), karanlık basınca gelir ve geceyi onların yanında geçirirdi. (Sabaha yakın ortalık aydınlanmadan Mekke’ye dönerdi.) Abdullah mahâretli, çabuk kavrayan, akıllı bir gençti. (Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 45)
Enes (r.a) şöyle buyurur:
“Allah Rasûlü (s.a.v) Medîne’ye geldi. Oʼnun ashâbı içinde Hz. Ebû Bekir’den başka saç ve sakalında beyazlıklar olan kimse yoktu. Hz. Ebû Bekir de saç ve sakalını kına ve ketem bitkisiyle boyamıştı.” (Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 45)
11 YAŞINDA VE ON BEŞ GÜNDE İBRANİCE ÖĞRENEN SAHABE
Rasûlullah (s.a.v) Medîne’ye hicret ettiğinde, Zeyd bin Sâbit (r.a) 11 yaşında bir yetimdi. Kendisi şöyle anlatır:
“Rasûlullah (s.a.v) Medîne’ye geldiğinde beni huzûruna götürdüler. Rasûlullah (s.a.v) beni sevdi ve beğendi. Oradakiler:
«–Yâ Rasûlallah! Bu Neccâroğulları’ndan bir gençtir. Allah’ın sana inzâl buyurduğu sûrelerden on yedi tanesini ezbere biliyor» dediler.
Bu durum Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in çok hoşuna gitti. Bana:
«–Zeyd, benim için yahûdilerin diliyle yazmayı öğreniver. Vallahi ben yazı husûsunda yahûdilere güvenmiyorum» buyurdu.
On beş gün geçmeden onların yazısını öğrendim, hattâ bu konuda epeyce mahâret kazandım. Artık yahûdiler Rasûlullah (s.a.v)’e mektup yazdıklarında onu kendisine okuyuveriyordum. Efendimiz (s.a.v) bu mektuplara cevap yazdırmak istediğinde de onun adına yazıveriyordum.” (Ahmed, V, 186. Bkz. Buhârî, Ahkâm, 40; Ebû Dâvûd, İlim, 3/3645; Tirmizî, İstizan, 22/2715)
GENÇ YAŞTA FETVA VEREN SAHABİLER
Allah Rasûlü (s.a.v) -kendisi hayattayken bile- Hz. Ali, Abdurrahman bin Avf, Abdullah bin Mes’ud, Zeyd bin Sâbit gibi genç sahâbîlere, fetvâ verme salâhiyeti tanımıştır. Vahiy kâtiplerini umûmiyetle gençlerden seçmiştir. İslâm’a davet mektuplarını gençlere yazdırmış ve onlarla göndermiştir.
Meselâ Rasûlullah (s.a.v) yaptığı antlaşmaları umûmiyetle Hz. Ali’ye yazdırırdı. O ayrıca, şahıslarla ilgili yazıları ve mülk fermanlarını da yazardı.[1]
21 YAŞINDA YEMEN'E VALİ OLAN MUAZ BİN CEBEL
Allâh Rasûlü (s.a.v) bir gün, yanında Muhâcirlerden ve Ensâr’dan bâzı kişilerle Kureyş ve Kureyş dışındaki gençlerden bâzıları bulunduğu hâlde Muâz bin Cebel’i Yemen’e vâli olarak uğurlamaya çıkmıştı. Muâz bin Cebel hayvan üzerinde gidiyor Rasûl-i Ekrem Efendimiz ise yanı sıra yaya yürüyor ve kendisine bazı tavsiyelerde bulunuyordu. Muâz (r.a):
“–Yâ Rasûlallâh! Ben binitliyim, sen ise yaya yürüyorsun! Ben de inip Seninle ve Senin ashâbınla birlikte yürüsem olmaz mı?” dedi. Efendimiz:
“–Ey Muâz! Allâh yolunda attığım şu adımlarım için sevap umuyorum.” buyurdu. (Diyârbekrî, Hamîs, II, 142)
Bİ'R-İ MÂÛNE HADİSESİ VE GENÇ SAHABİLERİN VEFATI
Enes (r.a) şöyle buyurur:
“Ensâr’dan 70 genç vardı, Kurrâ diye isimlendirilirlerdi. Mescid’de bulunurlardı, akşam olup hava karardığında Medîne-i Münevvere’nin kenârında tâyin ettikleri bir yere çekilirler, orada sabaha kadar Kur’ân-ı Kerîm dersi yapar, onun mânâlarını anlamak için uzun uzun müzâkerelerde bulunurlar ve uzun uzun namaz kılarlardı. Âileleri onların Mescid’de olduğunu, Mescid’deki Ehl-i Suffe de gençlerin evlerine gittiğini zannederlerdi. Sabah olduğunda gücü olan gençler civardaki kuyulardan Mescid’e tatlı su getirir, dağdan odun getirip bunları Rasûlullâh (s.a.v) Efendimiz’in odasının duvarına dayarlardı. (Efendimiz [s.a.v]’in ihtiyacı dışındaki odunları satıp Ehl-i Suffe’ye yiyecek alırlardı.) Mâlî imkânı yerinde olan gençler de toplanıp bir koyun satın alır, onu hazırlayıp pişirir ve yine Efendimiz (s.a.v)’in odasının duvarına asarlardı. (Bu şekilde imkânları nisbetinde infâk eder ve muhtaç mü’minlere ikramlarda bulunurlardı.)
Nebî (s.a.v) onların hepsini muallim olarak Arap kabîlelerine gönderdi. Onlar Bi’r-i Maûne’de ihânete uğradılar. Hâinlerle çarpışarak şehîd oldular. Allah Rasûlü (s.a.v) Efendimiz’in onlara üzüldüğü kadar hiçbir şeye üzüldüğünü görmedim. Bu hâdise Efendimiz (s.a.v)’e o kadar ağır geldi ki Kurrâ’nın kâtillerine (bir ay boyunca) sabah namazından sonra bedduâ ettiler.”[2]
Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in yanında Ensâr’dan yirmi kadar genç bulunurdu. (Bir ihtiyacı olursa hemen koşmak için hazır beklerlerdi.) Ureyneli kâtiller cinâyet işleyip kaçtıklarında, onları yakalamak için bu gençleri göndermişti. (Müslim, Kasâme, 13)
GENÇLİK HAZİNESİ
Abdurrahman bin Avf (r.a) şöyle buyurur:
“Rasûlullah (s.a.v)’in ashabından dördümüz veya beşimiz, herhangi bir ihtiyacı olabilir diye, gece-gündüz nöbetleşe onun yanında kalırdık.” (Ebû Yaʻlâ, Müsned, II, 164/858)
Ashâb-ı kirâm, gençliği, maddî-mânevî kazanç mevsimi, gençleri de hassâsiyetle korunması gereken elmaslar gibi görmüşlerdir. Gençlik çok değerli bir hazine ve çok kıymetli bir cevher olduğu için o nisbette büyük bir titizlik ve hassâsiyetle muhâfaza edilmelidir. Aksi takdirde insan ve cin şeytanları bu hazineyi çalar ve menfûr emelleri istikâmetinde çarçur ederler.
Dipnotlar: [1] İbn-i Sa’d, I, 267, 268, 272, 274, 285; İbn-i Abdilberr, İstiâb, I, 69, İbn-i Esîr, Üsdü’l-Gâbe, I, 62. [2] Bkz. Ahmed, III, 235, 137; Buhârî, Cenâiz, 41, Cihâd 9, Vitr 7, Meğâzî 28; Müslim, İmâre, 147.
Kaynak: www.kuranvesunnetyolunda.com