Ayetlerle Allah Kimleri Sevmez?
Allah (c.c) kimleri sevmez? Kuran, Allah'ın (c.c) hangi insanları sevmediğini bildiriyor?
Cenâb-ı Hak, sevdiği sıfatları haber verdiği gibi sevmediği vasıfları da beyân etmiştir ki bunlardan üzerimizde hiçbir eser kalmasın. Zira seven, sevdiğinin hoşlanmadığı şeylerden şiddetle kaçınmalıdır ki sevdiğinin iltifâtına ve muhabbetine mazhar olabilsin. Aksi takdirde muhabbet sarayına vâsıl olmak mümkün değildir. Zira îman, lâyıkına muhabbet ve müstahakkına nefreti gerektirir.
Haddi Aşanlar
Cenâb-ı Hak, kulları için bâzı sınırlar çizmiş, emir ve nehiylerde bulunmuştur. O hâlde mü’minlerin her hususta bu hududlara riâyet etmeleri îcâb eder. Cenâb-ı Hak bu sınırları aşanları sevmez. Âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulur:
“Size karşı savaş açanlara, siz de Allah yolunda savaş açın! Sakın aşırı gitmeyin, çünkü Allah haddi aşanları sevmez.” (el-Bakara 2/190)
“Ey îmân edenler! Allah’ın size helâl kıldığı iyi ve temiz şeyleri (kendinize) haram kılmayın ve haddi aşmayın! Allah haddi aşanları sevmez.” (el-Mâide 5/87)
“Rabbinize yalvara yalvara ve gizlice duâ edin! Bilesiniz ki O, haddi aşanları sevmez.” (el-A‘râf 7/55)
Fesâd Çıkaranlar
Îmânsız kimseler, insanlara hile ve tuzak kurmak, karışıklık çıkarmak, fitneleri körüklemek, insanların malına, şerefine ve haysiyetine zarar vermek gibi ifsâd edici hareketlere koşarlar. Cenâb-ı Hak böyle kimseleri sevmez. Âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulur:
“(Münâfık biri) iş başına geçtiğinde, yeryüzünde ortalığı fesâda vermek, ekinleri tahrip edip nesilleri bozmak için çalışır. Allah ise fesâdı sevmez.” (el-Bakara 2/205)
“Onlar (yahûdiler) yeryüzünde bozgunculuğa koşarlar; Allah ise bozguncuları sevmez.” (el-Mâide 5/64; el-Kasas 28/77)
Kâfirler
Allah Teâlâ’yı sevdiğini iddiâ eden bir kişinin Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’e itaat etmesi zarûrîdir. Bundan yüz çeviren kimsenin varacağı nokta ise küfürdür. Cenâb-ı Hak ise kâfirleri sevmez. Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
“De ki: Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin! Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez.” (Âl-i İmrân 3/32; er-Rûm 30/45)
Küfürde ve Günâhta Isrâr Edenler
Yüce Rabbimiz, fâizi şiddetle yasaklayarak kullarının bu günahtan uzaklaşmalarını emretmiştir. İlâhî emirleri dinlemeyip hâlâ bu büyük günahta ısrar edenleri ise hem küfürle vasıflandırmış hem de sevgisinden mahrum bırakmıştır. Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
“Allah Teâlâ faizi mahveder, sadakaları ise bereketlendirir. Allah küfürde ve günahta ısrar eden hiç kimseyi sevmez.” (el-Bakara 2/276)
Cenâb-ı Hak, faiz karışan malın bereketini giderir ve onu helâk eder. Sadakaların ise sevaplarını kat kat artırdığı gibi kendisinden sadaka verilen malı da bereketlendirir. Haramları helal sayan ve onları işlemeye devam edenleri ise sevmez. İnsan, işlediği günahların küçüklüğüne-büyüklüğüne değil, bu günahları işleyerek kime karşı isyân ettiğine bakmalıdır.
Zâlimler
Cenâb-ı Hak, muhtelif âyet-i kerîmelerde zâlimleri sevmediğini îlân etmiştir.[1] Îmanda ve cephede düşman karşısında sebât etmeyen, Allah’ın emirlerine riâyet etmeyen, cezâ verirken haddi aşan, insanların haklarını yiyen, hâsılı yapılması gerekeni yapmayıp, Allah’ın râzı olmadığı işleri yapan kimseler zâlimdir ve Allah Teâlâ hiçbir zâlimi sevmez.
Kibirli ve Övüngen Kimseler
Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:
“Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın! Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, ellerinizin altında bulunanlara (köle, câriye) iyi davranın! Allah kendini beğenen ve daima böbürlenip duran kimseyi sevmez.” (en-Nisâ 4/36)
“O, büyüklük taslayanları aslâ sevmez.” (en-Nahl 16/23)
“Küçümseyerek insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Zira Allah, kendini beğenmiş övünüp duran kimseleri asla sevmez.” (Lokmân 31/18)
“Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın! Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır. (Allah bunu) elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah’ın size verdiği nîmetlerle şımarmayasınız diye açıklamaktadır. Çünkü Allah, kendini beğenip böbürlenen kimseleri sevmez.” (el-Hadîd 57/22-23)
Âyet-i kerîmelerden anlaşıldığı üzere mü’minler mütevâzı olurlar. Allah Teâlâ’yı hiç unutmaz ve herşeyin O’nun elinde olduğunu bilirler. Mal, makâm, şöhret gibi şeyler onları şımartmaz. Kimseyi hor görmezler. Onlar, büyük bir tevâzu ile Allah’a ibadet eder, anne-babaları başta olmak üzere akrabalarına, komşularına, muhtaçlara ve Allah’ın diğer kullarına ellerinden geldiğince hizmet etmeyi ganimet bilirler.
Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:
“Servetine güvenip şımarma! Bil ki Allah şımarıkları sevmez!” (el-Kasas 28/76)
Fânî dünya malıyla sevinmek doğru değildir. Zira böyle bir hareket, insanı, dünyayı sevip ona bağlanarak âhiretten gâfil kalmaya ve muhabbetullahtan uzaklaşmaya götürür. Bu sebeple Allah Teâlâ, dünya süsleriyle sevinip şımaranları sevmez.
Hâinler
Cenâb-ı Hak, ilâhî emânetlere ve insanların emânetlerine ihânet eden, arkadan vuran ve sinsice işler yapan hâinleri sevmez. Âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulur:
“Kendilerine hıyanet edenleri savunma; çünkü Allah hâinliği meslek edinmiş günahkârları sevmez.” (en-Nisâ 4/107)
“(Antlaşma yaptığın) bir kavmin hainlik yapmasından korkarsan, sen de (onlarla yaptığın ahdi) aynı şekilde bozduğunu kendilerine bildir. Çünkü Allah, hâinleri sevmez.” (el-Enfâl 8/58)
“Allah, îmân edenlerden (müşriklerin gâilelerini) uzaklaştırır. Şu da muhakkak ki Allah, hâin ve nankörlerin hiçbirini sevmez.” (el-Hacc 22/38)
Kötü Sözü Açıkça Söyleyenler
Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:
“Allah kötü sözün açıkça söylenmesini sevmez; ancak haksızlığa uğrayan başka. Allah her şeyi işitici ve bilicidir.” (en-Nisâ 4/148)
Bu âyet-i kerîmenin şu hâdise üzerine nâzil olduğu rivâyet edilir:
Rasûlullah (s.a.v) ashâb-ı kirâmın arasında otururken, bir adam geldi, Hz. Ebû Bekir’e hakâretler ederek onu üzdü. Ancak Ebû Bekir (r.a) sükût etti, adama cevap vermedi. Adam ikinci sefer aynı şekilde hakaret ederek eziyet verdi. Hz. Ebû Bekir yine sükût etti. Adam üçüncü sefer de hakaret edince Ebû Bekir (r.a) adama hak ettiği cevâbı verdi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v) hemen kalkıp yürüdüler. Ebû Bekir (r.a) hemen arkasından yetişerek:
“–Ey Allah’ın Rasûlü, yoksa bana darıldınız mı?” diye sordu. Allah Rasûlü (s.a.v):
“–Hayır. Lâkin semâdan bir melek inmiş, o adamın sana söylediklerini yalanlıyor, senin adına ona cevap veriyordu. Sen karşılık verip intikamını alınca melek gitti, onun yerine şeytan geldi. Bir yere şeytan gelince ben orada durmam!” buyurdular.[2]
İsrâf Edenler
Cenâb-ı Hak hayır işlerinde bile isrâfı yasaklamış, orta yoldan gitmeyi tavsiye etmiştir. Kişinin malını, haram ve çirkin yollarda isrâf etmesi ise en büyük kötülüktür. Âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulur:
“Çardaklı ve çardaksız (üzüm) bahçeleri, ürünleri çeşit çeşit hurmaları, ekinleri, birbirine benzer ve benzemez biçimde zeytin ve narları yaratan O’dur. Her biri meyve verdiği zaman meyvesinden yeyin! Devşirilip toplandığı gün de hakkını (sadakasını) verin, fakat israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri sevmez.” (el-Enʻâm 6/141)
“Ey Âdemoğulları! Her mescide geldiğinizde güzel elbiselerinizi giyin; yeyin, için, fakat israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri sevmez.” (el-Aʻrâf 7/31)
Allah Teâlâ, isrâfın insanı nasıl bir kötülüğe sürüklediğini şöyle haber verir:
“Saçıp savuranlar şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür.” (el-İsrâ 17/27)
Zira isrâf büyük bir karakter zaafıdır. Yine isrâf, aşağılık duygusunu bastırma gayretidir. Hakîkatte mülk Allah’ındır. Kul ise o mülkün sahibi değil ancak belli bir müddet belli sınırlar dâhilinde tasarrufçusudur.
CENÂB-I HAKK’IN GAZAP ETTİĞİ BÂZI KİMSELER
Rasûlullah Efendimiz (s.a.v), Cenâb-ı Hakk’ın gazap ettiği bâzı kimseleri şöyle haber verir:
“Allah Teâlâ, güzel konuşuyorum diye ineklerin dillerini eğip büktüğü gibi dilini eğip büken kimseye gazab eder.”[3]
“Allah Teâlâ, söz ve fiillerinde fuhşa ve çirkinliğe dalan, bunlarla çok meşgul olan kimseye gazab eder.”[4]
“Allah Teâlâ, dünya işlerini bilip de âhiret husûsunda câhil olan herkese gazab eder.”[5]
“Allah Teâlâ, ısrarla isteyen dilenciye gazab eder.”[6]
Dipnotlar:
[1] Âl-i İmrân 3/57, 140; eş-Şûrâ 40/40.
[2] Ebû Dâvûd, Edeb, 41/4896; Mukâtil b. Süleymân, Tefsîr, 1: 418; Semerkandî, Bahru’l-ulûm, 1: 352; İbnü’l-Cevzî, 1: 491.
[3] Ebû Dâvûd, Edeb, 86/5005.
[4] Ahmed, Müsned, 2: 162.
[5] Süyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, 1: 65/2760.
[6] Süyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, 1: 65/2757.
Kaynak: Doç. Dr. Murat Kaya, Kitabımız Kur’ân Muhtevâsı ve Fazîletleri, Erkam Yayınlıar