Asr-ı Saadette İbadet Titizliği
Asr-ı Saâdet toplumu, ibadetlerini büyük bir îtinâ ile îfâ eder, ancak hiçbir zaman kendilerini bu hususta yeterli görmezlerdi. Onlar dâimâ "Korku ile ümit arasında" yaşarlardı.
Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- diyor ki:
“Rablerine dönecekleri için yapmakta oldukları işleri kalpleri ürpererek yapanlar var ya, işte hayır işlerinde yarışanlar onlardır. Bunlar hayırda dâimâ önde giderler.” (el-Mü’minûn, 60-61) âyetleri nâzil olunca Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e:
“–Âyette zikredilenler, zinâ, hırsızlık ve içki gibi haramları işleyenler midir?” diye sormuştum. O da:
“–Hayır ey Sıddîk’ın kızı! Âyette anlatılmak istenenler, namaz kıldığı, oruç tuttuğu ve sadaka verdiği hâlde, yaptıkları bu ibadetlerin kabûl edilmemesinden korkan kişilerdir. İşte hayır işlerinde yarışan ve önde gidenler bunlardır.” buyurdu. (Tirmizî, Tefsîr, 23/3175; İbn-i Mâce, Zühd, 20)
ALLAH'IN RAHMETİNE SIĞINMAKTAN BAŞKA ÇARE YOK!
Müslüman için, bütün ibadetleri büyük bir titizlikle yerine getirmekle beraber, yine de bu hususta Allâh’ın rahmetine sığınmaktan başka bir çıkar yol yoktur. Çünkü dualarımız gibi amellerimiz de Hak katında kabûle muhtaçtır.
Naklolunduğuna göre Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- namaz vakti geldiğinde titrer ve rengi kireç gibi olurdu.
“–Sana ne oluyor, bu hâlin ne ey Mü’minlerin Emîri?!” diye soranlara:
“–Allah’ın bize lutfettiği emanetin vakti geldi. O emanet göklere, yere ve dağlara arz edildi de onlar korkup yüklenmekten kaçındılar. İnsanoğlu bu emaneti yüklendi.[1] Üzerime aldığım bu emaneti edâ edip edemeyeceğimi bilemiyorum!” derdi. (Serrâc, Lüma‘, s. 139)
[1] Bkz. el-Ahzâb, 72.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Asr-ı Saâdet Toplumu, Erkam Yayınları