Asıl Keramet Nedir?
Keramet nedir veya ne demektir? Velilerin kerametleri olur mu? Evliyanın kerameti hak mıdır? Evliyaların kerametlerini göstermesi gerekir mi? En güzel keramet hangisidir? Asıl keramet nedir? Tasavvufta keramet gösterme ve sırrın ifşa olması…
Kelime anlamı itibariyle “iyi, ahlaklı ve cömert olmak” anlamına gelen keramet, kelimesi mastar olup terim olarak “Allah’ın salih, takva sahibi, veli kullarından zuhur eden olağanüstü haller” anlamına gelmektedir. Ehl-i Sünnet ve Cemaat akidesine göre peygamberlerin mucizeleri ve velilerin kerametleri hak yani gerçektir. Kitap ve Sünnetle sabittir. (Bkz. Ebu Hanife, Fıkhu’l Ekber, 17; İbrahim Cücük, Delilleriyle Ehl-i Sünnet Akaidi, s. 608)
Nasıl müçtehit düzeyindeki fıkıh âlimlerimiz fıkhî meseleleri delilleriyle açıklığa kavuşturmuşlarsa Akaid âlimlerimiz de itikadî meseleleri açıklığa kavuşturmuşlardır. Abdestin farzlarını tekrar tekrar tartışmamıza gerek olmadığı gibi asırlardır kabul görmüş temel Akaid meselelerini de tekrar tekrar tartışmaya gerek yoktur. Unutmayalım ki her şeyi tartışmaya açanların ne zaman nerelere savrulacakları belli olmaz.
VELİLERİN YOLU
Bizler mezheplere itibar etmeyen bazı kimselerin yaptığı gibi bir takım ucu açık yorumlarla evliyanın kerametini inkâr edenlerden olamayız. Bizim bu konuda benimseyebileceğimiz yaklaşım ancak şöyle olabilir: Bir konu temel Akaid metinlerinde geçiyorsa bizim için bu bir inanç meselesidir ve aynı zamanda bağlayıcıdır da. Dolayısıyla mü’minler olarak bizler İmam Tahavi’nin de dediği gibi; “Velilerin kerametlerinden ve güvenilir râvilerden gelen rivayetlerine ait şeylere iman ederiz.” (Tahavi Akaidi, 52; İbrahim Cücük, Delilleri ile Ehli Sünnet Akaidi, s. 628)
Kerametin hak olduğunu ifade etmek, kişileri yüceltmek ya da velilere olduklarından fazla bir paye vermek anlamına da gelmez. Velilerin yolu bizi Hazreti Muhammed Mustafa sallallâhu aleyhi ve sellem’in yoluna ulaştırdığı için güzeldir. Tasavvuf ise baştan sona o yola ulaşma çabasıdır. Burada şu inceliğe dikkat çekmek gerekir. Velinin velayeti Peygamberi ikrar etmesinden kaynaklanırken, kerameti ise bağlı olduğu peygamberin bir mucizesi olarak değerlendirilmiştir. Bu konuda Hanefi kelamcılarından İmam Nesefi şöyle bir açıklama yapar:
“Evliyanın kerametleri haktır. Keramet, uzak mesafeleri çok kısa bir anda geçmek ve ihtiyaç halinde yiyecek, içecek ve giyeceğin bir anda zuhur etmesi, su üzerinde yürümek, havada uçmak, cansız varlıklarla ve hayvanlarla konuşmak gibi olağanüstü biçimde velinin elinde zuhur eder. Velinin kerameti aynı zamanda tabi olduğu peygamberin mucizesidir. Çünkü gösterdiği keramet vesilesi ile bir kimsenin veli olduğu ortaya çıkar. Bir kimse dindarlığında hak üzere (dine bağlılığında sadık) olmazsa veli olamaz. Velinin dindarlığı, (dili ve kalbiyle tabi olduğu) peygamberin peygamberliğini ikrar etmekle olur.” (Nesefi Akaidi, 30; İbrahim Cücük, Delilleri ile Ehli Sünnet Akaidi, s. 640)
KERAMETİ GİZLEMEK ESASTIR
Kerametler velilerde görülmekle beraber hiçbir mutasavvıf kerameti veliliğin bir şartı olarak değerlendirmemiştir. Nice büyük evliyalarda pek az keramet görülmüş ya da onlardan keramet namına hiçbir şey zuhur etmemiştir. Tasavvuftaki kerameti gizleme prensibinden dolayı da bazı zatların kerametlerinden hiç bahsedilmemiştir.
Evliyanın pirlerinden Şah Nakşibendi Hazretlerine göre en büyük keramet kerameti örtmek ve gizlemektir. Kendisi de hayatı boyunca hep bu hassasiyeti sürdürmüştür. Hatta kendisine; “Sizden niçin bu kadar az keramet zuhur ediyor?” diye sorulduğunda şu cevabı vermiştir: “Omuzlarımızdaki bunca günah yüküne rağmen ayakta durabilmekten daha büyük keramet mi vardır?” (Bkz. Hasan Kamil Yılmaz, Altın Silsile, s. 116)
Konuyla ilgili Aziz Mahmut Hüdayi Hazretlerinin eserinde şu bilgilere yer verilmiştir: “Hazreti Ebubekir’in diğer ashaba karşı fazileti kabul edilmiş bir şeydir. Hatta hakkında; ‘Allah Tela cennet ehlinin hepsine bir tecelli eder. Hazreti Ebu Bekir için ise ayrıca tecelli eder’ denilmiştir. Bununla beraber kendisinden harikulade hiçbir şey nakledilmemiştir.” (Âlemin Yaratılışı ve Hazreti Muhammed’in Zûhuru, Çeviren: Kerim Kara, Mustafa Özdemir, İstanbul, 2003, s. 150)
Bu konudaki ölçüyü ifade etmek açısından İmam Sühreverdi’nin şu açıklamaları da oldukça önemlidir: “İstikamet sahibi bir kimseden keramet cinsi bir şey zuhur etse bu normal ve güzeldir. Şayet herhangi bir şey vaki olmazsa hiçbir önemi yoktur. Bu onun durumundan bir şey noksanlaştırmaz. Onu noksanlaştıran istikametin hakkını yerine getirmekteki bozukluklardır.” (Sühreverdî, Avârifu’l-Maarif, Tercüme: Yahya Pakiş- Dilaver Selvi, İstanbul 1988, s. 43)
ASIL GAYE İSTİKAMET
Tasavvufta keşif ve keramet sahibi olmak asıl gaye olarak değerlendirilmemiştir. Bilakis sufiler keramet düşkünlüğünü mübtedilere yani yolun başındakilere has olarak görmüşlerdir. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî bu konuda şöyle der: “Gaye ve niyeti sadece keşf ve keramet sahipliği olan bir mürit bu yolda ilerleyemez, yolda kalır ve matlubuna vuslat bulamaz. Keşf ve keramet sahibi olmaya mübtedîler rağbet ederler.” (Haydarîzâde İbrahim Fasih, el-Mecdü’t Tâlid fî Menâkıb-ı Şeyh Hâlid, İstanbul 1292, s. 17)
Mutasavvıflar keramete değil istikamete önem vermek gerektiğini söylemiş ve bağlılarını kerametler hususunda uyarmışlardır. İstikamete önem verilmediği takdirde kerametlerin insanın ayağını kaydıran bir tarafının olabileceğini hatırlatmışlardır. Necmüddin Dâye bu konuda şunları söyler: “Nice samimi sâlik, aşka düşmüş tâlib ruhların harabelerinde keramet kadehinden dolu dolu içip mest olurlar, bu içkinin tadını alıp sarhoşluğun verdiği şımarıklık ve gurura kapılırlar. Hiçbir zaman ayık hale gelemez, akıllarını başlarına toplayamazlar.” (Dâye, Mirsâdu’l İbâd, s.220)
EN GÜZEL KERAMET
Sufiler istikamete o kadar önem vermişlerdir ki hatta “En güzel keramet istikamettir” sözü sufiler arasında meşhur olmuştur. Bu söze Kuşeyrî’nin Risale’sinde Ebî Ali Ez Zevcî’den naklettiği şu ifadelerde rastlıyoruz: “İstikamet sahibi olmayı iste. Kerameti değil. Çünkü senin Rabbin senden doğruluğu bekliyor ve doğru olmanı istiyor, keramet göstermeni değil. Taleb-i istikamet Rabbin rızasıdır. Taleb-i keramet nefsin hevasıdır. Ehl-i Hak olanın ise nefsin isteklerinden kaçınıp, Hakkın rızasına sığınması gerekir. En güzel keramet istikamettir.” (Kuşeyrî, Er Risâle, s.103)
İmam Kuşeyrî bir başka yerde konuyla ilgili şöyle der: “Bil ki evliyada zuhur eden kerametlerin en büyüğü devamlı olarak ibadet ve taat işlemeye muvaffak kılınmak, günahtan ve emre muhalefetten korunmaktır.” (Kuşeyrî, er-Risâle, s.475) Sehl bin Abdullah Et Tüsterî’nin şu sözü de zannedersem bu konudaki söylenmiş en güzel sözlerden biridir: “Muhakkak ki en büyük keramet, senin zemmedilmiş olan ahlâkını, Muhammedî ahlâka tebdil etmendir.” (Kuşeyrî, Er Risâle, s.180) Aynı hakikati Yunus Emremiz de şiir diliyle şöyle ifade eder:
Kerametim var diyen, halka sâlûsluk satan
Nefsin Müslüman etsin var ise kerameti
Görüldüğü gibi mutasavvıfların keramet konusundaki çizgileri oldukça nettir. Onlar her konuda olduğu gibi bu konuda da İslam şeraitini ve Peygamberimizin sünnetini ölçü almışlardır. Necmüddin Kübrâ Hazretleri; “Farz veya sünnetlerden herhangi birini terk eden kimse ateş de yutsa, denizin üzerinde de yürüse, havada da uçsa iyi biliniz ki, o davasında yalancıdır. Bu yaptıkları da keramet değildir” (Mustafa Kara, Din Hayat Sanat Açısından Tekkeler ve Zaviyeler, İstanbul 1990, 81) diyerek mutasavvıfların konuya bakışını özetlemiştir.
Kaynak: Aydın Başar, Altınoluk Dergisi, Sayı: 448