Ashab-ı Kiram'ın Peygamber Sevgisi

Ashâb-ı kirâm, Peygamber Efendimiz’i canlarından, mallarından ve akrabâlarından daha çok severlerdi.

Sahabiler, Oʼna hitâb ederken hep; “Anam-babam, canım, her şeyim Sana fedâ olsun yâ Resûlâllah!” diyerek muhabbet ve bağlılıklarını izhâr ederlerdi. Efendimizʼin bir arzusunu yerine getirebilmeyi canlarına minnet bilir, bu şerefe nâil olabilmek için Oʼnun emirlerini büyük bir aşk ve iştiyakla beklerlerdi.

ASHAB-I KİRAM'IN EFENDİMİZ'E OLAN MUHABBETİ

Enes -radıyallâhu anh- şöyle der:

“Ashâb-ı kirâm için, Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’den daha sevimli başka bir kimse yoktu.” (Ahmed, III, 132, 250-251)

Câbir -radıyallâhu anh- da ashâbın Peygamber Efendimizʼe olan muhabbet ve hürmetinin seviyesini şöyle ifâde eder:

“Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- onlara gözlerinden daha kıymetli ve sevimli idi. Efendimiz’e rahatsızlık veririz korkusuyla yanına iyice yaklaşamazlardı.” (Dârimî, I, 28-29; Ahmed, III, 397-398)

Bir seferden döndüklerinde önce Efendimiz’in yanına uğrar, Oʼnun mübârek yüzüne doya doya bakar, kendisine selâm ve hürmetlerini arz eder, daha sonra evlerine giderlerdi. (Tirmizî, Menâkıb, 19/3712; Ahmed, IV, 437-438)

Ashâb-ı kirâm, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’den uzak kalmaya hiç dayanamazlardı. Birisi Efendimiz’i bir gün göremediğinde, dışarı çıkıp Oʼnu görünceye kadar arardı. Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- onlara herhangi bir istekleri olup olmadığını sorduğunda; onlar, kıyâmet günü Efendimiz’in yakınında olmaktan başka bir şey talep etmezlerdi.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in yaşadığı evden daha yüksek bir yere çıkmak istemezlerdi.

ÜMMÜ HABÎBE VALİDEMİZİN ÎMÂNI

Efendimiz’e âit eşyalara da son derece tâzîm gösterir, onlara müşriklerin dokunmasına müsâade etmezlerdi:

Müslümanlarla yaptıkları sulh anlaşmasını büyük bir katliamla bozan Mekkeli müşriklerin temsilcisi olarak Medîneʼye giden Ebû Süfyan, kızı Ümmü Habîbe vâlidemizin evine de uğramıştı. Fakat Allah Resûlüʼnün zevcesi Ümmü Habîbe vâlidemiz, evine kadar gelen babasının oturmak istediği minderi altından çekip aldı. Ebû Süfyan şaşırdı. Hayretle:

“–Kızım, minderi mi bana, beni mi mindere lâyık görmedin?” diye sordu.

Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in sevgisinde fânî olan Ümmü Habîbe vâlidemiz, şöyle cevap verdi:

“–Bu minder, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e âittir. Bunun için sen necis bir müşrik olarak ona oturmaya aslâ lâyık değilsin!”

Ebû Süfyan işittiği bu cevap karşısında âdeta donup kaldı:

“–Kızım, sen bizden ayrılalı bir acâip olmuşsun!” dedi. Fakat Ümmü Habîbe vâlidemiz:

“–Hayır, Allah beni İslâm ile şereflendirdi.” diyerek îmânın her şeyin üzerinde olan ulvî değerini hatırlattı. (İbn-i Hişâm, IV, 12-13)

HÂLİD BİN VELİD'İN ADANMIŞLIĞI

Büyük İslâm kumandanı Hâlid bin Velid -radıyallâhu anh- da içinde Efendimiz’in mübârek saç ve sakalı bulunan sarığı yere düştüğünde, kâfirlerin ona basmaması için kendisini düşman askerlerinin içine atmıştı. (Taberânî, Kebîr, IV, 122)

Gönül iklimleri aşk-ı Peygamberî ile âbâd olmuş sahâbîler, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in meclisinde otururken sanki başlarının üzerinde bir kuş varmış da, ses çıkarsalar veya kımıldasalar uçuverecekmiş gibi sükûnet ve huzur içinde durur, Efendimiz’i büyük bir dikkatle ve anlamaya çalışarak dinlerlerdi.

Efendimiz’in yanında kesinlikle seslerini yükseltmezler, yüksek sesle konuşan olursa hemen onu îkâz edip sesini alçaltmasını söylerlerdi. Hazret-i Ebû Bekir, Hazret-i Ömer gibi büyük sahâbîler bile Efendimiz’e bir şey söylerken sanki bir sır söylüyormuş gibi hafif sesle konuşurlardı.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Fahr-i Âlem - Habîbi Hüdâ Hz. Muhammed Mustafâ, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

SAHABENİN PEYGAMBER SEVGİSİNE ÖRNEKLER

Sahabenin Peygamber Sevgisine Örnekler

SAHABENİN PEYGAMBERİMİZE OLAN SEVGİ VE BAĞLILIĞI

Sahabenin Peygamberimize Olan Sevgi ve Bağlılığı

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.