Ayette Bahsedilen Salih Kulların 3 Özelliği

Hüdâyî Hazretleri dünyayı nasıl tasvir ediyor? Müslümanları dünya konusundan nasıl uyarıyor? Zümer suresi 9. ayette bahsedilen ve dünyaya meyletmeyen salih kulların üç vasfı nedir?

Hüdâyî Hazretleri buyurur:

Kim umar senden vefâyı,
Yalan dünya değil misin?
Muhammed-i Mustafâʼyı,
Alan dünya değil misin?

Dünya, insanın geçici bir süreliğine konakladığı bir imtihan mekânıdır. Onun hâkim manzarası “fânîlik”tir. Zira bu âlemde “bekā” sıfatının bir tecellîsi yoktur. Nitekim âyet-i kerîmelerde buyrulur:

“Yeryüzünde bulunan her canlı fânîdir. Ancak azamet ve ikram sahibi Rabbinin zâtı bâkî kalacaktır.” (er-Rahmân, 26-27)

“Her can ölümü tadacaktır. Sonunda Bizʼe döndürüleceksiniz.” (el-Ankebût, 57)

“…Oʼnun (Allâhʼın) zâtından başka her şey yok olacaktır. Hüküm Oʼnundur ve siz ancak Oʼna döndürüleceksiniz.” (el-Kasas, 88)

Her insanın eceli nasıl ki şahsî kıyâmetiyse, Dünyaʼnın eceli de büyük kıyâmettir. Peygamberlerin sonuncusu olan Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼin gönderilişi, esâsen kıyâmetin büyük habercilerinden biridir. Artık her geçen gün, o büyük infilâka ve esas hayat olan âhirete adım adım yaklaşılmaktadır. Âhiret ise sonsuz, nihâyetsiz ve hakîkî hayattır.

Dolayısıyla ârif mü’minler, hem kendilerinin hem de bu cihânın en mühim vasfı olan fânîliği hiçbir zaman hatırlarından çıkarmaz, dünyayı dâimâ ukbâ penceresinden seyrederler.

AYETTE BAHSEDİLEN SALİH KULLARIN 3 ÖZELLİĞİ

Cenâb-ı Hak, âyet-i kerîmede, gerçek mânâda “bilen”lerden olan sâlih kullarının üç vasfını şöyle bildiriyor:

“Yoksa geceleyin secde ederek ve kıyamda durarak ibadet eden,

Âhiretten çekinen ve

Rabbinin rahmetini dileyen kimse (o inkârcı gibi) midir?

(Rasûlʼüm!) De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?..” (ez-Zümer, 9)

Cenâb-ı Hak burada «يَحْذَرُ الْاٰخِرَةَ» “âhiretten çekinen” buyuruyor. Yani bu cihanda her adımını uhrevî hesabını düşünerek atan, ebedî hayatta ilâhî gazaba dûçâr olmaktan sakınan, bu sebeple de âhirete hazırlık derdinde olan kullarının, gerçek mânâda “bilen”lerden olduğunu beyan ediyor.

Dolayısıyla Kurʼânî mânâda “cehâlet”ten kurtulup “bilenler”den olan her müʼminin en mühim düşünceleri;

“–Ben Rabbime karşı vazifelerimi lâyıkıyla îfâ edebiliyor muyum? Rabbimle aram düzgün mü?

–Kulluk hayatımda problemli sahalar var mı? Bu fânî hayatımda, Bâkî Rabbimi unuttuğum safhalar oluyor mu?

–Esas hayat olan âhirete hazırlığım ne durumda? Ecel senedinin meçhul vadesi bugün dolacak olsa, ben ne kadar hazır hâldeyim?..” gibi ulvî endişelerden ibaret olmalıdır.

Müʼmin, mârifetullahʼta mesafe aldıkça, yani Rabbini kalben tanıdıkça, bir seraba benzeyen dünyanın hakîkî yüzünü görmeye başlar, âhirete rağbetini artırır. Dünya gözünde küçülür, âdeta bir çakıl taşı gibi ehemmiyetsiz hâle gelir.

Darlıkta bunalmamak, varlıkta şımarmamak için her vesîleyle “Esas hayat âhiret hayatıdır.” (Buhârî, Rikāk, 1) buyuran Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de dâimâ âhireti dünyaya tercih ediyordu.

Abdullah bin Mes’ûd -radıyallâhu anh- şöyle der:

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir hasır üzerinde yatıp uyumuştu. Efendimiz uyandığında, o hasır, mübârek vücudunun yan tarafında izler bırakmıştı. Biz:

“–Yâ Rasûlâllah! Sizin için bir döşek edinsek?!” dedik. Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

“–Benim dünya ile ne alâkam var ki? Ben bu dünyada, bir ağacın altında gölgelenen, sonra da bineğine binip orayı terk eden bir yolcu gibiyim.” buyurdular. (Tirmizî, Zühd, 44/2377)

Ebû Müveyhibe -radıyallâhu anh- da şöyle anlatır:

“Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir gün bana:

«–Bakî Kabristanıʼndaki mevtâlar için istiğfâr etmekle emrolundum. Haydi benimle gel!» buyurdu.

Ben de gecenin ortasında O’nunla gittim. Kabristanda yatanların başında durdu ve şöyle buyurdu:

«–es-Selâmu aleyküm ey kabir ehli! İnsanların içinde bulunduğu durumdansa kendi içinde bulunduğunuz durum sizi daha çok sevindirsin! Karanlık gece parçaları gibi fitneler geliyor. Bunların sonra geleni öncekini takip eder (biri bitince diğeri başlar). Sonraki fitneler, ilk fitnelerden daha ağır ve sert olur.»

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- daha sonra bana yönelip:

«–Ey Ebû Müveyhibe! Şüphe yok ki bana dünya hazinelerinin anahtarları ile dünyada ebedî kalma, sonra da Cennet’e girme imkânı verildi. Ben, bunlar ile Rabbime kavuşma arasında muhayyer bırakıldım.» buyurdular.

Ben hemen:

«−Babam-anam Sana fedâ olsun yâ Rasûlâllah! Dünya hazinelerinin anahtarları ile orada ebedî kalmayı, sonra da Cennet’e girmeyi tercih etseydiniz!» dedim.

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ise:

«Hayır, vallâhi ey Ebû Müveyhibe! Ben, Rabbime kavuşmayı tercih ettim.» buyurdular.

Ardından Bakî Kabristanı’ndaki mü’minler için istiğfâr edip geri döndüler. Bundan sonra Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in vefâtıyla neticelenen hastalık ve ağrıları başladı.” (Dârimî, Mukaddime, 14; Ahmed, III, 488-489…)

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2021 – Kasım, Sayı: 429

İslam ve İhsan

SALİHLERDEN OLMAK İÇİN DUA

Salihlerden Olmak İçin Dua

SÂLİHLERLE BERABER OLMANIN FAZİLETİ

Sâlihlerle Beraber Olmanın Fazileti

SÂLİHLERLE BERABER OLABİLMENİN YOLU!

Sâlihlerle Beraber Olabilmenin Yolu!

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.