Asr-ı Saadette Cemaatleşme
Asr-ı Saâdet toplumunun en mühim husûsiyeti, akraba ve kabile asabiyetinin kaldırılıp yerine din kardeşliği şuurunun ikâme edilmesi ve toplumda muazzam bir birlik ve beraberlik hâlinin yaşanmasıdır. Bu beraberlik hâlinin günlük hayattaki en bâriz tezâhürü ise cemaatle kılınan namazlardır.
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir imam olarak cemaatini çok iyi tanır, namaza gelemeyen ashâbının eksikliğini hemen fark ederdi. “Filân kişi namaza geldi mi?”, “Falan arkadaşınız nerede?”, “Efendi, hizmetçin nerede?” diye sorardı. Hastaysa, ashâbını da yanına alarak ziyaretine gider, bir sıkıntısı varsa ilgilenir veya yanına çağırtıp meselesini hâllederdi.
CAMİ CEMAATİNE DEVAM ETMEK İMAN ALÂMETİ
Yine Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, ümmetini cemaate teşvik ederek şöyle buyururdu:
“Bir kimsenin câmilere gitmeyi îtiyad hâline getirdiğini görürseniz, onun îmanlı olduğuna şâhitlik edin. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
«Allâh’ın câmilerini ancak Allâh’a îmân edenler îmâr eder...» (et-Tevbe, 18)” (İbn-i Mâce, Mesâcid, 19)
Dolayısıyla cemaate devam etmek de mescidleri mâmur kılmak olduğundan, îman alâmetidir.
Ashâb-ı kirâmdan Abdullah bin Mes’ûd -radıyallâhu anh- şöyle buyurur:
“Vallâhi ben, nifâkı bilinen bir münâfıktan başka (cemaatle) namazdan geri kalanımız olduğunu görmemişimdir. Allâh’a yemin ederim ki (hasta) bir adam iki kişi arasında ayakta sallanır hâldeyken bile namaza getirilir ve onların iki taraflı desteğiyle safta durdurulurdu.” (Müslim, Mesâcid, 256-257)
EZANI DUYAR DUYMAZ NAMAZA KOŞANLAR
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- zamanında iki müslüman vardı. Bunlardan biri tüccar, diğeri de kılıç yapan bir demirciydi. Tüccar olan sahâbî, ezanı duyduğunda terazi elinde ise hemen bir kenara koyar, yerde ise olduğu gibi bırakıp doğruca Mescid-i Nebevî’ye giderdi.
Kılıç ustası da, çekiç örsün üzerindeyse o vaziyette bırakır, kılıca vurmak üzere kaldırmışsa arkasına atar ve hemen Mescid-i Nebevî’ye giderdi. İşte bu ve benzeri kişileri medhetmek üzere Allah Teâlâ şu âyet-i kerîmeyi indirdi:
“Onlar, ne ticaret ne de alışverişin, kendilerini Allâh’ı zikretmekten, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoyamadığı insanlardır. Onlar, kalplerin ve gözlerin dehşet içinde kalarak allak bullak olduğu bir günden korkarlar.” (en-Nûr, 37) (Kurtubî, XII, 184)
İbn-i Mes’ûd -radıyallâhu anh- bir gün çarşıda, ezanı duyar duymaz mallarını bırakarak namaza koşan insanlar görmüştü. Bunun üzerine şöyle dedi:
“–İşte bunlar, Allah Teâlâ’nın (az evvel zikredilen) Nûr Sûresi’nin 37. âyetinde medhettiği kimselerdir.” (Heysemî, VII, 83)
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Asr-ı Saâdet Toplumu, Erkam Yayınları