Ashab-ı Sebt (Cumartesi Ashabı) Kimdir?
Kuran'da bahsi geçen Ashab-ı Sebt (Cumartesi Ashabı) kimdir? Neden helak edildiler? Prof. Dr. Ömer Çelik anlatıyor...
A'râf suresi 163: Rasûlüm! O yahudilere deniz kenarında bulunan şehir halkının başına gelenleri sor: Onlar Cumartesi günü Allah’ın koyduğu balık avlama yasağını alenen çiğniyorlardı. Çünkü balıklar onlara Cumartesi günü sürüler hâlinde su yüzünde görülerek geliyorlardı. Cumartesi dışındaki günlerde ise gelmiyorlardı. Kendileri için konan hükümleri açıktan çiğneyip durmaları sebebiyle onları böyle imtihan ediyorduk.
A'râf suresi 164: İçlerinden bir grup: “Allah’ın dünyada helâk edeceği veya âhirette çok şiddetli bir şekilde azap edeceği bir gürûha ne diye boş yere öğüt verip duruyorsunuz?” dedi. Öğüt verenler ise: “Rabbinize karşı tebliğ sorumluluğumuzdan kurtulmak için; bir de belki onlar da Allah’ın yasaklarını çiğnemekten sakınırlar diye böyle yapıyoruz” şeklinde cevap verdiler.
A'râf suresi 165: Onlar, kendilerine yapılan uyarıları tamâmen kulak ardı ettiler. Biz de kötülükten sakındıranları kurtardık; zulmedenleri ise, alışkanlık hâline getirdikleri günahlar yüzünden dehşetli bir yoksulluk azabıyla cezalandırdık.
A'râf suresi 166: Yine onlar, iyice azgınlaşıp, kendilerine yasaklanan şeyleri küstahça işlemeye devam edince, biz de onlara “Aşağılık maymunlar olun!” dedik.
Kendilerinden sorulması istenen kimseler, Resûlullah (s.a.v.) döneminde yaşayan yahudilerdir. Sorudan maksad ise, soranın bilmediği bir şeyi öğrenmeye çalışması değil, bilakis Resûlullah (s.a.s.)’in onları, eskiden beri nankör olduklarını, Allah’ın koyduğu sınırları tecavüz ettiklerini ve seleflerinden gördükleri şekilde peygamberlere muhalefetlerini ikrara zorlaması ve bu yolla onları kınamasıdır. Ayrıca Peygamberimiz, bu kıssayı doğru bir şekilde anlatarak, kendisinin, bilmediklerini vahiy yoluyla öğrenen gerçek bir peygamber olduğunu ispatlayan bir mûcize göstermiştir.
Âyette bahsedilen yer, Medyen ile Tûr arasında bulunan Eyle kasabasıdır. Cumartesi, yahudilerin kutsal günüdür. O günde çalışmak ve dolayısıyla avlanmak yasaktı. İsrâil oğullarından Eyle kasabası halkı, Cumartesi günü bütün işleri tatil edip ibâdet etmeleri gerektiği hâlde balık avlıyorlardı. Cumartesi yasağına uydukları gün, balıklar onlara açıktan açığa sürüler hâlinde gelirdi. O gün saldırıya uğramamaya alıştıkları ve kendilerine dokunulmayacağını hissettikleri için kaçmıyorlardı. Diğer günlerde ise gelmiyorlardı. Allah’ın emirlerini hiçe sayan bu halk, Cumartesi günleri balıkların akın akın gelmesine imrendiler, hırslarını yenemediler ve balıkları avlamaya başladılar.
Bir müddet sonra halk ikiye ayrıldı. Bir kısmı yasakları çiğneyen günahkâr kimseler, diğer kısmı da dindar ve iyiliksever insanlardı. Fakat sâlihler azınlıkta kalmışlar ve âsilere söz geçiremez, onları önleyemez olmuşlardı. Nihâyetinde iyiler de kendi aralarında iki gruba ayrıldılar. Bir grup uğraşıp didindi, her yolu ve usûlü deneyerek zahmetler çekti, nasihat etti, sonunda bıkarak ümitsizliğe kapıldı. Sayıca çok az denecek bir başka grup daha vardı ki onlar ümitsizliğe kapılmadan, bütün zorluklara göğüs gererek ve her türlü zahmete katlanarak o söz dinlemez halka vaaz ve nasihate devam ettiler. İşte o ümitsizler grubu:
“– Ne diye kendinizi boşuna yoruyorsunuz? Bu söz dinlemez azgınlara niçin boş yere nasihat edip duruyorsunuz?” diyerek bunları tebliğden vazgeçirmeye çalıştılar. Diğerleri ise bu menfî telkinlere aldırış etmeyip âhiretteki hesâbı düşünerek, tebliğ vazifelerini yaptıklarına dair ellerinde Allah Teâlâ’ya arzedecekleri bir mazeret olması için; bir de o insanların azgınlıktan vazgeçebilecekleri ümidiyle tebliğe devam ettiler.
Aslında dini tebliğ, her müslüman için son nefesine varıncaya kadar pek mühim bir vazifedir. Ne kadar günahkâr olurlarsa olsunlar, insanların doğru yola ulaşmasını arzu etmek ve bu husûsta ümitsizliğe düşmemek gerekir. Bu güne kadar hiç söz dinlemeyen bir kısım insanlar belki yarın söze kulak verip günahlardan sakınmaya başlayabilir. Yasakları bütünüyle terk etmese bile, onların bir kısmından uzaklaşarak bu sâyede çekeceği azâbı hafifletebilir. Dolayısıyla hangi durum ve şartlar altında olursa olsun tebliğ yapmaya ve öğüt vermeye devam etmek, bunları tamâmen terk etmekten evlâdır. Zira tebliği bütünüyle terketmek ümit kapısını tamamen kapatmak anlamına gelir. Bu ise İslâm’ın yasakladığı son derece hazin bir durumdur. Şurası açıktır ki, hiç bir mukâvemetle karşılaşmayan fenâlıklar, daha süratli yayılır. O halde herhangi bir fenalığı ortadan kaldırmak mümkün olmasa bile, hızını azaltmanın önemi de göz ardı edilmemelidir. (bk. Elmalılı, Hak Dini, IV, 2313)
Netice şöyle oldu:
Kasaba halkı, bu kadar nasihat ve hatırlatmalara rağmen yine de yasağı çiğnemekten vazgeçmediler. Uyarılara aldırış etmediler. Bunun üzerine Allah Teâlâ, tebliğ vazifesine devam edip kötülüklerden sakındıranları kurtardı. Günah, isyan ve azgınlığı itiyat haline getiren zâlimleri ise cezalandırdı. Onları kıtlık, fakirlik ve yoksullukla terbiyeyi murad etti. Fakat yine de uslanmadılar. Aksine azdıkça azmaya ve kendilerine yasak kılınan şeyleri ısrarla ve küstahça işlemeye devam ettiler. Buna engel olmak isteyenlere de kin besleyip düşmanlık yapmaya başladılar. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak onları, her taraftan hoşt hoşt diye kovulan alçak, zelil ve aşağılık maymunlara çevirdi. (bk. Bakara 2/66; Mâide 5/60, 78)
Kaynak: Prof. Dr. Ömer Çelik Tefsiri