Avrupa, Türkiye İle İpleri Tamamen Koparır mı?
Avrupa Birliği ile Türkiye arasında 2005 yılından bu yana sürdürülen üyelik müzakerelerinin askıya alınması seçeneği gündemdeki yerini koruyor.
Müzakerelerin askıya alınması gerektiğini düşünenlerin gerekçesini AB’nin eski Ankara Büyükelçisi Marc Pierini şu sözleriyle özetliyor; “Yeni Anayasa değişiklikleri ile Türkiye’nin AB’ye entegrasyonunu öngören siyasi proje sona erdi”
AB kararlarında ağırlığı olan Alman Hükümeti ise Türkiye ile diyaloğun sürdürülmesini, mevcut sorunların diyalog kapsamında ele alınmasını savunuyor. Referandum sonrası gerek Almanya’dan Angela Merkel’in ‘Saygılı bir ilişki geliştirmek istiyoruz” mesajı, gerekse Fransa’dan gelen seçimle ilgili düzensizliklerle alakalı olarak dillendirilen eleştirilerdeki düşük ton ve temkinli üsluba dikkat çekiliyor.
Bu temkinli yaklaşımın nedeni ise AB’nin terörle mücadele stratejisi ve mülteci politikalarında Türkiye’nin hayati rolü ve konumu. Bu durum, AB’nin Türkiye ile ipleri tamamen koparmasına mani oluyor.
İpleri tamamen koparamayacağı öngörülen ancak referandum sonuçlarını da kolay kolay hazmedemeyecek gibi gözüken AB ülkeleri bundan sonraki süreçte Türkiye ile olan ilişkilerinde nasıl bir seyir izleyecek peki?
AVRUPA'NIN TÜRKİYE'Yİ SIKIŞTIRABİLECEĞİ DÖRT STRATEJİ
Britanya’nın önde gelen dergilerinden Economist, anayasa referandumuna ilişkin analizinde şöyle bir değerlendirmede bulunuyor: “Erdoğan uzun süredir göz koyduğu güçlere şimdi sahip. Ama bu güçler, evde gerilim ve dışarıda yalnızlaşma gibi bir maliyetle geldi.” diyor.
Economist’in analizine yansıyan “Evde gerilim ve dışarıda yalnızlaşma” şeklinde özetlenen maliyet meselesini nasıl okumak gerekiyor? Bu maliyetin çerçevesini ve derinliğini çizmek mümkün mü?
Bu konudaki değerlendirmelere bakıldığında, Türkiye’nin gücünü, direncini kıracak, etkisini azaltacak onu kriminalize edecek bir iklim meydana getirilmeye çalışılacağı, bu noktada kimi Avrupa ülkelerinin ellerindeki dört stratejik kartı kullanabileceğine dikkat çekiliyor. Gazeteci ve strateji uzmanı Nihat Ali Özcan, AB’nin devreye sokması muhtemel elindeki dört stratejiyi şöyle özetliyor:
“Birincisi, “Kürt sorunu” olarak ambalajlanmış PKK kartı. Sadece Türkiye’de değil, AB üyesi ülkelerde ve Suriye’de bu kartın etkisini artıracak hamleler dikkat çekici.
İkincisi, FETÖ kartı. FETÖ elemanlarının dışarı taşıdıkları nefret, “bilgi ve belgeler”.
Üçüncüsü, Alevi meselesini kaşıyarak toplumu germek, enerjisini içeride tutmak.
Son olarak, AGİT benzeri kuruluşların yardımı ile “propaganda” savaşını sürdürerek “her şeyin/değerin” meşruiyetini erozyona uğratmak. AB için resim bu kadar net ise Türkiye için yapılması gerekenler de açık demektir.”
Alman Dışişleri Bakan Sigmar Gabriel’nin de referandum sonrası yaptığı açıklamada; “Yapmamız gereken, anayasa değişiklikleri lehinde oy kullanmayanları güçlendirmek. Ne de olsa Türkiye’de halkın yarısı, hatta belki daha fazlası bu değişikliklere karşı oldu, onları güçlendirmeliyiz…” ifadelerini kullanması son derece dikkat çekici. Alman bakan “anayasa değişiklikleri lehinde oy kullanmayanları güçlendirmekten” neyi kastediyor? Bu noktada Almanya’nın ya da genel anlamda AB’nin bundan sonraki süreçte “Hayır” bloğunu güçlendirme stratejisinin mahiyeti Türkiye-AB ilişkilerinin geleceği açısından büyük önem arz ediyor.
AB-TÜRKİYE ARASINDA KONTROLLÜ GERİLİM SÜREBİLİR
Gerek Economist’in “Evde gerilim ve dışarıda yalnızlaşma” diye özetlediği durumun derinleştirilmesi ihtimali gerekse Alman bakanın “Hayır” bloğunu güçlendirme açıklamaları önümüzdeki dönemde Türkiye’nin başını ağrıtacak riskleri işaret ediyor.
PKK sempatizanı Avrupalı siyasilerce hazırlanan ve referandumun meşruluğunu sorgulayan AGİT raporu benzeri adımlarla bundan sonraki süreçte daha çok karşılaşılabilir. Meşruluk sorunu olduğu algısı sürekli biçimde diri tutulmaya çalışılabilir. Batı medyasınca her geçen gün derinleştirilerek yürütülen şeytanlaştırma ve yalnızlaştırması strateji yine devam ettirilebilir. AB, bu stratejisi ile Türkiye’nin elindeki mülteci kozunu dengelemeye çalışacağını söylemek mümkün.
Velhasıl, bundan sonraki süreçte Türkiye-AB ilişkilerinde, stratejik hamlelerle kontrollü bir gerilimin süreceği öngörülebilir. Ancak AB, son kertede Türkiye üzerinde baskı kurarken, çıkarları gereği ipleri tamamen koparmayacaktır. Bu beklenti pek çok siyasi analizde de dillendiriliyor.
Türkiye’nin de benzer bir yol takip edeceğini söylemek mümkün. Referandum sonrası Ankara’nın hem içerideki kırılgan siyasi dengeleri hem de bölgesindeki oldukça kritik gelişmeleri göz önüne alarak AB ile ilişkilerde daha temkinli ve güç muhasebesi yapılmış bir politika takip edeceği beklentisi hâkim. Türkiye’nin AB serüveni bakalım nereye doğru evrilecek? Bekleyip göreceğiz.
Kaynak: Beytullah Demircioğlu, Altınoluk Dergisi, 375. Sayı