Ashâb-ı Kirâm’ın Züht Hayatı

Zühd, dünyaya lâyıkından fazla değer vermeme, rağbet etmeme, kanaatkâr olma, her türlü dünyevîve, nefsânî zevke karşı koyarak kendini ibadete vermektir. Lâkin zühd, bu dünyadan tamamen el çekmek olarak anlaşılmamalı, dünyevi şeyleri gönle sokmadan takva ikliminde yaşamak şeklinde idrak edilmelidir.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, ashâbına da hep âhireti hatırlatır ve oraya hazırlanmalarını tavsiye ederdi. Vahiy kâtiplerinden olan Hanzala  -radıyallâhu anh-  şöyle anlatır:

Bir gün Hazret-i Ebû Bekir  -radıyallâhu anh-  beni (ağlarken) gördü ve:

“Neyin var ey Hanzala?” diye sordu. Ben de büyük bir teessür ve endişe içinde:

“Hanzala münâfık oldu!” dedim.

“Sübhânallah! Sen ne söylüyorsun!?” deyince:

“Biz, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yanında iken öyle bir hâle geliyoruz ki bize Cennet ve Cehennem’i hatırlatarak öğüt verdiğinde, âdeta Cenâb-ı Hakk’ı, Cennet ve Cehennem’i gözümüzle görüyormuş gibi oluyoruz. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in huzûr-i âlîlerinden çıkıp çoluk-çocuğumuz ve dünyevî maîşetimizle meşgul olmaya dalınca, içinde bulunduğumuz hissiyâtın çoğunu kaybediyor, Efendimiz’in nasihatlerini unutuyoruz.” dedim.

Hazret-i Ebû Bekir  -radıyallâhu anh-:

“Vallâhi, buna benzer hâller bizde de oluyor.” dedi.

Bunun üzerine ikimiz kalkıp doğru Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-  Efendimiz’in huzûruna vardık ve durumu kendisine arz ettik. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-  Efendimiz şöyle buyurdular:

“Canım kudret elinde olan Allâh’a yemin ederim ki siz benim yanımdaki ve zikir esnâsındaki hâlinizi devamlı muhâfaza edebilseydiniz; melekler, yataklarınızın üzerinde ve yollarda (yani gece gündüz) sizinle musâfaha eder, sizi tebrik ederlerdi. (Üç defa tekrarlayarak):

Ey Hanzala! Bâzen öyle, bâzen de böyle olur!” (Müslim, Tevbe, 12-13)[1]

Bu rivâyetten anlaşıldığına göre mü’min, ashâb-ı kirâmın yaptığı gibi dâimâ Rabb'ini hatırlamak sûretiyle, elinden geldiği kadar kendini gafletten korumanın gayreti içinde olmalıdır.

Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-ʼa:

“Nedir bu hâlin ey Ali, kabirleri komşu edindin?!” dediklerinde şu cevâbı verdi:

“Onların sâdık komşular olduğunu gördüm! Zira hiçbir kötülük yapmıyorlar ve âhireti hatırlatıyorlar!” (İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, VII, 102/34514)

Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:

“Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-  Efendimiz’e:

«Ey Allâh’ın Rasûlü! Bize ne oluyor ki Siz’in yanınızdayken kalplerimiz yumuşuyor, dünyaya karşı zâhid oluyor, âdeta âhiret ehlinden oluyoruz. Fakat Siz’in huzûr-i âlînizden çıkıp âilelerimizin arasına karıştığımız ve çocuklarımızı kokladığımız zaman, hâlimiz değişiyor. 'Nasıl böyle değiştik?!' diye içine düştüğümüz duruma inanamıyoruz.» diye hâlimizden şikâyet ettik.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-  Efendimiz şöyle buyurdular:

«Siz benim yanımdan çıktığınız vakit, yanımdaki hâlinizi muhâfaza edebilseydiniz, melekler sizi evlerinizde ziyaret ederlerdi…»” (Tirmizî, Cennet, 2/2526)

Yine Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in, zühd ikliminde yaşayabilmeyi kolaylaştırmak için ümmetine yaptığı tavsiyelerden biri şöyledir:

“Hayat şartları sizinkinden daha aşağı olanlara bakınız; sizden daha iyi olanlara bakmayınız! Bu, Allâh’ın üzerinizdeki nîmetini hor görmemeniz için daha uygun bir davranıştır.” (Müslim, Zühd, 9)

“…Kim dîni hususunda kendisinden üstün olana bakıp ona tâbî olur, dünyası hususunda da kendinden aşağı olana bakıp Allâh’ın kendisine vermiş olduğu üstünlüğe hamd ederse, Allah o kişiyi şükredici ve sabredici olarak yazar…” (Tirmizî, Kıyâmet, 58/2512)

Peygamber Efendimiz’in ve ashâbının hayat tarzı bize şunu telkîn ediyor ki;

Bir Müslüman, dünya malını kazanmalı, onu israfa kaçmadan kifâyet miktârınca kullanmalı, şahsî ihtiyaçlarının miktârını insaf sınırları içerisinde belirlemeli ve ihtiyacından fazlasını infâk ederek Cenâb-ı Hakk’ın rızâsına nâil olmaya gayret etmelidir. Elinden, dilinden, gönlünden bütün mahlûkat istifâde etmelidir. Müslümanların, bu idrâk üzere zengin olmaları güzel bir şeydir. Zira kalpte bir yeri olmamak ve kullanırken isrâfa kaçmamak şartıyla pek çok mal ve mülke sahip olmak, zühd ve takvâya aykırı değildir. Buna mukâbil muhabbeti gönle giren ve bundan dolayı da putlaşma temâyülü gösteren az bir mal bile zühd ve takvâya aykırıdır.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Altın Silsile, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.